ABD ile ilişkilerde son beş yıldır görülen sıkıntılardan farklı olarak AKP iktidarı kurumsal olarak NATO ile ilişkilerini hep yakın tuttu, dönem dönem başvurduğu samimiyetsiz anti-emperyalizm söyleminin merkezine ABD’yi oturturken, NATO’yu ondan ayrıştırmaya dikkat etti.

İslamcıların NATO nöbeti

İLHAN UZGEL

NATO tarihsel olarak Sovyet/komünizm tehdidine karşı kurulmuş bir askeri ittifak olarak görülse de, temelde ABD merkezli Batı sisteminin küresel üstünlüğünün bir aracı olmuştur ve bu rolü giderek daha belirgin hale gelmektedir. Özellikle Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra önce Balkanlar (Bosna ve Kosova savaşları) ardından kurumsal olarak 2004’teki İstanbul İşbirliği Girişimiyle, eğitim vermek şeklinde de olsa Ortadoğu bölgesine uzanan bir örgüt haline gelmiştir. NATO, 1990’lardan sonra Atlantik bölgesiyle sınırlı olan görev alanını genişletmiş ve Batı sisteminin yerküreyi kapsayan bir askeri örgütüne dönüşmüştür.

Türkiye için NATO’nun birden fazla işlevi olmuştur. Bunlardan ilki Türkiye hkim sınıflarının çıkarlarına hizmet edecek şekilde bir yandan olası Sovyet baskısı karşısında güvence, askeri modernleşme ve her iki ülke halkının da aleyhine işleyen iki tarafın güvenlik bürokrasilerinin taşıyıcılığını yaptığı Türkiye-Yunanistan rekabeti. Bütün bu süreçte NATO çevrelerinin Türkiye’de dayandığı kesimler, Soğuk Savaş döneminden kalan alışkanlığı ve birlikte iş yapmanın verdiği kolaylık nedeniyle seküler, güvenlik öncelikli askeri-sivil bürokrasi oldu. Dışarıda Sovyet, içeride sol karşıtlığı, ideolojik olarak milliyetçiliğin önde olduğu ama gerektiğinde İslamcıların da buna dahil edildiği bir sınıfsal-bürokratik düzen uzun süre işledi. Bunun kontr-gerilla faaliyetlerinden, darbelere kadar ağır bir faturası da oldu.

Küresel paradigmanın değişmesi, küreselleşme ve neoliberalizm doğrultusunda devletin yeniden yapılandırılması, Soğuk Savaş döneminde sağlamlaştırılan milli güvenlik devleti modelinin bazı yönlerinin bu geniş şemaya uymamaya başlaması, Batı sistemini Türkiye’de yeni düzenin taşıyıcılığını yapacak aktör arayışına itti. 1990’lardan itibaren seküler güvenlik bürokrasisi özellikle küresel olarak yayılan ve genişleyen kimlik siyasetinin önünde bir engel olmaya başlamış, özelleştirmeler konusunda sorun çıkaran, sivil toplumu ötekileştiren, daha kapanmacı ve ekonomik olarak korumacı bir çizgiye yönelmişti. Küreselleşmenin ulusal egemenliği sona erdireceğini düşünen ve Kürt sorunu üzerinden Batı’yı tehdit olarak gören geçmişin NATO’cu bu kesimleri, 2000’lerin başında Avrasyacı eğilimler göstermeye başlayınca artık NATO’cu olma sırası ılımlı İslamcılara geldi.

AKP’nin iktidara gelmesiyle, NATO’nun ılımlı İslamcıları bir yandan neoliberal ilkelere sıkı sıkıya sarılarak uygulamaya koydular, hem de güvenlik alanında 2010’lara kadar uyumlu bir görüntü verdiler.

görüntü verdiler. Danimarkalı Rasmussen’in NATO genel sekreteri olmasına gösterilen cılız itiraz gibi sorunlar dışında AKP çizgisi kurumsal olarak NATO ile mükemmele yakın bir ilişki kurdu. ABD ile ilişkilerde İLHAN UZGEL son beş yıldır görülen sıkıntılardan farklı olarak AKP iktidarı kurumsal olarak NATO ile ilişkilerini hep yakın tuttu, dönem dönem başvurduğu samimiyetsiz anti-emperyalizm söyleminin merkezine ABD’yi oturturken, NATO’yu ondan ayrıştırmaya dikkat etti. Öyle ki Rusya ile Suriye’de Astana süreci gibi alanlarda işbirliği, Putin ile kişisel bir diyalog geliştirse de, 2014’ten bu yana bütün NATO belgelerinde Rusya tehdidinden bahsedilirken, bunların hiçbirine karşı veto yetkisini kullanmak bir yana, herhangi bir rezerv de bile bulunmamıştır. Yine NATO’nun Ukrayna krizinden sonra Rusya’ya karşı oluşturduğu Yüksek Hazırlık Düzeyli Müşterek Görev Gücü komutanlığını rotasyon kendisine gelince tereddütsüz devralmıştır. ABD ile Karadeniz’de Rusya’ya karşı yapıldığı belli olan deniz tatbikatlarında yer almış, bir şekilde Putin’e “Dostluk başka NATO ortaklığı başka” demiştir.

AKP hükümetinin hem ABD hem de NATO ile ilişkilerinde 2018’den itibaren Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın genelkurmay başkanlığı görevinden bu yana önemli bir rol oynadığını, bir tür AKP iktidarı içinde Batı bağlantısının arayüzü, garantisi işlevi gördüğünü de eklemek gerekir.

Yine AKP yönetimi 2010’dan itibaren NATO entegre hava savunma sisteminin bir parçası olmuş, bu çerçevede Kürecik’te “milli” görünmesi için üzerine Türk bayrağı resmi çizilen radar istasyonunun kurulmasına izin vermiştir.

Erdoğan yönetiminin 2015’ten itibaren içeride önce milliyetçiler, 15 Temmuz’dan itibaren de ulusalcılar ve Avrasyacılarla kurduğu ittifak, ardından Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alması, Mavi Vatan doktrini çerçevesinde Doğu Akdeniz’de askeri güce başvurmaya başlaması ABD ve AB ile ilişkilerinde sorun yaratırken, NATO ile ilişkiler yine bundan çok az etkilendi. Bunda kurumsal olarak NATO’nun S-400 konusunu ABD’ye bırakması, Yunanistan (ve Fransa) ile Doğu Akdeniz’deki çekişmede ise iki müttefik arasında dengeli bir tutum alması da rol oynadı. AKP bir yandan Türkiye’ye tehdidin ABD, AB ve NATO’dan geldiğini düşünen ulusalcı, Avrasyacı kesimlerle ittifakını sürdürecek, öte yandan Rusya’yı Suriye ve Azerbaycan gibi yerlerde memnun edecek, aynı zamanda Batı’dan tamamen kopmayacak bir hassas denge kurmaya çalıştı. Bunlardan ilk geri çekildiği alan Doğu Akdeniz olduysa da, S-400 daha çok Suriye’de PYD ile ilgili gelişmelerde koz olarak elde tutulmaya devam ediliyor.

AKP yönetimi 2018’de kurulan NATO’nun Irak Misyonunda, NATO’lu yetkililerin söylemiyle “kilit katkılar sağlarken” yine NATO’nun bitmeyen Afganistan misyonunda da, bu ülke halkı üzerindeki olumlu imajı sayesinde kolaylaştırıcı bir destek sunmaktadır.

AKP böylece kendi seçmenine ve milliyetçi/ulusalcı kesimlere yönelik olarak ABD ile sorunlu bir görüntü vermeyi tercih ederken, NATO üzerinden Batı’ya hâlâ sistem içinde bulunduğu, kurumsal açıdan uyumlu bir aktör olmayı sürdürdüğü güvencesini vermeye devam ediyor. Silahlı Kuvvetleri NATO içinde, ulusalcı kesimleri ise Silahlı Kuvvetlerin dışında tutuyor. Bütün bunları da “yeri ve milli” bir söylem perdesi arkasında gerçekleştirmeye devam ediyor.