Cumhur ittifakının, özellikle de AKP’nin tabanında yaşanan erozyon sürüyor. Her ne kadar bu kopma henüz AKP’yi birinci parti konumundan aşağıya itmese de yakın gelecekte erimenin devam edeceğine dair birçok alamet var. Yoksullaşma derinleştikçe kitlelerin iktidardan uzaklaşma eğilimi de hız kazanıyor. Saray rejimi, yoksullaşmayı “yönetecek” kabiliyete sahip olmamasının yanı sıra iktidar kliklerini ve sermaye fraksiyonlarını bir arada tutma özelliğini de yitiriyor. Kısacası 2002 sonrasında kurulan yeni hegemonya köklerinden sarsılıyor.

İktidar muhalefetin karşı hegemonya kurmasını önlemek adına muhalefet partilerine tek tek çengel attı atmasına ama CHP’yi ve İYİ Parti’yi içeriden bölme projeleri başarısızlıkla sonuçlandı. HDP’ye yönelik abluka sınır tanımaz bir hale büründü, buna rağmen HDP’nin tabanı büyük ölçüde yerinde durmaya devam etti. Hal böyle olunca İslamcıların son çırpınışlarından başka iktidarın bel bağlayacağı bir şey kalmadı.


İslamcı kanat, son raunda adım adım yaklaşıldığını fark ettikçe elindeki tüm kozları masaya sürmeye hazırlanıyor. Amaç Cumhur ittifakının dışında kalan İslamcıları çeşitli vaatlerle iktidara eklemlemek. Böylece küskünlere iktidarın hâlâ bir “cazibe merkezi” olduğu gösterebileceklerini, Erdoğan’ın etrafında yeni makamlar elde ederek kötü gidişatı ters yöne çevirebileceklerini umuyorlar. Ayasofya meselesi, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali gibi olayları emsal göstererek daha fazlası mümkün mesajı veriyorlar. O “daha fazlası”nın Anayasa’dan laikliğin çıkarılması olduğunu tahmin etmek güç değil.

Bu doğrultuda geçtiğimiz hafta somut bir dizi gelişme yaşandı. Erdoğan ve Asiltürk arasındaki görüşmeler esnasında yapılan planlama işleme kondu. Asiltürk yaşıyla çok da orantılı olmayan bir metodu, sosyal medyayı kullanarak Saadet Partisi (SP) yönetimini açıktan eleştirdi ve kongre çağrısı yaptı. Eleştirilerin odağında SP’nin yoksulluğu ve açlığı merkeze alan politikaları vardı. Millî Görüş’ün “ağabeyi”, iktidarın zayıf yönüne çalışan değil, ona “dostça” uyarılarda bulunan bir parti istediğini beyan etti. Biliyoruz ki, Asiltürk’ün hedefi ilk kongrede SP’nin başına kendi güdümünde bir genel başkan geçirmek ve partiyi Cumhur İttifakı’nın resmi bileşeni haline getirmek. Bu hamlenin nasıl sonuç vereceğini şimdiden kestirmek kolay olmasa da SP içindeki bir karışıklığın iktidarın ekmeğine yağ süreceği çok açık. Bunu bilen iktidar medyası da Asiltürk çatlağını büyütmeye gayret ediyor.

İslamcı gelenekten gelip “liberalleşen” ya da Kürt siyasetine angaje olan kimi isimler de son raunt öncesi Erdoğan etrafında birleşmeden ya da pazarlık kanallarının açık kalmasından yana tavır alıyor. Nasıl Asiltürk, Millî Görüş çizgisinin gevşek de olsa muhalefet ile hareket etmesine içerliyorsa, İslamcı Kürtler arasında da HDP’nin iktidara yönelik muhalif tutum takınmasını stratejik olarak “hatalı” bulanlar var. Altan Tan’ın HDP’ye “Neden Erdoğan’la keskin bir düşmanlık, muhalefetle bedava bir dostluk kuruyorsunuz” demesi ve Cumhurbaşkanlığı seçimini Kürtler için “altın değerinde” olarak nitelemesi bunun bir örneği. Tan ve onun gibi pozisyon alanlar, kötü olan “Erdoğan’ın çevresi” korosuyla aynı şarkıyı mırıldanıyor. Bir rejim eleştirisinden ziyade iktidar ortaklarına şerh düşmekle yetiniyorlar ve çok temelde İslamcı ajandanın uygulanmasını “münasip” görüyorlar.

İslamcıların kendi meşreplerine göre ortada hâlâ pazarlığı yapılabilecek şeyler olduğunu düşünmeleri şaşırtıcı değil. Çünkü onlar, iktidarın ayakta kalmak adına kendi saflarına geçeceklere heybelerinde son kalanları dağıtacağından eminler. Ancak o heybenin dibi delineli çok oldu. Dökülüp saçılanları toplayanlar da bir köşede kendilerini sağlama almaya bakıyorlar. Zannediyorlar ki hesap sorulma sırası kendilerine hiç gelmeyecek.

CHP’li Özel’in Soma Davası sonrasında “Bu davaların hepsi yeniden görülecek” taahhüdü hafızamızda kalsın. Aynı taahhüt yıllardır bu ülkenin ilericileri, devrimcileri tarafından sokaklarda haykırılıyor. Çünkü Türkiye toplumunun büyük bir bölümü gerçek bir hesaplaşmanın, arınmanın düşünü kuruyor. Öyle göstermelik birkaç kişinin değil, tüm suç ortaklarının adil bir biçimde yargılanmasını arzuluyor. Muhalefet cephesi, iktidar kanadındaki zehirli pazarlık havasını kendi kapısının dışında tutabildiği ölçüde halkla ve onun hesaplaşma talepleriyle sahici bir ilişki kuracak. Bu, farklı toplumsal kesimlerin akut beklentilerine sırt çevirmek demek asla değil. Aksine kısır pazarlıklar yerine mevcut rejimin tahrip ettiği ilke ve kurumların demokratik ihyasının herkese kazanç sağlayacağını göstermek demek. Birlikte çalışmak, birlikte kurmak, birlikte kazanmak demek.