İstanbul Barosu, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarına tepki gösterdi. Yapılan açıklamada, “Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalar, yargı organı konumunda ve yetkisinde bulunan kurumsallıkları baskı altına alan ve onların tarafsızlığını etkileyen bir içerik taşımaktadır” denildi. İstanbul Barosu, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün İstanbul’daki seçim sürecine ilişkin yaptığı açıklamalara tepki gösterdi. Erdoğan, […]

İstanbul Barosu’ndan Erdoğan’a tepki

İstanbul Barosu, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarına tepki gösterdi. Yapılan açıklamada, “Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalar, yargı organı konumunda ve yetkisinde bulunan kurumsallıkları baskı altına alan ve onların tarafsızlığını etkileyen bir içerik taşımaktadır” denildi.

İstanbul Barosu, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün İstanbul’daki seçim sürecine ilişkin yaptığı açıklamalara tepki gösterdi. Erdoğan, Moskova’ya hareketi öncesi Atatürk Havalimanı’nda yaptığı açıklamada, “Usulsüzlükler bazı değil neredeyse bütünü usulsüz” ifadelerini kullanarak, “13-14 bin oy farkla kimsenin kazandım deme hakkı yoktur” diye konuşmuştu.

Erdoğan’ın sözlerine ilişkin bir açıklama yapan İstanbul Barosu, “Başka hiçbir kişi ve kurumun sahip bulunmadığı, ‘yargıyı etkileme gücüne’ sahip bulunan Sayın Cumhurbaşkanının bu tümceleri YSK kararlarına yansır ise, sadece yeni bir hukuki ve siyasi kaostan değil, demokrasinin kazanımlarından çok ciddi bir geriye gidişten söz etmek gerekecektir” ifadelerini kullandı.

Açıklamanın devamında, “İstanbul’da seçimler bitmiştir ve hangi partiye oy vermiş olursa olsun bütün yurttaşlar, bu seçimin sonucunu bilmektedir. ‘Hayatın doğal akışı’ ilan edilmelidir. Hukuk bunun için vardır” denildi.

İstanbul Barosu’ndan yapılan açıklamanın tamamı şöyle:

“31 Mart 2019 tarihinde yapılan Yerel Yönetim Seçimleri sonucunda beliren millet iradesinin İstanbul’daki sonuçları, giderek demokratik niteliğinden uzaklaştırılan bir yeni aşamaya vardırılmıştır.

Seçim sonuçlarının YSK tarafından ilanından önce Anadolu Ajansı tarafından yapılan manipülasyonlar, adaylardan Binali Yıldırım tarafından aynı gece yapılan ve daha sonra da bizzat kendisi tarafından yalanlanan gerçeğe aykırı açıklamalar, FETÖ kumpaslarından bahseden senaryolar, Seçim Kurulu Başkanlarına yönelik gerçekle ilgisi olmayan baskılar; özü itibariyle yurttaşlar tarafından 31 Mart günü büyük bir olgunlukla ortaya konulan ‘irade belirlemesine’ gölge düşürmeye yönelik çabalardır.

Bu gölgelerin oluşturduğu algı nedeniyledir ki, başında yargıçların görev yaptığı bazı İlçe Seçim Kurulları, salt Seçim Hukukunun gereklerini yerine getirmekten uzaklaştırılmış ve önceki seçimlerde verdikleri kararlarla kökleşen içtihatlarından farklı kararlar alabilmiştir. Bu kararlar, seçim öncesinde YSK tarafından yayınlanan genelgelerle belirlenen ilkelere de, önceki YSK kararlarına da aykırı olabilmiştir.

“BASKILAR, MEVZUAT HÜKÜMLERİNİ DEĞİŞTİRMEDE ETKİLİ OLMAZ”

Dünyanın demokrasi ile yönetilen her ülkesinde, seçimlere yönelik olarak itirazlar yapılmakta ve bu itirazlar dünyanın her ülkesinde de ‘hak’ olarak nitelendirilmektedir. Bu itirazların ‘hak’ kavramı içinde kabul edilmesi ise, özünde ‘iradenin sakatlanması’ arayışını barındırır. Açık deyişle, seçimi kazanmak ya da kaybetmek değil, sandığa yansıyan iradenin başka hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak denli açığa vurulmasının temini, temel amaçtır. Seçim Hukuku olarak bilinen ve çok önemli ‘teknik’ ayrıntılar barındıran mevzuatın yerleştiği ülkelerde, bu türden itirazlar sonucunda verilecek kararlar belirlenmiş olup, önceki seçimlerdeki örnekleri çerçevesinde de ‘içtihat’ gücüne erişmiştir. Dünyanın başka demokratik ülkelerinde, siyasetçiye özel değerlendirmeler, algı operasyonları veya baskılar, mevzuatın bu hükümlerini değiştirmek bakımından etkili olmaz, olamaz.

31 Mart 2019 tarihinden sonra ülkemizde yaşanan ‘itiraz süreci’, başka demokrasilerin ideal kabul ettiği bu gerçekliklerden ayrılmıştır. Keza, konuya ilişkin ülkemizin mevzuat ve içtihatlarına ve YSK’nın seçim öncesinde aldığı kararlar ve genelgelere de aykırıdır. İstanbul’da önceki seçimlerde yapılan itirazların karşılanmasına yönelik olarak verilen kararlardan ayrılarak yeni içtihatlara yönelişler gözlenirken, İstanbul dışındaki başka kentlerde önceki uygulamalara dönük kararların verilmiş olduğu da açıktır. Özellikle de ‘itirazların delillendirilmesi’ bağlamındaki kökleşmiş anlayışın terkedilmesi, itirazı ‘soyut’ kılan ve bu yönüyle içinden çıkılmaz bir süreci ifade eden yeni bir aşama oluşturmuştur.

“İTİRAZLAR HUKUKSAL TEMELDEN UZAKLAŞTI”

Bu çerçevede özellikle de geçersiz oyların yeniden sayımı yönündeki itirazların bütün ilçelerde yapılması bir ‘hak’ olmakla birlikte, barındırdığı soyutluk nedeniyle, hukuksal temelinden uzaklaşmıştır. Buna rağmen, geçersiz oyların yeniden sayımı kararları çerçevesinde ortaya çıkan somut durum, 31 Mart 2019 gecesinde YSK tarafından ilan edilen sonucu değiştirmeyecektir. Başka deyişle yeniden sayılan geçersiz oylar, sonucu değil, skoru değiştirmiş olacaktır.

Bu koşullar altında, bugün (08.04.2019) tarihi itibariyle beliren yeni koşullar, İstanbul Barosunu bu açıklamayı yapmaya zorunlu kılmıştır. Çünkü bugün itibariyle içinde bulunduğumuz durum, mazbata verilip verilmemesini çok aşan yeni bir boyutu ifade etmektedir.

Demokrasilerde seçim, sadece yönetenlerin belirlenmesini değil, halk iradesinin tecellisi ile yöneticilerin değiştirilmesini de içerir. Bu değişim mümkün olamıyor ise, demokrasiden söz edilemez.

ERDOĞAN’IN AÇIKLAMALARI

Bugün Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalar, yargı organı konumunda ve yetkisinde bulunan kurumsallıkları baskı altına alan ve onların tarafsızlığını etkileyen bir içerik taşımaktadır. Başka hiçbir kişi ve kurumun sahip bulunmadığı, ‘yargıyı etkileme gücüne’ sahip bulunan Sayın Cumhurbaşkanının bu tümceleri YSK kararlarına yansır ise, sadece yeni bir hukuki ve siyasi kaostan değil, demokrasinin kazanımlarından çok ciddi bir geriye gidişten söz etmek gerekecektir.

Bu aşamadan itibaren demokrasi dışında hiçbir pusulaya itibar edilmemelidir. Hukuk kurumlarının bütün siyasal mülahazalardan uzaklaşarak, sadece hukuka bağlı biçimde karar üretmeleri, yaşamsal bir öneme sahiptir. YSK içtihatları, oyların yeniden sayılması veya seçimlerin yenilenmesi gibi kararların alınmasına asla olanak vermez. Seçim Hukuku uzmanlarının tereddütsüz biçimde mutabık kaldıkları bir konuda siyasetin taassubunun hukuku ezmesine izin verilmemelidir. Hukuksuzluğun yargı eliyle meşrulaştırılmasına yönelik siyasal çabalar boşa çıkartılmalı ve yargı kurumları, sadece hukuksal kimliklerini öne çıkararak, hukukun gereğini yerine getirmelidirler.

Kaygı duymaktayız ki, demokrasi tarihimizin büyük çabalarla elde ettiği kazanımların bir çırpıda yok olabileceği zaman dilimindeyiz. Ulus olarak hak ettiğimiz demokratik değerleri yaşayıp yaşatmak uğrunda mücadele etmeliyiz. Pusuda bekleyenlerin beklentilerini boşa çıkarmalıyız. Daha çok demokrasiye en çok ihtiyaç duyduğumuz bir evrede ondan ödün vermemeliyiz.

‘HAYATIN DOĞAL AKIŞI’ İLAN EDİLMELİDİR

Ezcümle: İstanbul’da seçimler bitmiştir ve hangi partiye oy vermiş olursa olsun bütün yurttaşlar, bu seçimin sonucunu bilmektedir. ‘Hayatın doğal akışı’ ilan edilmelidir. Hukuk bunun için vardır.”