Cumhuriyetçi hükümet, faşist güçlere karşı gereken önlemleri almayınca General Franco’nun başlattığı ayaklanma iç savaşa dönüştü. Üç yıl süren iç savaşta İtalya ve Almanya da İspanyol faşistlerine destek verdi. İspanya’daki antifaşistlerin sloganı şuydu: No Pasaran. Yani faşizme ve Madrid’e geçit yok. Halk, kadını ve erkeğiyle büyük direnç gösteriyordu. Batı Avrupa basını ise Madrid’in düşeceği yönünde haberler yapıyordu.

İspanya iç savaşı ve faşizm

Atilla ÖZSEVER

İspanya’da seçimler sonrası 14 Nisan 1931’de cumhuriyet ilan edildi. Kral ve ailesi ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Cumhuriyetçiler, İspanya’yı yarım yüzyıldır yöneten toprak aristokrasisi ve büyük burjuvaziden iktidarı seçim yoluyla alabilmişlerdi.

Yeni hükümette cumhuriyetçilerle sosyalistler görev aldı ancak eski rejim sahiplerini tam anlamıyla tasfiye etmediler. Krallıktan cumhuriyete geçiş yapan bu kansız dönüşüm, eski rejimin üç temel unsuru olan kilise, ordu ve toprak sahiplerince tepkiyle karşılanmıştı.

Almanya’da Hitler’in 1933’te iktidarı ele geçirmesinden sonra İspanya’da da eski diktatör General Primo de Rivera’nın oğlu, gerici Falanj Partisi’ni kurdu. Cumhuriyetçi-sosyalist hükümet, faşizme karşı sadece siyasal alanda bir takım biçimsel değişiklikler yaptı, burjuvazinin tekrar egemen sınıf olmasını önleyecek ekonomik ve sosyal önlemleri almadı.


3 Aralık 1933’te yapılan seçimlerde cumhuriyetçi-sosyalist koalisyon yenilgiye uğradı. Merkez sağcı ve monarşi yanlısı partiler çoğunluğu ele geçirdi ve yeni hükümeti kurdular.

Sağcı hükümet, İtalyan faşist lider Mussolini ile ülkedeki rejim değişikliğine destek vermesi yönünde bir anlaşma imzaladı. İspanya’da siyasal gerginlik artıyordu.

CEPHE’NİN KURULUŞU

1934’te Asturia bölgesindeki maden ocaklarında işçiler eylemlere başladı. Sosyalist, komünist ve sendikalardan oluşan devrim komitesi özerk bir yönetim ilan etti. Fas’ta bulunan General Franco emrindeki askeri birlikler yurda dönerek bu girişimi bastırmak istedi. İki hafta süren çatışmalar sonucunda üç bin kişi öldü, halk ayaklanması kanla bastırıldı. Bu olay, iki yıl sonra başlayacak olan iç savaşın ilk habercisiydi.

1936 yılında cumhuriyetçiler, sosyalistler ve komünistlerin katılımıyla bir Halk Cephesi kuruldu. Halk Cephesi’nin sağ kanadını cumhuriyetçi partiler, sol kanadını ise sosyalist ve komünist parti ile birlikte sol eğilimli sendikalar oluşturuyordu. Ülkenin güçlü anarşist sendikası CNT de Halk Cephesi’ne destek veriyordu.

16 Şubat 1936’da yapılan seçimlerde cumhuriyetçiler ezici bir çoğunluk kazandılar. Sağcı partiler 147 milletvekili çıkarırken Halk Cephesi 277 milletvekili elde etmişti. Cumhuriyetçi partilerin ağırlıklı olduğu Halk Cephesi’nde sosyalistler 89, komünistler de 16 milletvekiline sahipti.

Yeni hükümet, çalışanların iş ve ücret koşullarıyla ilgili iyileştirmeler yaptı, orta ve küçük köylüyü destek kredileri açtı, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak eğitimin tümüyle laikleşmesi yönünde girişimlerde bulundu.

İÇ SAVAŞIN BAŞLAMASI

Halk Cephesi hükümetinin bu tür girişimleri, gerici güçleri ürküttü ve bir karşı devrim hareketi başladı. Ancak Cumhuriyetçi hükümet, faşist örgütlenmelere karşı gereken tepkiyi göstermedi. Halk Cephesi hükümetinde sosyalist ve komünistler milletvekilleri yer almıyordu.

Komünistler, başta Franco olmak üzere komplocu generallerin görevden alınmasını ve faşist örgütlenmelerin yasaklanmasını talep ettilerse de hükümet bu uyarıları dikkate almadı. Cumhuriyetçi hükümet, ordunun kilit noktalarında bulunan faşist generallere dokunmadı.

Hitler ve Mussolini de, Halk Cephesi’nin ayakta kalmasını istemiyorlardı. İspanya’da ABD’nin tekelinde bulunan Ulusal Telefon Şirketi’nin Amerikalı müdürü albay Behn de 1934’ten beri Franco ile ilişki halindeydi.

Nihayet faşist General Franco, 18 Temmuz 1936’da İspanya’da bir iç savaşa yol açacak ayaklanmayı başlattı. Kilise, hemen Franco’nun yanında yer aldı. Tekelci sermaye sınıfı da bu ayaklanmaya destek verdi.

İspanya’nın kırsal bölgelerinden harekete geçen Franco’nun askerleri, köylüleri yerlerinden edip geniş arazileri büyük toprak sahiplerine geri veriyorlardı. Köylüler kimi yerde hapsediliyor, kimi yerde kurşuna diziliyordu.

Ayaklanmanın 10’uncu gününde, yani 29 Temmuz 1936’da Mussolini ve Hitler, Franco’ya uçak dahil çok sayıda silah gönderdi. Aslında iç savaşın başlamasıyla birlikte adem-i müdahale anlaşması yapılmıştı. Yani diğer devletlerin savaşan taraflara silah göndermemesi kararı alınmıştı fakat Hitler ve Mussolini bu karara uymadı.

Sovyet lider Stalin ise, başlangıçta anlaşmaya bağlı kaldı, Almanya ve İtalya’yı kışkırtmamak için müdahaleden uzak durdu. Ancak faşist devletlerin yardımı üzerine 24 Ekim 1936’da ilk Sovyet tankları İspanya’ya sevk edildi.

ispanya-ic-savasi-ve-fasizm-879268-1.
Soldan sağa ön sıra Karl Wolff, Heinrich Himmler, Franco, İspanya Dışişleri Bakanı Serrano Súñer/Madrid-Ekim 1940


“FAŞİZME GEÇİT YOK”

Faşistler, öncelikle başkent Madrid’i ele geçirmek istiyorlardı. Madrid savaşı, temmuz 1936’dan mart 1939’e kadar sürdü. Mussolini’nin faşist lejyonları da Franco güçlerine yardım etti. Batı Avrupa basını Madrid’in düşeceği yönünde haberler yapıyordu. İngiliz hükümeti, Madrid düşer düşmez Franco’yu tanıyacağını ilan etmişti.

Halk Cephesi güçleri ise faşist ayaklanmaya karşı var gücüyle direniyordu. İspanya’daki antifaşistlerin sloganı şuydu: No Pasaran (Geçemeyecekler). Yani faşizme ve Madrid’e geçit yok. Madrid halkı, kadını ve erkeğiyle büyük bir direnç gösteriyordu. Madridli Cumhuriyetçi kadınlar, “Kahraman dulu olmak, korkak karısı olmaktan yeğdir” parolasını dillerinden düşürmüyordu.

8 Kasım 1936’da çeşitli ülkelerden gelen antifaşist kişi ve gruplar, “Uluslararası Tugaylar” adı altında Madrid Savaşı’na katıldı. Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sı, hem karacı birlikleri, hem de hava kuvvetleriyle Madrid’e saldırıyordu. Dış desteği de arkasına alan Franco, üç kat daha büyük bir güçle Nisan 1938’de ülkenin üçte ikisini ele geçirmişti.

Franco, at üstünde yön gösteren süvari anlamındaki Caudillo unvanını aldı. Kullandığı slogan da, “Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Caudillo (Tek Önder)” idi. Franco, böylece kişisel diktatörlüğünü ilan etmiş oluyordu.

FRANCO’NUN ZAFERİ

İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Batılı devletlerin faşizme ödün vermesi sonucu Cumhuriyetçi İspanya’nın da yenilgisi hızlandı. Fransız Hükümeti, 12 Haziran 1938’de İspanya sınırını kapatarak Cumhuriyetçi güçlere silah gönderilmesini engelledi.

Madrid halkının direnişi devam ediyordu. Ancak 5 Mart 1939 tarihinde Madrid’de bulunan Cumhuriyetçi ordunun yüksek rütbeli bazı subayları Franco ile ilişkiye geçti. Bu generaller, bir cunta kurup hükümet darbesi yaptılar ve tek bir kurşun dahi atılmadan Madrid’i faşistlere teslim ettiler.

İç savaşın başından beri “geçilemeyen” Madrid, işbirlikçi generallerin bu tavrı yüzünden yenilgiye uğramış oluyordu. 30 Mart 1939’da bütün İspanya, Franco kuvvetleri tarafından işgal edilmişti. İç savaş, 1 Nisan 1939’da resmen sona erdi. Artık ülkede sabaha karşı kurşuna dizmeler, işkenceler, sosyalist, komünist ve cumhuriyetçilerin acımasızca yok edilmesi dönemi başlıyordu.

SOLUN HATASI

İç savaş boyunca İspanya’da ikili bir iktidar durumu vardı. Faşist ordular merkeziydi, Halk Cephesi güçlerinin de merkezileşmesi gerekiyordu. Ancak 1917 Rusya’sındaki Sovyetlere benzer bir şekilde milislerin ve işçi delegelerin tüm İspanya çapında bir örgütlenmeleri yoktu. En büyük grubu oluşturan anarşist sendikalar, gücün merkezileşmesi sonucu işçilerin yeni oluşacak devlet tarafından ezileceği düşüncesine sahipti. Komünistler, düzenli orduya geçmek isterken anarşistler bunu reddediyordu.

İç savaş sürecinde Katalanya’nın anarşist bloğu, komünist ve sosyalist hükümetten ayrıldı. Bu iç çatışma cumhuriyetçi cepheyi böldü. Öte yandan milliyetçi cephenin İtalya ve Almanya tarafından desteklenmesi, Fransa ve İngiltere’nin ise İspanyol cumhuriyetçilerine silah sağlamayı reddetmesi, Halk Cephesi’nin yenilgisinde önemli bir rol oynadı.

Komünist Partisi’nin zaman zaman Stalin’in de etkisiyle liberal burjuvaziyle uzlaşma çabaları, iç savaşın seyrini olumsuz yönde etkiledi. Son cumhuriyetçi şehirler de 1939 Nisan’ında düştükten sonra Franco’nun 36 yıl süren diktatörlük dönemi başlıyordu.

Franco döneminin ilginç olaylarından biri de şuydu: Uluslararası bir futbol maçını bir kafede seyreden bir İspanyol vatandaşı, heyecanlanıp “Haydi Rusya” diye bağırınca “yasadışı bir rejimin kurulmasına destek çıktı” gerekçesiyle yedi ay hapis cezasına çarptırılmıştı…

ispanya-ic-savasi-ve-fasizm-879269-1.
İspanyol Sosyalist İşçi Partisi'nin bir afişi.

FRANSIZ SOLUNUN HATASI

Fransa’da da 1930’lu yılların başında solda bir bölünmüşlük vardı. Komünist Parti, sosyal demokrat Sosyalist Parti’yi “sosyal faşist” olarak suçlarken sosyal demokratlar da merkez sağ hükümete hoşgörü ile bakıyordu.

Bu arada ülkenin en büyük sendikası CGT, ekonomik kriz ve faşist girişimlere karşı 12 Şubat 1934’te genel grev çağrısı yaptı. Genel grev, komünist ve sosyalistler arasında bir birleşme zemini yarattı, hatta Komünist Parti bir burjuva partisi olan Radikal Parti’ye cumhuriyeti koruma temelinde bir anlaşma çağrısında bulundu.

Komünist, sosyalist ve radikallerin oluşturduğu “Halk Cephesi”, 1936 seçimlerinden başarı ile çıktı. Sosyalist lider Leon Blum’un başkanlığında sosyalist (adı sosyalist programı sosyal demokrat) ve radikallerden oluşan bir hükümet kuruldu, komünistler ise bu hükümeti dışarıdan destekledi. İşçi sınıfı hareketlendi, grevler, işyeri işgalleri, yönetimde söz sahibi olma ve sendikalaşma yaygınlaştı. Fransa, bir anlamda devrim öncesi 1917 Rusya’sına benziyordu.
İşverenler, grevlerin sona ermesi için önemli tavizler verdi, ücret artışları yapıldı, işçi temsilcilerinin yönetimdeki etkinliği arttı, haftalık çalışma süresini 40 saatle sınırlayan ve iki haftalık ücretli tatil getiren yasa süratle parlamentodan geçti.

Bu arada militan işçiler, sosyal hakların ötesinde toplumsal bir değişim istiyorlardı. Ancak Komünist Parti lideri Thorez, işçi sınıfının Sovyetlerdeki gibi her alanda örgütlü bir biçimde siyasal iktidarı ele geçirecek aşamada olmadığını bildirdi.

Fransa’daki siyasal çalkantı, hızla büyüdü, 1938’de Halk Cephesi eski etkinliğini kaybetti. 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Fransız yönetici sınıfı, Komünist Parti’yi yasa dışı ilan edecek noktaya geldi. Alman işgali sonucu Fransız faşistlerinin de içinde bulunduğu bir hükümet kuruldu.