Sorun sınav, müfredat, ders kitabı gibi pedagojiyle çözülecek cinsten, çözmeye çalışan da iyi niyetli fakat teknik becerisi yetersiz biri olsa bizim de önerilerimiz olacak. Fakat sorun tek başına pedagojiye müracaat edilerek çözülecek cinsten değil. Mesele hayatımıza kim hükmedecek, toplumsal işbölümündeki yerimiz neresi olacak, yükümlülüklerini yerine getiren fakat haklarından feragat etmiş yurttaşlar olarak nerede, nasıl, kimin kurallarıyla yaşayacağımıza kimin karar verecek olması meselesi.

AKP hükümetlerinin 14 yıldır değiştirmekten usanmadığı müfredatlar, ders kitapları, sınav yöntemi, ders çizelgeleri, okul türleri vb. gibi eğitim sisteminin içerik unsurları, eğitimin varlıklı sınıflara hizmet ettiği gerçeğini değiştirmedi. İktidar tarafından gündeme getirilen, yasallaşan eğitime dair tüm düzenlemelerin mağduru yoksullar, kazananı, karlı çıkanı hep zenginler oldu. AKP’nin yoksulluk ve din edebiyatı yaparak hayata geçirdiği her eğitim kararı, her biri bir ticarethane olan özel okul ve bu okullara devam eden öğrenci sayısının artmasına kamu okullarından kaçışın hızlanmasına yol açtı.

Son sınav düzenlemesi de özellikle okul, yurt ve eğitim materyali alanında faaliyet gösteren eğitim yatırımcısına yeni imkanlar sunuyor: Çok yakında “niteliksiz” eğitim bölgelerinde isim hakkını kiraya veren (frençayzing) okulların bir bir açıldığını göreceksiniz. “Nitelikli” okul bulamayıp eğitim bölgesinin dışında başka bir okula giden çocuklar nerede barınacak diye kaygılanmayın; yurt adı altında açılmış vakıf otelleri onları bekliyor olacak. Milyarlarca ders materyali çöp olacak diye de tasalanmayın; yayın sektörü yenisini basmaya hazır, bedelini ödeyin yeter!

AKP eğitimi ticarileştiriyor; ticarileştikçe eğitimde pazar usullerine başvuruluyor: Kamu işletmelerinin zarar ediyor diye satışa sunulmasında kullanılan yöntem eğitimde de uygulanıyor. Ürettiği ürünün niteliği düşürülerek, üretim maliyeti yükseltilirken üretim kapasitesi düşürülüp satılan Tekel gibi, Tüpraş gibi, Telekom gibi eğitim de ‘devletin hizmeti kötü hizmete tekabül eder’ algısı yaratılarak yavaş yavaş özelleştiriliyor. Devletin kendi okullarını niteliksiz ilan etmesi ‘burada iyi hizmet üretemiyorum, git başının çaresine bak’ demektir. Devlet böyle düşünebilir mi? Eğer yatırımcı devleti ele geçirmiş siyasetle içli dışlıysa, birbirlerini besliyorlarsa devlet gözünü kırpmadan vatandaşını pazara yönlendirir.

Özel okul piyasasına büyük oranda İslamcılar hakim, yurtlar zaten vakıf adı altında faaliyet gösteren dinci şirketlerin elinde, yıllık 5 milyar cirosu olan eğitim yayıncılığı alanında ise bu saatten sonra dinciler dışında kimsenin varlık göstermesi mümkün değil (Eğitim Bakanlığı yeni aldığı bir kararla, ders kitapları dahil okullarda kullanılan eğitim materyallerini sipariş yöntemiyle temin edecek). Eğitim artık, (her gün birbirini öldürmeye kadar varacak kadar rekabetin kızıştığı okul servislerini; kırtasiye, yeme-içme, kıyafet sektörünü de dahil edersek) 40 milyarlık bir pazarın adı. Dolayısıyla bu konuda yapılan her iş, alınan her karar, çıkan her kanun, Erdoğan’ın her talimatı eğitim piyasasının yönetimiyle/ihtiyacıyla ilgilidir. Piyasa kurallarının geçerli olduğu bir alandan kamusal hizmet beklenemez. Hele bu piyasa aktörleri İslamcıysa hiç beklenemez!

AKP’nin eğitimde yaptığı, yapmaya çalıştığını pedagojinin ilkeleri çerçevesinde değerlendirilemez. Yeni sınav düzenlemesinde de gördüğümüz gibi sorun yöntem bilememe değil; İslamcıların, eğitimi siyasetleriyle birlikte ekonomilerine bağlama niyetlerinden kaynaklanıyor.