Toplumun her alanında farklı sorunlarla iç içe beslenip Türkiye’nin geleceğini kuşatan tarikatlar sorunu ancak yine toplumun her alanında aydınlık geleceği kuracak bütünlüklü bir mücadele tarzıyla çözülebilecektir

İslamcılığın yalın hali: Tarikatlar

UMUT YÜKSEL

Tarikatlar Türkiye’nin temel sorunlarından biri olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Türkiye’nin toplumsal hafızasına derinden işlemiş olan 15 Temmuz'dan sonra ise bu sorunun ne denli büyük bir tehlike yarattığı sadece yakından takip edenlerce değil, toplumun büyük bir kesimi tarafından net bir biçimde idrak edildi. Farklı örgütlenme pratikleriyle siyasal, ekonomik ve toplumsal alanlar dahilinde memleketin bütün kılcal damarlarına sirayet eden bu yapılar, sayısız araştırmanın da odak noktası oldu. Türkiye’de tarihsel açıdan hiç de yeni bir olgu olmayan 'tarikatlar sorunu' artık daha can alıcı bir aşamada, Türkiye halklarının aydınlık yaşamının önündeki en büyük tehditlerden biri olmaya devam ediyor. Araştırmacı gazeteci kimliğiyle bilinen kalemlerin konu hakkındaki çalışmaları ise meseleye ilişkin titiz bir perspektif sunuyor.

KANSERLİ HÜCRELER

Gazeteciler Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan yaptıkları araştırmalar sonucunda yazdıkları Metastaz’da tarikatların yurtlarda ve ordu, polis teşkilatı, yargı kurumları, bakanlıklar gibi siyasi ve bürokratik yapılarda geceden gündüze örgütlenip kadrolar yetiştirdiklerini; resmi ve özel şirketleri kullanarak nasıl finansman sağladıklarını ve bunlarla birlikte sanat dünyasında, gazeteler ve televizyon kuruluşlarında da nasıl kendilerini var ettiklerini belgelerle açıklıyorlar. Türkiye’yi 15 Temmuz gününe sürükleyen süreci FETÖ özelinde anlatan kitap, 15 Temmuz sonrası aynı yanlış gerici politikalar tekrarlanarak toplumsal ve siyasal bağlamda önleri açılan, ekonomik olarak desteklenen ve şirketleşen Menzil gibi tarikatların da FETÖ’ye benzer şekilde devletin her alanına yerleştiklerini özellikle vurguluyor. Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan bu yapıları kanserli hücrelere benzeterek devletin diğer organlarına sıçrayıp metastaz yaptıkları tespitinde bulunuyorlar. Kitaptan öğrendiğimiz üzere, FETÖ içerisinde 'renk' olarak adlandırılan bu farklı tarikatlar, Türkiye’nin gerçekliğinde ise yalnızca simsiyah bir karanlığa denk düşüyor.

ÜÇGEN YA DA KISKAÇ

Uğur Mumcu Tarikat, Siyaset, Ticaret adlı kitabında bu karanlığı 'bir kolu siyasette, öbür kolu ticarette, ayakları da tarikatta' olan bir üçgen olarak tasvir ediyor. Uğur Mumcu’nun 1986-1987-1988 yıllarında yazdığı yazılarından oluşan bu kitap, yalnızca bugün yaşananların ayak seslerinin geçmişte duyulup dile getirildiğini değil, aynı zamanda tarikatlar sorununun da hiçbir dönemde tek başına ele alınamayacağını kanıtlıyor. Metastaz’da altı çizilen bütün ticari ve siyasi ilişkilere ek olarak, Tarikat, Siyaset, Ticaret bize Türkiye’nin 12 Eylül askeri faşist darbesi sonrası geçirdiği ekonomik ve siyasal dönüşümün de tarikatların hayata tutunabileceği atmosfer ortamını nasıl yarattığını açıklıyor. Öyle ki Uğur Mumcu 1980 öncesi sol fraksiyonları anlamak için harita oluşturulması gerekirken, aynısının artık tarikatlar için geçerli olduğunu söylüyor. Bu durum, 1980 sonrası yaşanan süreç için bir sebep-sonuç ilişkisi olarak da okunabilir. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' sloganının ise 1980’lerde ANAP hükümetince Türkiye’de başarıyla uygulandığını belirtiyor. Bu slogan yalnızca darbe sonucu hayata geçirilen neoliberal ekonomik dönüşüm çizgisini değil; Brzezinski tarafından 1970'lerin sonunda geliştirilen, sendikal mücadelelerin ve sosyalist siyasetin önü kesilerek Türkiye’de de kendisine alan açılan Yeşil Kuşak Projesi’ni vurgulamaktadır. Uğur Mumcu tarafından tanımlanan Tarikat-Siyaset-Ticaret üçgeni, aslında Türkiye Cumhuriyeti için bir kıskaca dönüştürülmek istenmiştir.

CENNETİN ANAHTARI: BADELEME

Gazeteci Timur Soykan, Badeci Şeyhin Sır Odası adlı kitabında akıllarını ve iradelerini şeyhe teslim eden müritlerin yaşadıkları istismarı ve akıllara durgunluk veren olaylar silsilesini; polis tutanaklarından yola çıkarak kaleme alıyor. 2011 yılında Bursa’da gözaltına alınan ve kendisini 'Kırklari' cemaati şeyhi olarak tanıtan Uğur Korunmaz’ın müritlerine cenneti vaat ederek cinsel istismarda bulunması gündem olur. Savcılık ve emniyet tutanakları incelendiğinde; tarikat içerisinde 'badeleme' ve 'tabi olma' olarak adlandırılan, şeyhin müritleriyle cinsel ilişkiye girmesi üzerine kurulu bir yapıyla karşılaşılır. Aklını ve mantığını bir kenara bırakarak kurtuluşunun şeyhinin elinde olduğunu düşünen müritlerin yaşadıkları, toplumun ne denli ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Gazeteci-yazar İsmail Saymaz Şehvetiye Tarikatı adlı kitabında bu tehlikenin ücra mahalledeki işçilerden, hâkimlere ve milletvekillerine uzanan çarpıcı boyutunu ele alıyor. Kitapta altı şeyh vakası üzerinden, tarikatların nasıl cinsel istismar ve maddi kazanç elde etme araçlarına dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Devletin çoğu zaman görmezden geldiği ya da büyük hoşgörüyle karşıladığı bu şeyhler, bir çıkış yolu arayan müritleri üzerinden ciddi bir ekonomik kazanç ve sömürü ağı oluşturuyor.

BÜTÜNLÜKLÜ BİR BAKIŞ AÇISI

Tarikat ve cemaatler, siyasal İslamcılığın toplumsal yaygınlık kazanmasında anahtar bir role sahipler. İnsanın yaşamsal etkinliğinin ve doğa ile ilişkisinin akılcı, bilimsel bir nitelikte gerçekleşmesine karşı örgütlenmesine izin verilen bu yapılar demokratik toplumların üzerinde yükseldiği temel dayanaklara karşı bir tehdit oluşturuyorlar. Özgür insan varlığını çağ dışı dogmalarla karartan, toplumu cehaletin hâkim olduğu bir sürüye dönüştürerek yönetmeye çalışan bu aygıtlarla mücadele için yukarıda kısaca söz ettiğimiz çalışmalar önemli bir veri tabanı oluşturuyor. Bu kitaplar ışığında, toplumun bütün katman ve kurumlarını tehdit eden, yurt sorunundan eğitime, işsizlikten ekonomik ve siyasal tahakküm yapısına uzanan bir zincirde tarikatların yarattığı tahribat yakıcı biçimde ortaya koyuluyor. Farklı birçok alanla kan bağı olan bu soruna karşı toplumsal mücadeleden siyasal mücadeleye, sendikal mücadeleden LGBT+ ve feminist mücadeleye uzanan; mevcut kazanımları koruyan ama onları aşan, yeni bir hayat ve toplum tahayyülü üzerinde yükselen bir mücadele tarzının gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Toplumun her alanında farklı sorunlarla iç içe beslenip Türkiye’nin geleceğini kuşatan bu sorun, ancak yine toplumun her alanında birbirini büyütüp aydınlık geleceği kuracak bütünlüklü bir mücadele tarzıyla çözülebilecektir.