Türkiye muktedir koltuğuna oturan İslamcıların iç kavgasından bir türlü kurtulamadı. Önce Erdoğan ile Fethullahçı çete arasında kavga kıyamet koptu. O günlerde “birbirlerini yerler, iki taraf da zayıflar” diye düşünenler vardı ancak hiç de öyle olmadı. Kavgaya Fethullahçı çetenin darbe girişimi, arkasından gelen OHAL ve rejim değişikliği damgasını vurdu. Neticede iki İslamcı cenahın kavgası tek adam rejimine giden yolun taşlarını döşedi. Sonrası hepimizin malumu.

Şimdilerde yakın döneme dek elbirliğiyle ülkenin uçuruma doğru gitmesine neden olan AKP’liler arasında yeni bir cephenin açıldığına tanıklık ediyoruz. Bir tarafta Gül destekli Babacan diğer tarafta Davutoğlu yeni partileriyle seçmenin karşısına çıkmak üzere. “Belki vazgeçerler, üzerlerine fazla gitmeyelim” taktiğinin bir karşılığı olmadığı belli olunca Erdoğan alenen Babacan ve Davutoğlu’nu Şehir Üniversitesi tartışmaları üzerinden hedef aldı. Eski Başbakan’ı ve bakanları Halkbank’ı dolandırmaya çalışmakla itham etti. Bu elbette yenilir yutulur bir suçlama değil. Ancak ithamın kendisinden çok Erdoğan’ın savaşı başlatma şekline dikkat kesilmek gerek.

Nasıl dershaneler mevzusu Erdoğan – Fethullahçılar kavgasında buzdağının yalnızca görünür tarafıydı Şehir Üniversitesi de Davutoğlu ekibiyle siyasi kavgada öyle. Şehir Üniversitesi bir yanıyla Yeni-Osmanlıcı tezlerin bir yanıyla akademide muhafazakâr hegemonya kurma arayışlarının armada gemisi olarak düşünülmüştü. Hatırı sayılır bir akademik kadro toplamayı başarmıştı, içerisinde gerçek demokrasiye ancak kendisini muhafazakâr olarak tanımlayanların liderliğinde ulaşılacağına inananlar çoğunluktaydı. İktidar çevresindekilerin büyük yatırım yaptığı üniversite Davutoğlu’nun azledilmesi sonrasında aniden gözden düştü. İktidarın zamanında Şehir’de çalışması ve okuması için teşvik ettikleri şimdilerde iki ateş arasında kalmış vaziyette.

Emek tarihinin abidevi mekânı Tekel arazisinin Şehir Üniversitesi’ne tapu devrini “şimdi” eleştirmeye karar veren AKP Genel Başkanı tıpkı Fethullahçı çete örneğindeki gibi en “yakınları” tarafından “kandırıldığını” ima etti; “ne istedilerse verdik” demeye getirdi. Babacan’ı, Şimşek’i, Davutoğlu’nu nankörlük yapmakla eleştirdi. Fakat halka şikâyetle de yetinmeyeceğinin işaretini verdi. Neticede Erdoğan’ın elinde muhalif İslamcılara “ibretlik” olarak göstereceği bir örnek var. Belli ki Erdoğan eski dava arkadaşlarıyla yalnızca meydanlarda kapışmak istemiyor aynı zamanda adliye koridorlarında “hesaplaşmanın” hazırlığını yapıyor. Davutoğlu’nun başbakanlıktan uzaklaştırılması sürecinde fitili yakan Pelikancılar’ın ellerini ovuşturduğunu ve harıl harıl çalıştığını tahmin edebiliriz.

2018’de Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığı gündemdeyken şahit olduklarımız hatırımızda. Akar’ın Gül’ü “havadan” ziyareti ve Kalın ile birlikte “sakın ha aday olma” uyarıları o konjonktürde “sonuç” vermişti. Eski Başbakan’ın Halkbank’ı dolandırdığı iddiası ise bizzat pilotunun Erdoğan olduğu mühimmatla dolu bir savaş uçağının Davutoğlu’nun bahçesine inmesi anlamına geliyor. Ancak Davutoğlu’nun aynı akşam yaptığı açıklama onun Gül gibi geriye çekilip arkadan çalışmayacağının kanıtı. Davutoğlu, görev yapanlar dahil yaşayan tüm Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, özelleştirme işlerini yönetenlerin ve ailelerinin mal varlıkları Meclis’te araştırılsın diyerek karşı atağa geçti. Bunun mümkün olmadığını kendisi de biliyor ancak ABD’nin bile şantaj olarak kullandığı bir durumu Davutoğlu’nun gündeme getirmesinde şaşırılacak bir şey yok.

Babacan ve Davutoğlu’nun partilerini resmen kurmalarıyla İslamcılar arasındaki kavga şüphesiz daha da kızışacak. Ortaya başka kirli çamaşırlar dökülecek, belaltı vuruşlar üst üste gelecek. Aramızda “ne güzel biz de çekirdeğimizi alır, oturup seyrederiz” diyenler vardır eminim. Ancak biz bu sıkıcı filmi daha önce seyretmiştik. Dolayısıyla en iğrenç sahnelerini de feci sonunu da gayet iyi biliyoruz. Aktör ve figüranların değişmiş olması senaryonun değiştiği anlamına gelmiyor.

İslamcıların birbirlerini yemelerinin doğrudan demokrasinin, solun, cumhuriyetçilerin hanesine artı yazılmadığını acı bir biçimde tecrübe ettik. Kamuoyunun kavgaya kilitlenip tarafların ortak sorumluluklarını unuttuğunu da, galip olanın “ilişki tarihini” kendi meşrebince yazdığını da, faturayı yalnızca hasmına değil tüm topluma fatura ettiğini de hep beraber gördük. Nitekim Erdoğan Şehir Üniversitesi tartışmasında yine TMMOB’yi ve CHP’yi suçlamayı ihmal etmedi, muhalefete gözdağı verdi.

O zaman muhalefet ne yapmalı? Kavgayı mı körüklemeli? Düşmanımın düşmanı dostum mu demeli? Elbette hayır! Tam aksine gerçek anlamda taraflardan hesap sorma iradesinin kendisinde olduğunu göstermeli. Toplumsal cinnet halinin, ekonomik krizin, dış politikadaki açmazsın sorumlusu olan kavgalı kardeşleri birlikte tarih sahnesinden süpürecek cesareti göstermeli. Sonra çok geç olabilir…