İşsizlik yüzde 11’i geçti; üretim  eksiye düştü

Ekonominin gündeminde iki başlık, diğer gelişmelerin önüne geçiyor. Her ne kadar Amerika’daki seçimler sonrasında doların yükselmesiyle birlikte finansal piyasalardaki oynaklık tedirginlik yaratsa da, reel verilerdeki görünüm çok ciddi bir sıkıntının varlığına işaret ediyor. Öte yandan iç ve dış siyasetteki gelişmelerin ekonomiye özellikle kur yoluyla çok sert yandığı şu günlerde ‘kriz gelir mi?’ sorusuna reel veriler tarafından çok net cevap verildiğini gözlemliyoruz.

Bu iki veriye geçmeden önce, Amerika’daki seçimlerin Türkiye ekonomisi için belirleyici olduğunu söylemek gerekir. Trump’ın, Clinton’a kıyasla çok farklı bir ekonomi stratejisi izleyeceği için değil, fakat özellikle faiz gibi alanlarda daha agresif olacağı için. Türkiye’de ekonomi ritmini belirleyen en önemli faktör dolar kurudur. Bu durum, özellikle 2002 sonrası uygulanan yanlış politikaların bir sonucu olarak Türkiye’nin dışa bağımlılığının derinleşmesi ve iç dinamiklerin zayıflatılmasının bir sonucu olarak karşımızdadır. Trump’ın olası faiz artışını düşündüğümüzde sıcak para çıkışı açısından durumun Türkiye için çok da hayırlı olmayacağı açık. Sonuç itibariyle Trump’ın korumacı politikalarının, küreselleşmeci politikalarla uyumsuzluk yaratacak anlayışının, bu dönem özellikle Türkiye gibi ülkeler üzerinde daha sert etkilerinin gözleneceği günler çok da uzak değil. Dünya kamuoyunda ‘Trumpenomi’ olarak adlandırılan bu anlayış ise sadece Trump’ın değil, yenidünya düzeninin bir parçasını ortaya koyuyor. Yani bundan sonraki günlerde dış rüzgârların Türkiye ekonomisine daha sert giriş yapacağını, ülke içinde de OHAL günleri ve akabinde Başkanlık rejimini içeren yeni anayasa paketinin yaratacağı etkilerle bu rüzgârların fırtına etkisi yaratacağını söylersek yanılmış olmayız.

(I) Üretimde eksiye düştük

Geçen hafta iki veri: sanayi üretimi ve işsizlik verileri açıklandı. Eylül ayına ilişkin sanayi üretimi verisi, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 3,1 azalış gösterirken, 2009 yılından bu yana ki en büyük düşüşünü yaşadı. 2008 küresel krizin Türkiye yansımasını izlediğimiz 2009’dan sonra özellikle ABD’nin parasal genişleme paketleriyle Türkiye’ye giren sıcak paradaki artışların sanayi üretiminde de etkileri görülmüş, sert bir düşüşün ardındaki bu süreçte toparlanma izlenmişti. Lakin 2009’dan bugüne kadar üretimdeki artış veya üretim artışında azalışların bugün artık üretimde azalışa döndüğünü görüyoruz. Bu da kur etkisi başta olmak üzere, küresel iklimin ve iç gelişmelerin de Türkiye ekonomisi aleyhine çalıştığını, ihracat verileri ve tüketim harcamalarındaki aşağı yönlü gidişatın durumu daha da olumsuza çevireceğini gösteriyor.

(II)İşsizleşiyoruz

Üretimdeki azalıştan da kaynaklı bir şekilde üretim alanından giderek uzaklaşan istihdama ilişkin veriler de giderek daha olumsuz bir durumu öne koyuyor. TÜİK’in Ağustos ayı istatistiklerine göre işsizlik oranı, beklentilerin de üzerinde gerçekleşerek yüzde 11,3’e yükseldi. İstihdam ve işsizlik verilerini daha gerçekçi bir şekilde izleyebileceğimiz kalem ‘tarım dışı işsizlik’tir. Bu kapsamda tarım dışı işsizliğin Ağustos ayında yüzde 13,7’ye tırmanması, istihdam alanında da eğilimin 2009 dip noktasına doğru sürüklendiğini gösteriyor. 2009’da işsizlik yüzde 14’lere, tarım dışı işsizlik ise yüzde 17’lerin üzerine fırlamıştı. Bugün hızlı bir şekilde olmasa da, daha yavaş bir şekilde konjonktürün yine 2009’a doğru gittiğini Türkiye açısından izliyoruz. 2009 sonrası toparlanmanın izlendiği 2012 verileriyle karşılaştırıldığında yaklaşık 2,5’luk bir daralma göze çarpıyor.

Detaylar ise daha karanlık. Kadınlarda işsizlik yüzde 15,1; tarım dışı işsizlik yüzde 21’lere uzanırken, genç işsizliğin yüzde 20’ye neredeyse değmesi, ülkenin ekonomi, siyaset ve toplumsal açıdan gençlere ve kadınlara dönük politikaların da bir sonucunu gözler önüne seriyor. Bu arada genç işsizliğin içinde de en işsiz kesimi kadınların oluşturduğunun altını çizelim. Eğitimde hızlı bir gerileme, kadınların toplumsal yaşam içindeki konumunun eşitlik ilkesi yok sayılarak yeniden belirlenmesi ve kadınlara, gençlere toplusal ve ekonomik açıdan biçilen roller, istihdam yönünde de kendini bu rakamlarla bizlere tarif etmektedir.

Bir kişilik kadroya binlerce başvuran bir ekonomi olur mu?

Artık sayılarının gün geçtikçe arttığını gördüğümüz “şu kadar kişilik kadroya şu kadardan fazla kişi başvurdu” benzeri haberler, 1 kişilik açılan kadroya yüzlerce hatta bazı haberlere göre binlerce kişinin başvurduğunu yazıyor. Bu işe alım süreçleri, “iyi olan kazansın” mantığıyla da değil, ‘aza tamah etmeyen iş bulamaz’ anlayışıyla işletiliyor. En ucuza kim çalışırsa, kim sosyal haklarından daha fazla vazgeçerse o tek kişilik iş onda kalıyor. Aynı iş için bu sürecin sürekli tekrarlandığını düşünün… Artık güvenceli çalışmadan bahsedemediğimiz için bir işçinin aynı işte kalma süresi giderek kısalıyor, aynı pozisyon için yeniden işe alım süreci ve yine 1 kişilik yere binlerce başvuran… Derken bu süreç öyle bir mekanizmaya dönüşüyor ki, işi ihaleye çıkaran işveren en ucuza çalışmayı kabul edene işi veriyor, sonra yine verdiği işi geri alıyor ve ücreti aşağı çekerek bir başkasına veriyor. Bu mekanizma, içinde yaşadığımız ekonomiyi anlatmaya yetiyor.