Güçsüzleştirilmiş insanlar, küçük ev yapımı isyanları ile hayat karşısında tavır koymuş olurlar

Çocuk kafası çabuk yorulur. Beynin tek tek bölgelerinin gelişimini aşan adım bu bölgelerin birbirine bağlantılı çalışmasını sağlayan ‘beyaz madde’ye dayalı iletişimden sorumlu dokunun gelişmesidir. Nöronlardan oluşan gri madde kümelenmeleri değişik yerleşkelerde ‘uzmanlık alanları’ oluşturabilir. Dil, aritmetik ya da yüz tanıma belli beyin bölgelerinin doğrudan işlevi olarak gerçekleşir. Ancak bu becerilerin gündelik hayatta bireyin kendisi ve çevresindekiler için anlamlı bir biçimde ortaya çıkması, bu uzmanlık alanlarının özellikle beynin yönetiminden sorumlu önbölgesiyle ilişkilerinin ‘sıkıfıkılığına’ (bağlantı sağlayan beyaz madde dokusunun yoğunluğuna ve miyelinden zenginliğine) bağlıdır. Küçük bir çocuk, hele ülkemizin ezberciliği teşvik eden eğitsel ortamındaki bir çocuk, birçok bakımdan annesini ve babasını geride bırakabilir. Bir zeka testinde daha yüksek skorlar elde edebilir. Yine de, çocuğun baktığı probleme şöyle bir bakan anne doğru cevabı bulmakta kendisinden akıllı oğlundan hızlı hareket eder. Gri madde kümeleri arasındaki bağlantıların çokluğu ve yaygınlığı sayesinde, değişik bölgeleri harekete geçirme olanağı (görsel tasarım ile bellek arasındaki beyaz madde temelli bağ, annenin yıllar önce gördüğü bir problem çözümünü hatırlayarak konuyu çok iyi bilmese de çözümü tahmin edebilmesini sağlayabilir) beyni yormaksızın bir imece ortamı oluşturabilir. Küçük çocuğun aynı problemi çözerken kullandığı bölge (diğer bölgelerden yardım alacak bağlantılara henüz kavuşmamış olduğu için) tek başına aşırı yüklenerek çalışır. Biz yetişkinlerin “ne var bunda ki?” dediği birçok ödev ya da problemin çocukları aşırı yormasının nedeni, beyinlerinin eldeki kaynakları bir arada kullanma konusundaki eksikleridir. Yaş büyüdükçe, beynimizin iç iletişimi zenginleşir. Bu aynı bilgi ve birikimle daha verimli biçimde akıl yürütmemize olanak sağlar. Çocuk olmadığımıza dua etsek yeridir.

Eski dostlar. Çocuk olmanın zorlukları bir yana, çocukluktan kalma arkadaşlara ne demeli? Dönüp dolaşıp vazgeçemediğimiz, bir biçimde iliklerimize işlemiş bu ilişkilerin gücü nereden geliyor? Televizyon dizisi ‘In Treatment’ın psikoterapisti Paul Weston, hastası, en yakın olabildiği arkadaşlarının hepsini neredeyse yuvada edindiğini söylediğinde şaşırmıyor; “doğru, büyüdükçe kapılarını kapattığın iç dünyana, kapılar kapanmadan önce kapak atabilmiş olanlar onlar” diyor. İçimizin kapılarını kapatmazsak ne olur? Kırarlar, üzerler, incitirler… Bu kaygılar, başkalarını düşünemeyecek kadar kendi kırılganlığımızla meşgul olmamıza yol açtığında, katılaşmamız gizlenemeyecek bir düzeye ulaşır. Çocukluk arkadaşlarının ‘güvenilirliği’, bize verdikleri rahatlık hissi, onların güvenilirliği kadar, bizim insanlara güven konusundaki koşulsuzluğumuzun da ürünü. Çok eskide kalmış, soyadını bile yanlış hatırladığımız bir insanın nedenini anlayamadığımız bir sıcaklık duygusunu bu kadar kolayca oluşturabilmesi, belleğimizin bağışlayıcı iyimserliği sayesinde mümkün.

Israrengiz bir durum. Misafire “çay alır mısınız?” diye soran ev sahibine “teşekkür ederim, almayayım” diyene ne yapılır? “Peki, siz bilirsiniz” deyip geçmek varken, “Allah aşkına, ölümü öp, n’olursun” (ve sonsuz bir dağarcıktaki diğer laflar) diyerek yalvar yakar ısrar etmek niye? Siz böyle düşünürken, ısrar edilen kişi (ki siz onun için üzülmektesiniz), “peki, alayım” der. Yarım ağızla teklif edilen çaylar, pastalar ev sahibinin bize biçtiği değeri yansıtır. Israr etmesini beklediğimiz arkadaşlarımızın niyetlerinin ve tekliflerinin sahiciliğinden emin olmanın bir yolu tekrar tekrar, yılmadan her şeye rağmen bize vermek istediklerini sahiden vermeye çalışmalarıdır. Israr, sahiciliğin ve içtenliğin bir ölçütü sayılır. Bir kere söylemek yetmez, iki kere söylemeniz, verdiğinizi almaz ise mahvolacağınızı belirtmeniz gerekir. Çocuklar annelerinin kendilerine sahiden ilgi gösterdiğinden emin olmak ister, onun sınırlarını zorlar, bir tür testten geçirirler. Sevgililerin “bakalım ne yapacak” sınavlarına benzer bu sahicilik testi yerine geçen ısrar krizleri ev sahiplerinin misafir nezdindeki reytinglerini belirler. Israr edilmediğinde, çay tepsisi önümüzden şöyle bir geçirilip gittiğinde, kendi gözümüzdeki değerimiz buharlaşmaya başlar.

Sınır zorlama. Çocuklar güçsüz hissettiklerinde, sınırları zorlamaya kuralları çiğnemeye başlar. Güçsüzlük duygusu bir biçimde ortaya çıktığında, gücünü sınamak için hızla kontrol edebileceği şeyler arayan zihin, kuralları delmeye, itaatsizlik eylemleri düzenlemeye başlar. Kimseye kulak asmayan, kuralları hiçe sayan ‘isyankâr’ çocuk, kendi dayanılmaz güçsüzlüğünü telafi etmek için çabalar. Kurallara uymamak bu yönde bir adımdır. Yurttaşlarının güçsüzleştirildiği antidemokratik düzenlerde, kuralları delme en çok trafikte ve çevre temizliğinde görülür. Güçsüzleştirilmiş insanlar, küçük ev yapımı isyanları ile hayat karşısında tavır koymuş olurlar.