İspanya işçi sınıfı, Franco darbesiyle savaşı boyunca yüklü ihanet faturaları ödemiştir. Bu uzun ve ölümcül diyetle birlikte, İç Savaş’ta işçi sınıfının yürüttüğü destansı mücadeleyi de artık dilimizde okumamız mümkün

İspanya İç Savaşı’nda savaşan ikinci Türk: Tabii ki devrimci!

Ulaş Koç

Günümüzden yaklaşık 80 yıl önce Avrupa anakarasının gördüğü en büyük toplumsal olay, İspanya İç Savaşı başlamıştı. 1936’daki seçimin, solu iktidara taşıması İspanya topraklarında birikmiş sınıfsal kutuplaşmayı gün yüzüne çıkarmıştı. Seçimin ardı sıra sol hükümete karşı girişilen darbe ile de İspanya’da proleter ordularının ölüm dirim kavgası başlamış oldu.

İspanya işçi sınıfı, Franco darbesiyle savaşı boyunca yüklü ihanet faturaları ödemiştir. Bu uzun ve ölümcül diyetle birlikte, İç Savaş’ta işçi sınıfının yürüttüğü destansı mücadeleyi de artık dilimizde okumamız mümkün. Bu sene Ferit Burak Aydar imzasıyla basılan İspanya İç Savaşı’nın İzinde Türkçedeki tek telif eser olma özelliği ve geniş çaplı siyasi çıkarımlarıyla ön açıcı oldu.

Dönemi anlatan Ülke ve Özgürlük (Ken Loach, 1995) filminin ana motifi olan İspanyol olmayan -53 ülkeden sayısı 40 bini bulan- insanların yerlerini-yurtlarını, kariyerlerini hattâ kimliklerini bırakarak faşist darbeye karşı savaşmak adına Uluslararası Tugaylar’a katılması, dönemin ve devrimci mücadele tarihinin bir kilometre taşıdır.

Faşist darbeden birkaç ay sonra gecikmeli de olsa Komünist Enternasyonal “İspanya’ya yollanmak amacıyla bütün ülkelerdeki işçiler arasından askerî deneyime sahip gönüllüler devşirme” kararını onaylamıştı. Yüzde sekseni işçilerden oluşan Tugaylar’ın çoğunluğu dönemin Komünist Parti’lerindendi. Ayrıca oluşturulan milislerde sanatçılar, şairler, yazarlar (en bilineni George Orwell) da mevcuttu. Tugaylar beraber yenmeye beraber yenilmeye gelmişti. Tarihin gördüğü en destansı diğerkâmlık hikâyesiydi. 1937’de düzenli orduyla birleştirilen Tugaylar 1938 sonunda lağvedildi. 1939’da ise Franco faşizmi iktidarı tümden ele geçirdi. Uluslararası Tugaylar toplamda 17 binden fazla kayıp verdi.

Geçtiğimiz hafta Gazete Duvar’da İspanya’da gerçekleşen devrim deneyiminin topraklarımızdaki yankısıyla ilgili Kavel Alpaslan imzasıyla “İspanya İç Savaşı’nda savaşan tek Türk: Ama faşist!” adlı bir yazı çıktı. Yazının başlığından anlaşılacağı üzere Uluslararası Tugaylar’da tek bir Türk’ün olduğu, onun da Franco faşizminin saflarında savaştığı iddia ediliyor. Franco’nun darbeci ordusunda bir Türk’ün olduğu doğru olabilir. Ne var ki savaş cephelerinde tek Türk olduğunu iddia etmek eksik bir araştırmanın sonucudur. Ferit Burak Aydar kitabında şöyle diyor:

“[…] National Archives’ta yaptığım soruşturmada Türkiye’den Uluslararası Tugaylar’a katılan tek bir ismin olduğu bilgisine ulaştım: Mustafa İbrahim, 47 yaşında, 14. Tugay mensubu (belge no: KV 5/115). Konunun uzmanlarından Erden Akbulut sayının daha fazla olması gerektiğine dikkatimi çekti (kişisel yazışma, 16 Haziran 2016).”(s. 368)

Hâl böyleyken yazarla iletişime geçtim. Bana hem kendinde olan hem de konunun uzmanı tarihçi Erden Akbulut’un bahsettiği belgeler ışığında şunları söyledi:

“Kitapta dipnotta belirttiklerim haricinde, olgusal olarak ne söyleyebilirim? Erden hoca yılların birikimine dayalı şahsi çıkarımları dışında, Türkçede rahatlıkla ulaşılabilecek Mete Tunçay’a Armağan gibi kitaplarda bahsedilen bilgilere dikkatimi çekmişti. Dolayısıyla İspanya İç Savaşı’na Türkiye’den katılan devrimcilerden bahseden ilk yazar elbette ben değilim. Görmek isteyen okur pek çok kaynağa ulaşabilir. Ben sadece bundan birkaç yıl önce halka açılan İngiliz istihbaratının arşivinden yararlanarak bir anekdot aktardım. Dahası Türkiyeli devrimcilerin durumunu değerlendirirken, o dönemki TKP’nin ‘iç’ sorunlarla boğuştuğunu, seferber olamamasında bunun önemli bir payı olduğunu da atlamamak gerekiyor.”

Bu olgusal hata ile ilgili Gazete Duvar’ı twitter üzerinden uyardım. Daha sonra Kavel Alpaslan’a da durumu izah eden bir e-posta yolladım. Ama yazar cevabında özet olarak, yazıda adı geçen Francocu Türk toprak ağası ve Mihri Belli’nin öyle dediğini; yazıda hatalı ya da düzeltilmesi gereken bir bilgi olmadığını söyledi. Biz, başka dünya mümkün diyenlerin, olguların gerçekliğine dayanarak tarih yazmamız, yanlışsa da düzeltmemiz gerekir. Aksi takdirde “darbeyi kaynımdan duydum” diyen Cumhurbaşkanı’nın ciddiyetsizliğiyle “tarihçilik” yapmış oluruz.

Anladığım kadarıyla gazete yazısının sahibi arkadaşımız mevzunun magazin yönünü olgusal gerçekliğin peşine düşmeye tercih etmiş. Bu türde bir yazının bile konu ile ilgili dilimizdeki tek telif eser –muhtemelen- okunmadan yazılması mı, yoksa gerçekler ortaya konduktan sonra verilen ciddiyetsiz cevap mı daha acı bilemedim.

Bir diğer husus, yazının altmetninde yatan vahim bir inanış: Türklerin despotik rejimlerle kurduğu dirsek teması. Yazının başlığı, Türkiye’de kapitalizmin tesis edildiği günden bugüne, resmî ideolojinin faşist devletlerle olan işbirliğinin, bu toprakların mayasında olan bir refleks olduğu ön kabulüyle atılmış gibi görünüyor. Okurda, bu toprakların insanının siyasi eğilimi sağdır, ilanihaye değişmez fikri oluşturuluyor. Neyse ki gerçekler inatçıdır.

Coğrafyamızın toplumsal mücadele tarihi söz konusu yazıda alttan alta ittirilen inanışı çürütür. Bugünün kasvetli havasından bakıldığında, bu değerli mirası zihnimizin derinliklerinden bilincimize çıkarmak zor olabiliyor. Ama elbette böylesi günler gelip geçici, gelecek güzel günler için verilen mücadeleyse bâkîdir.