Feminist aktivist yazar Mimunt Hamido, ‘‘İslami ataerkillik herkesi zapt altına alıyor. Bu her muhalif sese dönük bir baskı ama asıl hedefinde kadınlar var” diyor

İslamcılık kadınları hedef alıyor

Buse İlkin Yerli

Mimunt Hamido Yahya… Şimdilerde İstanbul’da boğaza bakan bir çatı katında yemek dersleri de veren feminist aktivist yazar… 1961’de, Kuzey Afrika sahilinde etrafı Fas topraklarıyla çevrili İspanyol şehri Melilla’da, Müslüman bir ailede doğdu. 18 yaşında ailesinden ayrılıp çalışmak için İspanya’ya gitti. Mutfakta en alt basamaktan başlayarak aşçılık kariyerinin bütün basamaklarını tırmandı ve İspanya’nın en iyi otellerinde çalışmaya başladı. Barcelona’nın kuzeyindeki Girona’da10 yıl boyunca bir restoranın şefi olarak çalıştıktan sonra2018’de Girona’dan ayrılıp İstanbul’a geldi.

İnsan iyi bir gözlemci değilse ne iyi bir aşçı olabilir ne de yazar. Hamido için mutfak her ikisi için de bir gözlem alanı olmuş. Girona’da, mutfağında çalışan Faslıları izleyerek kentin kenar mahallerinin gettolaşmasına, oralarda radikal İslam’ın yayılmasına tanıklık etmiş. Tanıklık ettikleri karşısında suskun kalamamak, onu bir aktiviste dönüştürmüş. Sosyal ağlar içinde öne çıkmış, özgürlük arayışındaki Müslüman kadınlar arasında tartışma grupları kurmuş. Cesaretle ve açıkça konuşan biri olarak Hamido’nun kurduğu kadın sosyal ağı 2017 yılında iyice geliştiğinde, No nostaparán (Bizi Kapatamayacaklar) bloğunu açmış. Benzer dünyalardan gelen bir düzine kadın o blogdaduygu, düşünce ve deneyimlerini paylaşmaya başlamışlar.Bir İspanyol yayınevi ondan kitap yazmasını istediğinde, “Bizi Kapatamayacaklar”ın da kitabın adı olarak kalmasını teklif etmiş.

Hamido’yla kitabını, ‘İslami ataerkilliği’, din üzerinden kadınlar üzerinde kurulan tahakkümü ve feminist mücadeleyi konuştuk…

İSLAMİ ÇEVRELERDEN KADINLARIN SESİ ÇIKMIYOR

Kitabın adı “Bizi Kapatamayacaklar”. Sizi kim kapatmak istiyor ki?

Müslüman ataerkillik. İslamcılar. Aşırılıkçılar. Dindarlar…Sosyal ağlarda uzun süre çalıştıktan, konuşmalar yapıp konferanslar verdikten sonra kavradım ki Avrupa’da İslami ataerkilliğin dini çerçevede kadınlar üzerinde nasıl bir etki kurduğu konusunda koca bir cehalet var. Ne yazık ki, İslami çevrelerden kadınların sesi çıkmıyor. Benim kitapta yazmaya çalıştıklarımı anlatamıyor, açıklayamıyorlar. İslami ataerkillik bunu yapmaya niyetlenen herkesi zapt altına alıyor. Bu her muhalif sese dönük bir baskı ama asıl hedefinde kadınlar var. Yine de, her Müslüman toplumda katı dini kurallara karşı konuşan, yazan, itiraz eden kadınlar bulunuyor. Ancak çok değiller, yazık ki. Bazı feministler yazıyor, konuşuyor. Ancak bunu yapanların çoğu çoktan sürgün edilmiş durumda.Daha çok, fazla da rahatsız etmeden feminizm hakkında yazanlar var. Gerçekte, feminist bir kadınsanız ve Müslüman bir toplumda feminist bir perspektiften yazıyorsanız başınız epeyce belaya giriyor.

Türkiye’yi de sözünü ettiğin türden “Müslüman ülke” kategorisinde sayıyor musun?

Açıkçası Türkiye feminist hareketi hakkında yeterli bilgim yok. Ancak, görebildiğim kadarıyla son derece güçlü ve cesurlar. Ve birçok cephede savaşıyorlar. Bir defa yönetimde İslamcı bir parti var. Avrupa’nın başka yerlerinde de görüldüğü gibi eski ve sıkı bir ataerkillik var. İkili bir baskı altındalar. Yukarıdan aşağı yayılan İslamcı bir ideolojiye direnmek zorundalar. Gerçekten cesurlar diyebilirim.

Avrupa’da görülen “normal ataerkillik”le İslami ataerkillik arasında bir fark mı görüyorsun?

Kadının bir rolü olması gerektiği varsayılıyor: Anne, eş, bakım/hizmet görevlisi. Tabii, Türkiye’de İslami düşüncede olmayan kadınlar da bu ataerkil rol modelinden mustaripler. Daha az iş olanakları var, erkek şiddeti görüyorlar. Ama en azından konuşabiliyor, protesto edebiliyorlar. İslami bir yapı içinde bunların aynısını fazlasıyla yaşayan kadınların sesini ne kadar duyuyorsunuz? Onlar bu rol modellerini,kadın olmanın fıtratında var sayıyorlar. İsyan etmiyorlar. Bir tepki gösterdiklerinde bunun olabildiğince yumuşak ve bu rol modelleri kuranları rahatsız etmeyecek düzeyde kalmasına dikkat ediyorlar. Üniversite okuyorlar ama kuralları sorgulamadan. Evlenmeden biriyle yaşayabileceklerini düşünemiyorlar. Erkeklerden farklı bir statüleri olduğunu ve olması gerektiğini kabul ediyorlar.

ÖRTÜ, KADIN ÜZERİNDEKİ MUTLAK KONTROLÜN SEMBOLÜ

Peçenin ya da türbanın bu çerçevede işlevi ne sence?

Çok temel bir işlevi var. İslami ataerkillik kamusal alanda gücünü ve varlığını nasıl gösterebilir? Kadını kullanarak. Kadını varlıklarını göstermenin bir aracı olarak kullanıyorlar: Buradayız ve çokuz. Müslüman erkek Müslüman olduğunu gösteren bir sembol giymiyor. Kadın giymek zorunda.

Tabii ki mesele sadece bu görünürlük değil. Arapların hijap, Türklerin türban dediği yalnızca bir parça bez değil, öylesine bir giysi değil. O, “Bu kadın bize ait” diyen bir sembol. Bu Müslüman bir kadın. Bu iyi bir kadın. Biz bu kadınların sahibiyiz. Kadın böylece nesneleşiyor.

Bütün bunların üzerinde hijap; alçakgönüllülük, saflık ve genç kadınlar için çok önemli olan bir şey, bekâret demek. Bu örtü, kadın üzerinde mutlak kontrolün sembolü, fiziksel ve psikolojik olarak.

Sen de Müslüman bir aileden geliyorsun, böyle yetiştirilmedin mi?

Hayır. Magrep’tehijap, türban yoktu. Bizim kültürümüze ait bir şey değildi. Kırsal kesimde kadınlar, dünyanın her yerinde gördüğünüz türden bir başörtüsü kullanırdı. Onun özel bir anlamı yoktu. Ama şimdi Magrep’te de çok kapalı kadın var. 1980’lerde biz bu örtüyle sömürgeleştirildik. İlginç bir şekilde Avrupa’dan geldi bize. Çünkü Avrupa’nın her yerinde Suudiler tarafından pompalandı ve orada örtünen göçmen Magrepli aileler üzerinden de Fas’a geldi.

Suudi Arabistan kaynaklı aşırılıkçı İslam ve Müslüman Kardeşler, Avrupa’ya Fas’tan, Cezayir’den, Mısır’dan ve tabii Türkiye’den gelen göçmenleri hedef seçtiler. Bu insanların pek çoğu Müslümandılar ama kendi ülkelerinde pek camiye falan da gitmiyorlardı. Onların yabancılık ve kimlik sorunları, Selefi vaizlerin bir camilerinin olması ve sıklıkla camide buluşma çağrılarıyla örtüştü. Böylece bir “cemaat” haline gelince, daha önce olmadığı kadar birbirleri üzerinde, herkesin dini kurallara uymasına dönük bir denetim de kurmaya başladılar.

İspanya bu cemaatlerle ne yaptı, nasıl baş etti?

İspanya da diğer Avrupa ülkelerinin yaptığını yaptı ama onlardan biraz daha geç. Almanya’ya Türk göçü 60’larda başlamıştı. Fransa’ya Cezayirliler aşağı yukarı aynı zamanda gelmeye başladılar, Cezayir 1962’de bağımsızlığını kazandıktan sonra. İspanya’ya Faslıların yerleşmeye başlaması ise 80’lerin sonu ve 90’ların ortasında oldu. Sonuç Almanya, Belçika veya Fransa’da olanla aynıydı: Entegrasyonun olamaması, gettolaşma ve çelişkiler.

Sorunun büyümesinin temelinde de siyaset var. Avrupa’nın ve İspanya’nın sağ partileri ırkçı ideolojileriyle yabacıları düşman gördü; göçmenlerin, en çok da Müslüman göçmenlerin atılmasını talep ettiler. Sol partiler ise, tam tersi bir pozisyon alma ihtiyacı hissederek, desteklediklerini iddia ettikleri bu toplumun, özellikle de kadınlarının insan haklarını ıskaladılar. Ve İslamofobi kavramı da her türlü tartışmayı bloke eden bir rol oynadı, hemen herkesi İslam’ı ve İslami ideolojinin kadın düşmanlığını eleştirebilmekten alıkoydu.

TÜRKİYE TÜRBANI KAZANÇ KAPISI YAPTI

Benzer bir durumun Türkiye’de de olduğunu düşünüyor musunuz?

Burada durum biraz farklı. Türkiye’ye ilk geldiğimde türbanlı genç kadınların sokakta sigara içtiklerini görmüş ve çok şaşırmıştım. Bu tabii ki İslam’da yasaklanan bir şey değil. Ama anneme Türkiye’de türbanlı kadınların sokakta sigara içtiğini söylediğimde tepkisi onların Müslüman olamayacağı şeklinde olmuştu. Ona göre hem kapalı olup hem sokakta sigara içemezsiniz. Bu iyi ve düzgün bir kadın olmakla bağdaşmaz.

Türkiye’de türbanın dinsel olmaktan çok ideolojik bir anlamı var. İslamist ataerkillik aptal değil, bir noktada fazla asılırlarsa ipi koparacaklarını biliyorlar. Bu yüzden kapalı kadınlara kuralları içinde biraz serbestlik tanıyorlar. Sigara içebilirsin, bir kafeye gidebilirsin, çay veya meşrubat içebilirsin, ama o kadar. Ondan sonrası için kurallar sınır koyuyor.

Kurallara meydan okuyan ama hâlâ dinini yaşayan bir Müslüman olunabileceğini söyleyenler de var. İslami feminizm konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bu bir oksimoron. Hem feminist hem de inanan biri, bir Müslüman olabilirsiniz tabii. Ama olamayacak olan şudur: Bir kutsal kitap içinde yazılı olanlara dayanarak feminist bir hareket oluşturamazsınız. Çünkü o kitapta beğenin ya da beğenmeyin kadınlar ikinci sınıf olarak görülüyor. Ve Kuran’ı değiştirmeyi deneyemezsiniz, bu gerçekten haramdır!

Türkiye bu türban ve İslami giyim konusunda çok yol almış durumda! Türk kadınları, hem İslami giyim hem de her türlü makyajla bir güzellik sembolü olma konusunda rol modeline dönüştüler. Fas’ta böyle bir şey göremezsiniz. Hem türbanlı hem de bol makyajlı bir kadın! Üstelik dışarıda sigara içiyor. Bunlar haram sayılır. Oysa Türkiye’de bunun bir endüstrisi oluştu. Türkiye türbanı bir kazanç kapısı yaptı. Türbandan fazlası da var, İslami düğünler, gelinlikler, partiler… Ama hepsinin merkezinde de nesneleşmiş kadın var.Türkiye’de türban epeyce kapitalistleşmiş halde.

Şu da doğru ki Türkiye’de üst-orta sınıftan kapalı, türbanlı kadınlar var. O kadınlar kendi konfor bölgeleri içinde hareket ediyorlar. Türban takmak kendi çevrende bir saygınlık ve güvenlik sağlıyor. Hayatının herkes tarafından saygı duyulan kuralları oluyor. Kuralları takip ettiğin sürece de hayatın hep kontrol altında. Ama bunları reddeder ve kurallara karşı çıkarsanız her şey tepe taklak oluyor ve zorluklar başlıyor. Artık özgürsün ama özgürlüğün bedeli var ve bu bir kadın için oldukça ağır.

AŞÇILIK ERKEK EGEMEN BİR SEKTÖR

Siz de kenti toplumunuz içinde muhalif bir konumdasınız ve anlattığınız türden bir konfor bölgesine sığınmamışsınız.

Çok genç yaşımdan itibaren ailemin ve çevremin benden beklediklerini yapmayacağımı biliyordum. İyi bir Müslüman adamla evlenmek, ondan çocuklar yapmak, sonra torunlarımın olması ama bu hayat içerisinde benim bir söz hakkımın olmaması bana göre değildi. Melilla’da Müslüman bir aileye doğmuştum, 18 yaşıma kadar beklemek zorundaydım. Sonra babam İspanyol kimlik kartlarımı almama yardımcı oldu. O kartlara sahip olur olmaz, bebek bakıcılığı yaparak biriktirdiğim biraz parayla kimseye tek söz etmeden İspanya’ya gittim. Ve orada çalışmaya başladım.

Peki, aşçılık nasıl oldu? Önemli bir şef olmaya giden yolun başlangıcında ne var?

Kazara aşçı oldum. Gördüğüm ilk iş ilanı, “Restorana ütücü aranıyor”du. Ütü konusunda her şeyi biliyorum diye oraya gittim. Orada gördüğüm ütü bambaşka bir şeydi. Mutfakta üzerinde balık ve et kızarttıkları koca bir metal sehpaydı. Başımı sallayıp, evet dedim, bunu kullanmayı biliyorum. Oysa en küçük bir fikrim yoktu. Gerçekten bir işe ihtiyacınız varsa, her işi çok çabuk öğreniyorsunuz.

Aşçılık öyle başladı. Bir şef olabileceğimi hiç düşünmemiştim. Ama hayat beni buraya taşıdı. Bu sektör erkek egemen bir sektör. Basamakları tırmandıkça da daha fazla erkek oluyor. Maço erkekler… Çalışanların çoğu için bir kadın patronu kabul etmek zor. Ama ben durmadan ilerledim… Ta ki İstanbul’a Akdeniz mutfağı konusunda kendi projemi gerçekleştirmeye gelene kadar.

Kitabınıza dönerek bitirmek istiyorum. İslam ve ataerkillik üzerine bir kitap yazmış ama babanıza ithaf etmişsiniz?

Beni ataerkillikten kurtaran babam oldu. Harika bir insandı. Kendisi için istemediği hiçbir şeyi benim için de istemedi. Bence bütün babalar bu zihniyette olmalı.