Sadece on beş yıl hüküm süren fakat ülkenin bugün de kullanılan sınırlarını çizen ve ülkeye Çin adını veren Qin Hanedanlığı (MÖ 221-207) İmparatoru, belki de tarihin ilk ispiyonculuk ağını kuran kişidir. İmparator, insanların özünde kötü olduklarına ve boş bırakılırlarsa başkalarına zarar veren eylemlerde bulunacaklarına inanırmış. Bu yüzden devlet yapısı ve toplum yaşamının her anını, her alanını kontrol etmek gerektiğini düşünürmüş.

Bürokrasiyi bu düşüncesine uygun olarak yapılandırmış. İmparatorluğu 36 eyalete bölmüş ve her eyalete iki yönetici atamış. Yani gözleri birbirinin üstünde olacak iki adam, iki yöneticiden amaç bu... Ardından eyaletleri daha küçük yönetim birimlerine ve giderek daha da küçük birimlere bölmüş ve her birinin başına yine iki yönetici atamış. Bu devlet içi ispiyon mekanizmasının imparatoru memnun edecek kadar iyi işlediği söyleniyor. Fakat halkın gözünün birbirinin üstünde olmasını amaçlayan “ispiyonculuk müessesesi” açısında işler pek umduğu gibi gitmemiş. İmparator Qin, bir zaman sonra, kendisine çok acı verdiği söylenen bir gerçeği fark etmiş: Halkın arasındaki ispiyoncuların ülkenin döküntüleri olduğunu ve bazen çok küçük bir çıkar elde etmek için bile değerli, saygın, yetenekli insanlara zarar verdiklerini; değerli insanların ise bu “ispiyonculuk müessesesi”nden iğrendiklerini görmüş. Hakkında yazılanlara göre, “Ben nasıl bir imparatorum böyle… Değerli, saygın insanlar yapmaya çalıştıklarımdan iğreniyor ve bana saygı duymuyorlar. Ama ülkenin çöpü saydıklarım sahip çıkıyorlar. Çöplerin imparatoru olmak çok aşağılayıcı” demiş, kahretmiş. Genç yaşta herhalde bu kahrından ölmüştür…

İhbarcılık değil ispiyonculuk sözcüğünü bilerek kullanıyorum. Türkçede eylemin kime karşı, kimin için ve kim tarafından yapıldığına bağlı olarak anlamın farklılaştığını düşünüyorum. Örn. bir yolsuzluğu ifşa etmek “ihbar etmek”tir ve ahlaken düşük bir davranış kabul edilmez (aksine ödüllendirilen bir davranıştır). Ama iktidar/devlet politikalarına muhalif birisini otoriteye “fısıltı” uçurarak hedef göstermek “ispiyonculuk”tur. Dünya’nın her yerinde ispiyoncular insani-ahlaki olarak düşkünler, döküntüler, değersizler arasından çıkarlar. Yani İmparator Qin’in dediği gibi, “bunlar toplumun çöpü”dür (sezgi düzeyinde kendileri de bunun farkındadırlar).

Son iki-üç yıldır, Çin’de öğrencilerin derste “uygun olmayan politik yorumlar yaptığı” gerekçesiyle ispiyonladığı çok sayıda eğitimci işinden oldu. Yani ÇKP’nin “ideolojiyi güçlendirme ve üniversitelere yabancı sızmayı önleme” politikasının ardından... Bu politikayla birlikte, “eğitimcilerin görev başında ‘ulusal çıkarlara aykırı davranmaları ve Parti politikalarını ihlal etmeleri’ suçtur” diye bir yönetmelik yayınlandı. Bu bulanık ifadelerle yapılan suç tanımı ispiyonculuğun kapısını aralamış oldu. Daha açık anlatabilmek için sosyal medyada çok ses getiren bir örneği aktarmak istiyorum. Bu örnekteki yaşlı prof., ispiyoncuya göre, “Japonlar, Çinlilerden daha üstün bir halk” demiş. Çin’de bu lafları edecek bir kişi bile çıkmaz. Japonların 80 yıl önce yaptığı katliam ve kadın tecavüzleri burada “unutulmuş bir uzak geçmiş” değil. Bu Prof., suçlamaya karşı şu açıklamayı yaptı: “Derste bazı öğrenciler dersi dinlemek yerine cep telefonuyla ilgileniyorlardı. İlgili, çalışkan biri olan iki yıl önceki bir Japon öğrencimi bir iyi model olarak andım ve şayet sorumluluk taşımazsanız ve çok çalışmazsanız, Japonlar bizden daha üstün bir ulus olacak ve biz daha aşağıda yer alacağız dedim.” Aslında, prof. tam da Çin Eğitim Bakanı’nın istediği “ideolojik çalışma”yı yapmış. Ama ispiyoncu tam tersini anlamış.

Eğitim Bakanı’na göre, “eğitim sistemi Parti’nin ideolojik çalışmasının ön cephesidir… Düşman güçler topluma öncelikle eğitim kurumları aracılığıyla sızar. Buna rağmen, üniversiteler ‘ideolojik çalışma yapma sorumluluğu’nu gerektiği gibi yerine getirmiyor.” Bakan/Parti’nin arzu ettiği “sorumlu ideolojik çalışma”, öğrencilerin ÇKP çizgisinde politikleşmesi. Fakat maksat bir türlü hâsıl olmuyor. Öğrenciler bu ders kılıklı beyin yıkama seanslarından uzak duruyorlar. Otuz yıllık kapitalist dönüşüm sürecinde yetişen nesil ideolojiye duyarsız, neredeyse apolitik sayılır (ve çok az okuyor). Fakat ülkede yaşananın bir tür devlet kapitalizmi ya da ona benzer bir şey olduğunun ve bunun giderek büyüyen bir adaletsizlik ürettiğinin, “Çin’e özgü sosyalizm”in ise ÇKP’nin icat ettiği bir yutturmaca olduğunun farkında. Bence “ideolojik çalışma”dan uzak durmaları apolitik ilgisizlik değil bir reddiye, anlatılan yutturmacaya reddiye... ÇKP’nin bir türlü görmek istemediği gerçek işte bu. “İdeolojik çalışma”ya ilgi gösteren ve politikleşenler ise ya Parti gençliği ya da bahsettiğim örnekteki gibi ispiyoncular.