Muhafazakâr Parti’nin eski bakanlarından Sayeeda Warsi geçen hafta Muhafazakâr Parti içindeki İslamofobinin araştırılması çağrısında bulundu. Warsi Müslüman bir Baroness ve çeşitli İslamcı grupları ‘liberal’ değerlerin gelişmesi uğruna destekliyor. Önceki hafta da Britanya Müslümanlar Konseyi benzer bir soruşturma çağrısı yapmıştı.

Muhafazakâr Parti’nin bir İslam sorunu olduğu söylenebilir ama daha da önemlisi bir ırkçılık ve ayrımcılık sorunu var, ‘öteki’lerle sorunu var. Bence sorun edilmesi gereken bir mesele de bu aşırı uç terminolojileri.

Yıllardır İngiltere’de ve başka ülkelerde azınlıklara yönelik ayrımcılık üzerine araştırmalar yapan birisi olarak bu özelleştirilmiş ve kutsallaştırılmış kavramlar en nihayetinde bir takım totaliter rejimleri destekliyor. Bu tespit sadece bana ait değil; pek çok aydın da öteden beri benzer kaygıları paylaşıyor. Bu terminoloji ya da jargonlar bir biçimde bu meseleleri tek bir açı dışında ele almanızı engelliyor.

Anti-Semitizm bu kavramlardan belki de en yaygın olanı ama başka örnekleri de var. İslamofobi görece daha yeni ama benzer biçimde kullanılıyor. (Bu arada işaret edilen şey düşünüldüğünde Anti-İslamizm demek belki daha doğru da olur.)
Burada vurgulamak istediğim Yahudilere veya Müslümanlara karşı düşmanlık ayrımcılığın olmadığı değil. İkisi içinde elimizde yeterince kanıt var. Ancak bu tür kavramlaştırmalar yaygın kabul gördüğünde meseleyi bir anlamda ‘kutsallaştırıp’ topyekün kabul etme veya reddetme noktasına getirme riski yaratıyor. Aynı zamanda çok daha yaygın ve tehlikeli olan ‘öteki’ne yönelmiş ayrımcılık ve düşmanlığı perdeliyor. Ya ondansın ya bizden, ya kabul ya da inkar noktasına getiriliyor ve bu kavramların işaret ettikleri şeyler de kutsallaşıp tartışılamaz hale geliyor.

İsrail hükümetine dair söyleyeceğiniz her şeyi anti-Semitizm sayılabileceği gibi Suudi Arabistan, Mısır veya Türkiye için getireceğiniz eleştiriler de İslamofobik ya da anti-İslamist sayılabilir. Bu yolun sonu çözümsüzlük ve despotizme teslim olmak.

İngiltere’de yakın zamanda İşçi Partisi de anti-Semitizm eleştirilerine hedef oldu ve halihazırda bu tartışma bir sonuca ulaşmış değil. Ulaşacağını da sanmıyorum.

Bu özel ırkçılık ayrımcılık ve nefret vakalarını zikretmenin bir sakıncası yok. Bunları görüp üzerine de gitmek gerekiyor. Ancak daha geniş bir nefret suçları sorunumuz olduğunu ve bunun içinde dinsel, etnik, sınıfsal, coğrafi, demografik, fiziksel ve ırksal varyasyonlar olduğunu anlamak zorundayız. Maalesef bu nefret suçları sorunu sadece Avrupa’da değil her yerde var.

İngiltere’de çeşitli gruplara karşı ayrımcılık yapıldığını gösteren araştırmalar mevcut. Benim çeşitli gruplarla yaptığım çalışmalar bunun işgücü piyasasına yansıyan yanlarının bir kısmını gösteriyor. Müslüman azınlıkların net bir biçimde işgücü piyasasında dezavantajlı olduğunu görebiliyoruz. Benzer sonuçlar Avrupa’nın başka ülkelerinde de görülüyor.


Ancak Siyahlar ve özellikle Afrikalı siyahlar arasında görülen dezavantajlar daha büyük boyutta. Polonyalı Katolikler de İngiltere piyasasında en az Müslümanlar kadar dezavantajlı. Çek Cumhuriyeti’nden gelen ateistler de öyle. Bunların herbiri için yeni bir ‘-fobi’ geliştirip köşemize mi çekilelim? İslamofobi gibi kavramlar bu özelleştirilmiş ve yanlızlaştırılmış duruma yol açıyor. Herkes kendi fobisiyle uğraşsın gibi bir önemsiz konuma itiliyor. Sonuçta her bir grupta oturup kendisine yönelik nefreti sayıp duruyor.

Buradaki ortak payda nefret edilen ‘öteki’. Pek çok örnekte bu hedef olan öteki en kalabalık olan azınlık grup olarak öne çıkıyor: Yeri geliyor Müslüman, yeri geliyor Polonyalı, yeri geliyor Kürt ve/ya Alevi oluyor.

Gerekli olan tüm ötekileştirmelere ve adaletsizliklere ve nefret suçlarına karşı tutum geliştirmek ve yaptırım uygulamak. Yaptırımların yanında kapsamlı bir programla bu konuların tabu olmaktan da çıkarılması gerekli. Bunu başardığınızda Müslüman da Yahudi de Ateist de rahat rahat yaşayabilir. Yalanlar ve yarı gerçekler devrinde bu yönde bir liderlik beklemek ne kadar gerçekçi bilemiyorum ama hala umut var.

İyi haftalar ve bol şanslar.