Birkaç gün önce AKP’li milletvekillerinden birisi ekonomik kriz olmadığını temellendirmek için “Bu ülkede 17 yıldır iktidarda bulunan bir partiyiz. Bugüne kadar ekonomik kriz yaşamamış bir ülkeyiz. Geçen seneden itibaren ekonomik olarak bir daralma yaşadık. Bu da dışarıdan bize yapılan müdahalelerle ilgiliydi. Bu ekonomik daralmadan bir an önce toparlanmaya geçişimizin sebebi güçlü başkanlık sistemidir” demişti. Hatta işsizliğin de olmadığını, sorunun “kimsenin iş beğenmemesi” olduğunu kendi şahitliğine başvurarak ispatlamaya çalışmıştı. (https://www.birgun.net/haber/akp-li-vekil-kriz-yok-kimse-is-begenmiyor-273536 )

Oysa bizatihi ellerinde tuttukları ve her sıkıştıklarında ya yönetimine ya da hesaplama yöntemine müdahale ettikleri TÜİK’e göre bile, ekim ayı itibariyla geniş yaş aralığındaki (15-34) genç işsiz sayısı toplamda 2 milyon 792 bin, 15-29 yaş grubunda “ne işte ne de okulda” olanların oranı yüzde 31,6, yani 5 milyon 590 bin olarak ilan edilmiş durumda.

İşsizlik ve AKP iktidarının bu “enteresan” ilişkisi daha önce defalarca dillendirilmişti. Erdoğan neredeyse düzenli olarak her akademik yıl başında “her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok” açıklaması yapıyor. Mitinglerde iş isteyenleri azarlıyor. En ibret verici olanı Kütahya azarlamasıydı: “İşçilerin hepsi hakkını almıştır. Aldığını bilmeyenler, gitsin anlayanlardan öğrensin. Siz hala 10 kişi, 15 kişi anlamamışsınız. Bütün bu yaptıklarımız birilerini şımartmasın. Kimsenin yapamadığını biz yaptık…Bu zamana kadar size ne anlatıldığını duymuyorsunuz, bilmiyorsunuz, anlamıyorsunuz. Kaç kere bunları söyledik, anlattık. Sen Karayolları’nda kimin elemanısın. Devletin değil. İhale almış olan bir şirketin elemanı mısın? Bu bir. Eğer taşeron elemanıysan, şu anda taşeron kalkıyor.”

Bu şefkatli(!) ve enteresan(!) açıklamalar devam ederken, TİSK Yönetim Kurulu Başkanı işsizliği “ülkenin en önemli sorunlarından birisi” ilan etti. Çözüm olarak ise “esnek çalışma modellerinin yaygın uygulanmasının şart olduğunu” belirtti. Esnek çalışmayı siz zaten kırıntısı kalmış olan emekçi lehine olan düzenlemelerin tamamen yok edilmesi olarak okuyun. (https://www.bloomberght.com/tiskakkol-issizlikle-etkin-mucadele-icin-esnek-calisma-sart-2236556)

Bu açıklamanın yapıldığı saatlerde ise TBMM, olmayan bütçe hakkının göstermelik bütçesini görüşmeye başladı. İlk rakamlara göre savunma ve güvenlik harcamaları çok büyük bir yer tutuyor. Bunun içerisinde ne kadarının doğrudan savaşın finansmanı olduğunu öğrenebileceğimizi hiç sanmıyorum. Örneğin: TBMM’nin web sitesinde yazılı soru önergelerini taradığınızda, ÖSO mensuplarının ücret ve sair maliyetlerine dair sorulan hiçbir soruya cevap verilmediğini görüyorsunuz. Bırakın şeffaflığı, nasıl bir karadelik olduğu ölçülebilir bile değil. Muhtemeldir ki tezkerede oluşan “milli mutabakat” buraları çok sorgulatmayacaktır, sorgulamayacaktır.

Sıra işçinin, emekçinin, memurun taleplerine geldiğinde neoliberal laf salatasına döndürülmüş, sözde derin teknik analizlerle kırk dereden su getirenler, her kriz anında gözünü var olan haklara dikiyorlar. Ama devasa savaş, savunma ve güvenlik harcamalarını hiç mi hiç sorgulamıyorlar. Sürekli işçilerin birikimleri ile kurtarılan batakçı sermayedarların, şu bekamızı tehdit eden dış saldırıların herhangi birisinde “Bu kez de kârdan yiyelim, ne esnemesi ne işten çıkarması?” dediklerini, dolaylı vergileri sorguladıklarını hiç duydunuz mu?

Çalışanın krizde ilk atılacak safra, batakçı sermayedarların ise krizde ilk kurtarılacak elitler olarak görüldüğü sistem devam ettikçe savaş da bitmez, sömürü de. Ve bu ikisi doğrudan bağlantılı ve sınıfsaldır.

Bu sorgulamaları yapıp aradaki bağı deşifre edecek olan muhalefet, millilik adına bu çelişkilerin üstünü örtecek bir tutum alırsa, gerekçesi ne olursa olsun elindeki belediyeleri İşveren Sendikası olarak örgütlerse ezilenlerle bağ kuramaz. Eleştiriye ve değiştirmeye buradan başlamak zorundayız.