İktidarını asla bırakmak istemeyen dinci siyasetin yeni faşizan saldırıların hesabı içinde olacağını mutlaka dikkate alarak konumlanmak gerekecek.

İstanbul’a iktidar operasyonu
İBB Başkanı İmamoğlu’na yönelik ceza ve siyasi yasağa karşı Altılı Masa liderleri ve temsilcileri Saraçhane’de bir araya geldi.

Oğuz OYAN

Öncelikle yargının “bağımsızlığı” gibi safsataları bir yana bırakmak lazım. AKP iktidarı, yargı sürecini ve ilgili yargıcı daha önceden garantileyerek, İBB Başkanı'na yönelik operasyonun hazırlığını epeydir yapıyordu. Bazı defoları/suç dosyaları olan yargı mensuplarını özellikle seçmeyi bile planlamış görünüyordu. Muhtemelen böyle bir operasyonun birden çok hedefi vardı.

Olası bir cumhurbaşkanı adayını saf dışı bırakmak.

CHP ve muhalefet saflarını dağıtmak. Özellikle CHP yönetiminin içini karıştırmak. Cumhurbaşkanı adayında henüz buluşamamış CHP-İYİP gerilimini artırmak. (Saraçhane mitinginde, İYİP başkanı Akşener’in podyumda fiziki yakınlık gösterileriyle İmamoğlu’nu daha fazla sahiplendiğini gösterme çabası bile bunun pek de boşuna olmadığını gösterir).

Muhalefet seçmeninin iktidarın salvoları karşısında acizlik hissine kapılmasını ve güveninin sarsılmasını sağlamak.

İstanbul rantlarından arta kalanı seçime çeyrek kala yeni bir vurgun konusu yapmak. Bu arada İBB Başkanı'nın üç yıldır iktidarın bazı çıkar gruplarına, tarikat vakıflarına, bazı yarım kalmış işlerine vs. yönelik bazı engellemelerini ortadan kaldırmak.

Nihayet, bu kararın biraz aceleye getirilerek 14 Aralık duruşmasında açıklanmasının bir nedeninin de, Hiranur Vakfı rezaletinin AKP safları dâhil tüm toplumda yarattığı infiali perdelemek olduğu anlaşılıyor. Nitekim bu pedofili sapkınlığının tüm tarikatlara nefret duygusunu büyütmesi nedeniyle, gündem değiştirmek için bir adım olarak AKP, Anayasa değişikliği teklifini erkene çekmişti. Son olarak çocuk istismarcılarından ikisinin 15 Aralık’ta gözaltına alınması, başka deyişle tarikatlar koalisyonunun selameti için iki (geçici) feda hamlesi yapılması da iktidarın bu konudaki sıkışmasının ifadesidir.

Bu arada görece spekülatif iddialar da yok değil: - Bu yargı kararıyla İmamoğlu’nu “mağduriyet” üzerinden kahramanlaştırıp 6’lı Masa adaylığına itmek ve böylece CHP ve 6’lı Masa'yı bir de böyle karıştırmak: İmamoğlu adaylaştırılırsa, seçime az kala onun hakkındaki yargı sürecini tamamlayıp siyasi haklarından mahrum ederek muhalefeti adaysız bırakmak vb… Bu gibi iddialar konusunda şunu belirtmekle yetinelim: Siyasette bu tür çok aşamalı taktiklerin sonuca ulaşması çok zordur. Siyaset çok bilinmeyenli denklemlerden oluşur. Siyasi toplum da basit bir deney tüpünden çok farklı tepkiler verir, üstelik bu tepkiler zamana-mekâna göre değişkendir. Dolayısıyla bu tür taktikler varsa, sonuçları bilinmeyenlerle dolu olacaktır; böyle olduğu ölçüde de “taktisyenler” açısından çok risklidir.

Özetlersek, bu operasyon sadece İmamoğlu’na değil aynı zamanda CHP’ye ve muhalefete yöneliktir. Ayrıca İstanbul’u seçimlere 6 ay kala ele geçirmek hedefi AKP gibi bir rant partisi açısından öyle hafife alınabilecek bir hedef de değildir. İmamoğlu’nun ister istemez öne çıktığı bir süreç çalışmaktadır; öyle görünüyor ki bu İYİP’in de amacına uygundur; ama bunun iktidarın da amacına uygun olabileceği sonucuna varmak oldukça tartışmalıdır.

Peki, iktidar en azından görünür hedeflerine tam olarak ulaşabilir mi? Kuşkuludur. Kolay da değildir. İmamoğlu’na iç ve dış desteklerin bu süreçte iyice arttığı dikkate alınırsa, yargı bağımsızlığını yok etmiş ceberut bir iktidar açısından bile zordur.

İktidarın toplumun gündeminin birinci maddesini oluşturan ekonomiyi, yani enflasyonu-geçim sıkıntısını-yoksullaşmayı/açlığı-işsizliği ikinci plana atmayı sağlaması bu saatten sonra mümkün değildir. Ekonomik sıkıntıları asgari ücret artışlarıyla, enflasyon farklarıyla, bunlara refah payı takviyeleriyle, hatta çözdüğünden çok sorun yaratmaya aday EYT düzenlemesiyle unutturması da gerçekçi değildir.

Neler yapılmalı?

Aslında Saraçhane’deki tablo bize farklı bir eleştirel duruşun gerekli olduğunu da göstermektedir. Tablonun olumlu tarafı, iktidarın faşizan baskılarına karşı ortak bir siyasal duruşun ve kitlesel bir toplumsal tepkinin gecikilmeden gösterilmiş olmasıdır. Ancak hemen belirtilmelidir ki burada bile sorunlar vardır: Meydanı dolduran esas olarak CHP kökenli kitlenin sağ partilerin etki alanına açılması, bunların liderlerinin de fırsatı kaçırmayarak hamasi meydan nutuklarına sarılması, hatta bazılarının (Davutoğlu örneğinde olduğu gibi) Saraçhane’nin tarihi buluşmaları arasına 1997 28 Şubat’ını ve 2016 15 Temmuz’unu da yedirmeye çalışması, yönetimlerden sonra parti tabanlarının da sağa çekilmesi hamlesi olarak okunabilir. Buna bu kadar kolay geçit verilmemesi gerekir. Burada dahi CHP yönetiminden ziyade sosyalist sola görev düşmektedir: İdeolojik mücadelenin dur durak bilmeden sürdürülmesi gerekir.

6’lı Masa’nın Anayasa değişikliği önerisinde seçilmiş belediye başkanlarının mahkeme kararı olmaksızın görevden alınamayacağına dair düzenlemenin yetersizliği herhalde bu son İmamoğlu kararıyla iyice anlaşılmıştır. Dolayısıyla seçilmiş belediye başkanlarına yönelik suçlamalarının niteliği de mutlaka dikkate alınmak ve ceza yasasında da buna ilişkin düzenlemeler yapılmak durumundadır.

Kritik bir mesele de, büyükşehir belediye meclislerinin anti-demokratik bileşiminin bir yasal düzenlemeyle acilen değiştirilmesi gereğidir. İlçelerin nüfus büyüklüklerinin tâli bir rol oynadığı mevcut düzenlemede, büyükşehir belediye meclisleri düşük nüfuslu çeperdeki ilçelerin, dolayısıyla da kent merkezlerinden uzak noktalarda daha güçlü olan sağ iktidarların hâkimiyet alanına kolayca girmesine yol açılmaktadır. Eğer 2023 seçimlerinde Meclis çoğunluğu elverirse, ilk yapılacak işlerden biri de, 2024 yerel seçimlerinde hemen uygulanmak üzere bu yönde bir yasal düzenleme yapılması olmalıdır. Bu düzenlemenin, 1 yıl geçmese bile ilk yerel seçimlerde uygulanmanın hukuki koşulları zorlanmalıdır.

Bugünkü iktidarın daha önce yaptıklarına bakılarak dahi önümüzdeki dönemde neler yapabileceğinin belirtileri önceden kolayca sezilebilir durumdadır. Bu bakımdan, iktidarını asla bırakmak istemeyen dinci siyasetin yeni faşizan saldırıların hesabı içinde olacağını mutlaka dikkate alarak konumlanmak gerekecektir. Ancak bu konumlanma şimdiye kadar olduğu gibi “iktidara bahane vermeme” edilgenliğine demir atacaksa, ne yazık ki kitlelere güven veren bir çizgiye yükselemeyecektir.

Sonuç

İktidar ve muhalefet blokları arasında bölünme eğilimi gösteren Türkiye siyasetinde HDP de giderek anahtar parti konumuna gelmiştir. Bu, HDP’yi kapatma iştahlarını beslediği kadar seçim sonrasında HDP ile veya HDP karşıtı ittifak olasılıklarını da gündemde tutmaktadır. Bu hesaplar, muhalefeti bölmeyi de kapsamaktadır kuşkusuz.

Bütün bu hengâmede, ortalıkta ekonomik ve siyasal sistemi gerçek anlamda dönüştürebilecek iddiada bir siyasi alternatifin bulunmadığı açıktır. İşte tam da kitlelerin gerçek anlamda seçeneksiz bırakıldığı bir ortamda Sosyalist Güç Birliği gerçek bir seçenek olduğunu kitlelere gösterme fırsatına sahiptir. Emekçilerin sınıfsal kimliklerinin ve taleplerinin sözcülüğünü yapabildiği, kültürel dünyalarına yabancılaşmadığı ölçüde kendi nicel gücünü aşan bir niteliksel dönüşümün başlatıcısı olabilecektir.