Türkiye’de enflasyon ve işsizlik önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Ekonominin bu baş aktörleri artık öyle boyutlara erişti ki, ekonominin ulusal ve uluslararası tüm birimlerinin dikkati de buraya çekilmiş oldu.

Nitekim işsizlik, hem sosyal hem de ekonomik bir sorun olarak, nitelikli yaşam-insan onuruna yakışır adil bir yaşam talebinde olanların her daim sorunu olsa da, mevcut AKP ekonomisi için de kabul edilebilir çizginin dışında kaldı. Görüldü ki bu iki veri aldı başını gidiyor, hükümet de kendince düğmeye bastı. İşsizliğe çözüm dedi, istihdam seferberliği dedi… Bu çözüm işe yaradı mı? Elbette yaramadı. Hatta daha ciddi sorunları da beraberinde getirdi. Konuya kısaca bakmaya çalışırsak;

Bilindiği gibi hükümet sene başında, oranı yüzde 10’u geçen işsizlikle mücadele edeceğini duyurarak ‘istihdam seferberliği’ adıyla yeni bir program başlattı. Bu programda işverenlere, istihdam ettiği her bir işçiye karşılık toplamda 773TL destek verileceği duyuruldu. Eli sıkışık olan, elinde büyük miktarda borç taşıyan işverenler de bu desteği oldukça çekici buludu. Bu seferberlik başladığında, bu desteğin alınmasına yönelik ‘kağıt üzerinde’ işçi çalıştırmalara, ‘girdi-çıktı’ yaparak bunu istihdam gibi göstermelere de gün doğacağına ilişkin uyarılar yapıldı. Kaldı ki, işsizlik rakamlarının seyri, bu ‘yöntemlerin’ hayata geçirildiğini ortaya koyuyor. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR) da yapmış olduğu açıklamada, “İstihdam seferberliği” iddiasının lafta kaldığını ve istihdam artışının yavaşladığını ileri sürerek konuya dikkat çekmişti. DİSK-AR, teşvikin söz konusu olmadığı 2015-2016 Nisan dönemlerindeki istihdam artışının, teşvikin olduğu 2016-2017 Nisan dönemine göre daha yüksek olduğunu ifade etti. Hatta rakamlara bakıldığında teşvikli dönemdeki istihdam artışının, bir önceki dönemin yarısı olduğunun da altını çizelim.

İşsizlik neden seferberlikle önlenemez?

İşsizlik elbette her ülkede olabileceği gibi bizim ülkemizde de çözümü olan bir sorun. Neden işsizliğin tırmandığına ilişkin nedenler de ortada. Her şeyden önce ülkede gelir yaratıcı, istihdam sağlayıcı bir yatırım yok. Bu yatırımı ülkeye çekecek bir kapasite de ortada yok. Yani dünyadaki rekabetçi seviyeyi tutturabilecek bir üretim için gerekli teknoloji, gerekli eğitim yapısına sahip çalışan, maliyet avantajlı lojistik yok. Ve elbette ki tüm bunları bir arada, daha ileri bir üretimi hedefleyerek yönetebilecek bir vizyon yok. Çünkü ülke ekonomisi bugün daha ucuza daha fazla para kazanma olanaklarına sahip. Önündeki tüm engelleri kaldırılmış devasa bir inşaat ve gayrimenkul sektörü ve bu sektörce beslenen finans sektörü var. Bu alanlarda daha çok kazanmak varken, neden bir sermaye sahibi yatırımcı istihdam-üretim-toplum refahı gibi meselelerin peşine düşsün ki?

Hal böyle olunca ülkemizde istihdam edilen kişi sayısı değişirken, aynı zamanda istihdamın sektörel yapısı da değişime uğruyor. Yukarıdaki grafikten izleneceği gibi, 2005 yılından bu yana imalat ve tarımın, toplam istihdam içindeki ağırlığı düşerken, hem yeni istihdama katılanların hem de var olanların inşaat ve hizmetler sektörüne geçtikleri izleniyor. Diğer bir ifade ile ekonomi politikaları, inşaat ve hizmetlere sermayeyi yönlendirirken, istihdam da burada yoğunlaşıyor. Ve tabii çalışanlar, bu sektörlerin tipik birer özelliği olan güvencesiz-enformel, düşük maaşlı çalışmaya da tabi tutuluyorlar.

İnşaat ve ev hizmetlerine yeni teşvik

Sene başındaki seferberlik işe yaramayınca, 1 Ağustos 2017 itibari ile geçerli olan yeni bir teşvik daha getirildi. Buna da ‘sektörel hamle’ deniliyor. Bu hamlede, toplamda yeni istihdam hedefi 3 milyon olarak belirlenmiş, bunun 2 milyonunun da inşaat ve turizm olması isteniyor. Fazla iddialı olan bu hedeflere, sadece ülke istihdam politikalarına ışık tutması bakımından yaklaşmakta fayda var.

Tüm bunlara ilave olarak, yine teşvikin bu kez ev hizmetlerinde çalışmaya ilişkin verilmesi de önemli. Esasen bir kamu görevi olan yaşlı, hasta ve çocuk bakımı gibi işlerin sigortalı birer meslek olarak desteklenmesi, kamunun görevleri, sosyal devlet ve en tabii güvenceli çalışma konularının daha fazla tartışılması gerektiğini hatırlatıyor.