Önceki yazımızda islamcıların neden ilkeli davranmadıklarını tartışmıştık. Bugün konumuz ahlak. Şunu baştan belirteyim ki ahlaksızlığı ilkesizliğe bağlamayacağız. Çünkü insanın aklına saygı duyup kutsallaştırmadığı ilke, iyi ahlakın dayanağı olmakla birlikte ahlak sahibi olmanın tek koşulu değil.

İslamcılar neden ahlaklı davranamıyor başlıklı yazımızda, ilkenin insan ve toplum davranışını şekillendiren temel değerler olduğunu söylemiştik. Ahlak ise ilkelerin dinlerin veya başka davranış unsurlarının insanda ve toplumda ortaya çıkardığı tutumdur. İnsanların davranışlarını iyi-kötü, olumlu-olumsuz gibi ölçütlerle değerlendirdiğimizde aslında onu öyle davranmaya iten fikri dayanaklar hakkında da bir yargıya varmış oluruz. Bu yönüyle biri hakkındaki ahlaki yargımız sadece kişiyi değil, düşüncesinin, davranışının ve genel olarak tutumunun kaynağını da kapsar.

İnsanlar, ahlaki buldukları davranışı aşkın bir nedene bağlarken ahlaksızlığı kişisel kusur gibi görme eğilimi içindedir. Kimi zaman nezaket icabı, kimi zaman baskın ahlakın baskısına maruz kalma korkusundan ahlaksızlığın kökenine dair eleştiri getiremeyiz. Oysa toplum olarak ahlakımızı şekillendiren değerleri gözden geçirmeliyiz. Çünkü insanlığın yalan söyleme, emanete hıyanet, hile, güveni kötüye kullanma, başkasının hakkını gasp etme, ikiyüzlü davranma gibi zamana ve mekâna bakmaksızın her daim ahlaksızlık saydığı davranışlar olağanlaşmaktadır. Adalet ve eşitlik arayışımızda rehber tayin ettiğimiz devleti yöneten politikacıların insanlığın bu en eski ahlaki tutumlarına aykırı eylemlerine blok halinde meşruiyet arayanların İslamcılar olması, öncelikle din ahlak ilişkisini yeniden ele almamızı zorunlu kılmaktadır.

İstisnasız her İslamcı, ülkenin Başbakanı ile Cumhurbaşkanı’nın çocuklarının kaynağı belirsiz milyonlarca doları hülleli işlemlerle yurtdışına transfer ettiği iddiasını “zamanlamasını manidar”, “düşmanlarımızla aynı noktada”, “FETÖ’yle, PKK’yla ilişkili” buldu. Hiçbir islamcı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun sunduğu belgelerin gerçekliği durumunda burada ahlaki bir sorun olabileceğini düşünüp ihtiyat payı bırakma gereği duymadı. Kutsal amaçlara hizmet bahanesiyle Rıza Sarraf’tan rüşvet alanları meclis ve mahkemelerde aklayanlar yine aynı kesimdi! Bu belgeleri de savcılara teslim edin diyorlar; müslüman ahlakı mahkemeden temin edecek!

Birinin ahlaki bulmadığı eylemi bir başkası ahlaki bulabilir. Sayısız dış etki altında şekillenen ahlaki farklılıklar bazı tutumları göreceleştirir. Fakat insanlığın en kadim ahlaki kuralları ülke, millet, din dahil hiçbir menfaate feda edilemez. Çünkü insan olmadan bunların hiçbiri bir anlamı ifade etmez ve az buçuk ahlakı olanı gururlandırmaz.

İnsani (laik) ilkeler, birlikte yaşamak zorunda olan insanları ahlaki davranmaya zorlayan normlardır. İlkeden beslenen ahlak kuralları yargılanabilir; dinamik toplumlar zamanla kişiye başka türlü davranılabileceğini gösterebilir. Lakin dayanağı din olan davranışlar eleştiriye kapalıdır, değişime ayak uyduramazlar. Durkheim’in dediği gibi ahlak, Tanrı için gerekli olmayıp, insanlara gerekli olduğu için ortaya çıkmıştır. Bu nedenle dinler, toplumsal ilişkileri düzenleyen referanslar arasından çıkartılmalıdır. Madem ahlak toplumun kolektif davranması için gerekli, öyleyse ahlak “rasyonel ilkelere” dayanmalıdır.

Ahlak din ilişkisine girip de neoliberalizmi atlamak olmaz: Bilindiği gibi neo-liberalizmin kutsalı bireydir. Tek başına yaşayan canlıların davranışını kimse yargılayamaz; dolayısıyla toplumla bağını koparmış, toplumsal amaçları olmayan birey için ahlaki kurallar geçersiz, hatta ayak bağıdır. Yani bireye odaklanan neoliberalizm insani ilkeler ve ahlaki kurallara karşıdır. Neo-liberalizm arkasında ilkeler olan toplumsal ahlak yerine köksüz, bağlantısız, dayanaksız, işbirliği kültüründen uzak kolayca terk edilebilen işyeri kurallarını ahlaklaştırdı. Sonuçta bir sürü “meslek etiği” ortaya çıktı. Eğitim kurumlarında, işyerlerinde insanlık ahlakından söz edilmez ama “iş ahlakı”, işyeri kültürü”, “vizyon”, “misyon” tabelasından geçilmez.

İlke ve ahlakın Türkiye toplumunun dayanağı olmaktan çıkartılması, neoliberalizmin Müslümanların içinden çıkardığı İslamcılarla kurduğu ilişki sayesinde mümkün oldu. Pratikte gördük ki İslamcılar, Müslümanların en fırsatçı; çıkarı uğruna kendini din dahil herhangi ahlaki kuralla sınırlamayan politikleşmiş kesimidir. Her an herkesin maddi çıkar karşılığı birbirini satabildiği bir düzen inşa eden bu iki ahlak düşkününün arasındaki ilişki ilahi nihaiye devam edemezdi. Nitekim ahlaksız düzenin ekonomisini idare edenle, onun adına toplumu siyasal organlarla kontrol eden islamcılar karşı karşıya geldi. Zaman makinesine baktığımızda kaybedeni şimdiden görebiliyoruz. Fakat bu, kazanan tarafın galibiyet sonrası ahlaki davranacağı anlamı taşımaz. Onunla hesaplaşmak da sanırım sadece bu ülkenin değil, dünyanın ahlaklı insanlarının görevi.