İslamlaşma halka ait bir talep değildir!

Katıldığı resmi protokolde şarap bardağına su doldurarak kadeh tokuşturan bir “adam” vardı. Televizyonlara çıkıp çocuklarla şarkılar söyleyen, İslamcı “gömleğini çıkarıp” laik kesimlere sempatik pozlar kesen, yeri geldiğinde “eşcinsellere yasal güvence şart” diyen, “Türkiye’de ifade özgürlüğünün olmayışının mağduriyetini kendisinin de yaşamasından” dem vurup demokratik vaatlerini birbiri ardına sıralayan… Evvela anlaşılması gereken şu: O adam iktidara İslamcılığı sayesinde gelmedi! İslamlaşma da hiçbir vakit “bu toplumun” talebi olmadı. Bu yüzden AKP iktidarı boyunca atılan İslamlaştırma adımlarının her zaman örtüldüğü bir battaniyesi vardı, sarındığı bir bohçası, gizlendiği bir söylem dizgesi oldu. Yanı sıra İslamlaştırmanın tehlikelerini yadsıyan “aklıselimlerin” üst sınıf küstahlığı da tüm süreçlerde farklı mecraları sararak onun müttefiki haline geldi.

***

2001 devalüasyonunun ardından “ülkeyi ipin ucundan aldık” söylemine binaen yapılan hızlı neoliberal hamlelerde, özelleştirmelerin ve piyasalaştırmanın zirve yapması cümle sermayedarın ve hatta özel sektör çalışanının tezahüratlarıyla gerçekleşirken, buna İslami sermayenin yükselişi ve çalışma yaşamının normlarının hızla İslamileştirilmesi eşlik etti. Kalkınma ideolojisinin geometrik düzleminde ifade edilen inşa ve dekorasyon girişimlerinde yine İslami semboller göndere çekilirken, Taksim’den ODTÜ’ye varan sembolik yıkım da aynı geometrik marifetle gerekçelendirildi. Resmi törenlerin yeniden düzenlenişinden kabahatler kanununa varan İslamlaştırmalar her daim başka meselelerle ilgili gündemlerin başını çektiği “torba yasaların” içerisinde Meclis’ten geçirildi ve hâkim söylemdeki karşılıkları “ceberut devlet” imgesini kırma kisvesindeydi, üstelik bunlara karşı çıkanlara yüklenen “vesayetçi/darbeci” yaftası da pek muteberdi. Sözde çoğulcu (esasta ümmetçi) bir “demokratikleşme/açılım” söylemi de uzun müddet İslamlaştırmanın karnaval maskesi olageldi bu sayede. 4+4+4 bile demokrasi sosuyla getirildi bu ülkeye, sırf bundan “çocuklara gelinlik giydiren karanlık” ile arasında bulunan rezonans inkâr edildi. Gezi Direnişi’nin ardından İslamlaştırmaların sarıldığı demokrasi ambalajı tam yırtılıyordu ki -İslamcılar birbirine girip iktidarı üleşemeyince- gelen 15 Temmuz “Allah’ın bir lütfu” oluverdi. OHAL ilanının ardından bu sefer “terör” bahanesine binaen türeyen bir “güvenlik söylemiyle” paketlendi İslamlaştırma. Şeriatçıların cürümleri KHK’lerle cezadan muaf tutulurken, sokaklar onlardan başka “herkes” için yasaklandı. Tasfiye dalgalarıyla boşaltılan kürsülere torpilliler, “terör” bahanesiyle el konulan belediyelere kayyumlar yerleştirilmeye başlandı. Salahiyeti başıbozukluk sanan yobaz kadrolar tüm kamu bürokrasisini sararken cihatçı milisler de sınır ötesi harekâtlarda rol aldı. Bunlar yetmedi, sonra “pandemi önlemleri” bahanesiyle aylarca “şeriat antrenmanları” yaptırıldı insanlara. Keyfi içki yasakları, müzik yasakları, sokağa çıkma yasakları, eylem ve toplantı yasakları “salgın var” diye diye geniş kesimlere tatbik ettirildi. İlginçtir ki o günlerde açlıkla sınandıkları için “sanatın saati olmaz” diye sessiz direnişe geçen müzisyenler “bu yasakların illa ki kalıcılaşacağı” iddiasındaydı ancak onlara da kulak tıkayan, “yahu salgın var, ölsün mü millet” diye çıkışan bir grup üst sınıf “aklıselim” yine de türeyebilmişti. Önlemlerin kaldırılmasının ardından “reislerine” yaranmak için “yönetmeliği kenara koyan” badem bıyıklı yerel yöneticilerin “halkımızın hassasiyetleri” diyerekten yasakladıkları konserler, festivallerden sonra, işte müzik yasaklarının genişletilen kapsamıyla ilgili yeni bir düzenlemenin daha yapıldığı haberi geçtiğimiz günlerde düştü önümüze. Nihayet hep başka bahanelerin ardından tecelli eden İslamlaştırma gayreti, “anayasa değişikliğinin” gündeme alındığı şu günlerde de “aile” kamuflajını takınmış durumda. Cümle yobazın hedef tahtasına da LGBTİQ+ oturtulmuş durumda bu yüzden.

***

Bu kısa özetin ortaya çıkardığı zorunlu soru ise şu: Eğer İslamlaştırma gerçekten halka ait olan toplumsal bir talep olsaydı, İslamcı iktidarın onu hayata geçirmek için bunca ambalaja, kamuflaja -üstelik rakiplerine galebe çalıp iyiden iyiye palazlandığı dönemlerinde bile- bu kadar bahaneye ihtiyacı olur muydu? Dahası bu denli güçlü propaganda aygıtlarının yanı sıra bunca baskıya, yasakçılığa, aparatlarıyla yarattığı sahte “hassasiyetlere” ihtiyacı olur muydu? İşte “helalleşme” diye tutturan muhalefet başta olmak üzere, bugün “başörtüsüne anayasal güvence” sağlamaya yeltenen o “selim aklın” sahiplerinin yirmi yıldır bir türlü anlamadıkları mesele bu!