Tarihsel, kültürel ve teolojik kökleri daha derinlere inse de ülkemizde İslamcılık, muhafazakâr milliyetçilik ve genel olarak Türk sağı, esas itibarıyla Soğuk Savaş döneminin ürünleri olarak şekillenmiştir. Dahası, Amerikan-NATO imalatı akımlar olduklarını söylemek abartılı olmayacaktır. Bu yanıyla, 1950 sonrası Soğuk Savaş milliyetçiliği ile ulus kurucu demokratik milliyetçilik ya da Türkçülük arasında bir bağ yoktur. Aynı şey Batı karşısında bir tür “nefsi müdafaa” halindeki otantik İslam ile siyasal İslamcılık için de geçerlidir.

Soğuk Savaş milliyetçiliği, tutucu, hatta gericidir. Laiklik karşıtıdır ve bu özellikleri nedeniyle aydınlanma ve modernite ile sorunları vardır. Siyasal İslamcılık ve muhafazakâr milliyetçilik, 1950’li yıllardan itibaren emperyalizmin işbirlikçisi hareketler olarak şekillenmiştir. Bu özellikleri, söz konusu akımların faşist ve/veya faşizan karakterlerini oluşturan en önemli etkendir. İslamcılığın mayasında bulunan ilkesizlik, takiyye geleneği ve “ehven-i şerriye” anlayışı bu ilişkiyi kolaylaştırmıştır.

Bu bağlamda, Soğuk Savaş dönemi milliyetçiliği de İslamcılığı da anti-komünist olduğu kadar, anti-Kemalist bir karaktere de sahiptir. Laiklik karşıtıdır. Özellikle, Komünizmle Mücadele Dernekleri (KMD) ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) gibi, istihbarat örgütlerinin (CIA, MİT) kontrolünde olan örgütler böyledir. Bu örgütlerden 1962’de kurulan KMD ve 1960’ların sonlarında sağın eline geçen MTTB İslamcı hareketin lider kadrosunun yetiştiği kaynaktır.
İslamcı hareketin şekillenmesinde neredeyse belirleyici olan Soğuk Savaş iklimini, dolayısıyla Amerikancılığı çarpıcı iki örnekle açmakta yarar var.

NECİP FAZIL BİR AMERİKANCIDIR

İslamcı hareketin ve Türk sağının zaman zaman tedavüle soktukları emperyalizm karşıtlığı, tam anlamıyla bir palavradan ibarettir. İslamcıların ve ülkücü milliyetçilerin sicili yüz kızartıcı bir işbirlikçiliğin tarihidir. Geçen haftaki yazımızda üzerinde ayrıntılı şekilde durduğum Necip Fazıl, Temmuz 1959’da yayımlanan Büyük Doğu dergisindeki, “Amerika, Dünya ve Biz” başlıklı başyazısında şöyle diyordu:

“Bugün dünya, milletlerin oluş istikameti ve tekevvün hakkı bakımından iki vâhide (kutba) ayrılmıştır. Ya Amerika’yı tutacaksınız, ya Sovyet Rusya’yı; ya demokrasiyi, ya komünizmayı... Bunlardan birine temayül derhal ve kat'i olarak öbürüne aykırılık mânasına gelir. Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır. Bu yüzden (millet) komünizmaya zıt bir dünya görüşünü, kerhen de olsa, Amerikan politikasını korumakla mükelleftir” (Büyük Doğu, Amerika Dünya ve Biz, 20. Sayı, Temmuz 1959).

İşbirliği gerekçesi şaşırtıcı ölçüde açık ifade edilmişti. Necip Fazıl’a göre, “Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına en doğru doğru” yol olacaktı. Onun itiraz ettiği tek şey, bu yüz kızartıcı işbirliği sonucunda yeterinde takdir edilmemek ve açıkça yazdığı gibi “dolgun” bir maddi karşılık alamamaktı. Üstad, daha da ileri gidiyordu:

“Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin, iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz” (Büyük Doğu, 17 Temmuz 1959).

Anlayış böyle, iyi mi! Amerikancılık ve komünizm düşmanlığı gözlerini öyle karartmıştır ki, İslamcıların bütün siyasal yaşamlarına karakterini veren bu motiftir. Ancak, Necip Fazıl kuşağı İslamcıların etkin olduğu dönemlerde (1950-1965) komünizm kurulu düzeni tehdit eden bir güç değildir. Bu nedenle, abartılı komünizm karşıtlığının altında; gerçekte, Kemalizmin laik, aydınlanmacı ve halkçı yanlarına karşı iflah olmaz bir düşmanlık yatar. Bu örgütler, ABD ve NATO’nun Doğu-İslam dünyasında sola karşı geliştirdiği, “Yeşil Kuşak” siyasetinin ürünleridir.

YÜZ KIZARTICI İŞBİRLİĞİNE GEREKÇE

İkinci kişi, Türkiye’nin en kıdemli siyasal İslamcılarından Mehmet Şevket Eygi’dir. Eygi’nin yıllar sonra yazdıkları; emperyalizmle işbirliği yaptıklarının ve derin devlet operasyonlarında rol aldıklarının bir itirafı gibidir. İslamcı hareket nezdinde “Üstad” kadar olmasa da muteber ve ulemadan bir kişi olan Mehmet Şevket Eygi, 2019’da 87 yaşında öldüğünde, tabutunu taşıyanların en önünde Tayyip Erdoğan vardı.

Amerikancılık konusunda Eygi’nin yazdıkları Necip Fazıl’dan farklı değildi:

"İslam hukukunun ve bilgeliğinin evrensel prensiplerinden biri de ehven-i şerreyn tercih olunur (iki kötülükle karşı karşıya kalınırsa, bunlardan az kötü olanı seçilir) kaidesiydi. Biz Müslümanlar ülkemizdeki düzenin kötü bir düzen olduğunu kabul ediyorduk. Lakin o tarihteki (1960’lar ve 70’ler) şartlar ve imkânlar içinde onu değiştirip yerine daha iyi bir düzen getirmek imkânlarına sahip değildik. O halde, o imkânlar elimize geçinceye kadar ehven-i şerreyn, yani Amerikan nüfuzu bölgesinde bulunmak zorundaydık..." (Milli Gazete, 22 Kasım 2007)

İşte böyle. Necip Fazıl’la Mehmet Şevket Eygi Amerikancılıkta aynı gerekçelere sahip. Mehmet Şevket Eygi de sıradan biri değil. İslamcı hareketin yakın tarihteki en etkili yazarlarından biri olan Eygi, 1960’lı yıllarda çıkardığı Bugün gazetesinde, kurulu düzeni ve ABD emperyalizmini savunan yazılar yazıyor. Dahası yalana, iftiraya ve kara propagandaya başvurarak bütün gücüyle sola saldırıyor. Derin devlet yapılanmasıyla ilişkileri var. Kontrgerilla operasyonlarında görev alıyor ve kendisini izleyen İslamcı gençleri de bu operasyonlarda kullanıyordu. O dönem bu kirli operasyonlarda görev alan isimlerden çoğu, daha sonra AKP hükümetlerinde görev yapacaktı.

M. Şevket Eygi, 16 Şubat 1969’daki “Kanlı Pazar” katliamında belirleyici rol oynayan bir kışkırtıcı bir İslamcıydı. İstanbul’a 1969’un Şubat ayı başında gelen ABD'nin Akdeniz’deki ünlü 6. Filo’sunu protesto eden devrimci gençlere karşı bir cihat kampanyası yürütüyordu. Eygi, Bugün gazetesindeki başyazılarında ABD emperyalizmini protesto eden devrimcilere karşı Müslümanları "Allah için cihada" çağırıyor, Müslümanları 6. Filo’yu kıble alıp namaz kılmaya davet ediyordu.

İstanbul Beyazıt Meydanı’ndan 16 Şubat 1969 Pazar günü başlayan ve Taksime uzanan, on binlerce devrimcinin katılımıyla ABD’nin 6. Filo’yu protesto mitingi yapan gençlere camilerden çıkan dinci-faşist bir güruh, polis korumasında saldırmıştı. Kanlı Pazarı tezgâhlayan Kontrgerilla, komuta merkezi Pentagon’da olan illegal ve sol düşmanı bir NATO örgütlenmesiydi.

Bu saldırı için bir gece önceden çevredeki camilere yığınak yapılıyor, İstanbul’un değişik semtlerinden ve Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden getirilen saldırganlar Taksim bölgesine yerleştiriliyordu. Söz konusu dönemde Abdullah Gül’ün yükseköğrenim bölümü başkanı olduğu Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) bu saldırının planlandığı merkezlerden biriydi. Dönemin MTTB Genel Başkanı da yine tanıdık bir isimdi; AKP iktidarlarında bakanlık ve TBMM Başkanlığı yapan, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi İsmail Kahraman’dı.

İslamcı-faşist saldırganlar 16 Şubat 1969 Pazar günü yürütülen bu kanlı operasyonda polis ve MİT elemanları tarafından sevk ve idare ediliyorlardı. Taksim Meydanı’na çıkan ilk 400 kişilik grup ile ana kitle arasına polis barikat kuruyor, büyük kitleyle irtibatı kesilen ve alanda çıkan küçük devrimci gruba güvenlik güçlerinin himayesinde yaklaşık 3 bin İslamcı ve faşist saldırıyordu. Bu saldırı sonucu 200 kişi yaralandı ve 2 devrimci öldürüldü. Bu olay siyasal tarihe "Kanlı Pazar" diye geçecekti.

NECİP FAZIL NASIL KURTULUR?

Necip Fazıl, Mustafa Kemal’e alternatif bir “kurucu ata” simgesi olarak yakın tarihten Abdülhamit’i bulup çıkarıyor. İstibdat rejiminin bu despot sultanı hakkında, düpedüz yalana dayalı sahte bir kimlik ve tarih kuruyor. İşgalci İngilizlerin savaş gemisine binip kaçan son Osmanlı Padişahı Vahdettin’i de “vatansever” ilan ediyor. Bu iddialar sahipleniliyor. Ancak, naylon kahramanlar yaratan Necip Fazıl’ın Amerikancılığı o kadar rahatsız edicidir ki, kimi İslamcı yazarlar onu bu ayıptan kurtarmak için yıllardır çırpınıp duruyor. Örneğin; Prof. Dr. Nurullah Çetin, şöyle yazıyor:

“Necip Fazıl, o zamanın şartları içinde, güncel anlamda reel politik planda bir duruş analizi yapıyor. O yıllarda dünya iki bloka ayrılmıştır. Bazı devletler Amerika tarafında yer almış, bazısı da Rusya. (…) Necip Fazıl, bizim Komünist Rusya tarafından esir edilmektense, mecburen Amerika tarafında yer aldığımızı belirtir…” (Yeni Mesaj, 16 Eylül 2014).

Necip Fazıl için ileri sürülen gerekçeler, Eygi’nin kendi Amerikancılığı için sunduğu nedenlerle aynıdır. Ancak bunların hiçbiri söz konusu utanç verici işbirlikçiliği aklama gücüne sahip değildir. Küçük şeri çıkarlar ve iktidar için emperyalizmle işbirliği İslamcı hareketin ruhuna işlemiştir. Öyle ki, Necip Fazıl’ın izinden gidenlerin önemli bir kesimi, yıllar sonra bir ABD projesi olarak kurulan AKP’nin lider kadrosunu oluşturacak ve iktidara taşınacaktır.