İstanbul Bienali kedi gibi dirençli
18’inci İstanbul Bienali’nin bu yılki rotası, Beyoğlu-Karaköy hattındaki sekiz mekânda çiziliyor. Etkinliğin içeriğinde küresel kırılmalar var. Şehirde sanat; yasaklara, sansüre ve baskıya karşı direniyor.

Deniz Burak BAYRAK
15 günde 100 binden fazla ziyaretçiyi ağırlayan bir sanat etkinliği düşünün. Bu rakamdan sonra, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nca düzenlenen 18’inci İstanbul Bienali’ne etkinlik demek hafif kalır; bu tam bir sanat olayı. Beyoğlu-Karaköy hattı, sanat yazarları ve kültür meraklıları bir yana yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor; sekiz farklı mekânın önünde her yaştan bienal meraklısı uzun kuyruklar oluşturuyor. Bu hâl; İstanbul kent kültürü adına da çok iyi bir gelişme. Öte yandan baskılardan, sanata sansürden ve yasaklardan usandığımızın da resmi.
Bienal bu yıl Lübnanlı Christine Tohmé küratörlüğünde gerçekleştiriliyor hem de birinden çıkıp diğerine yürüyerek ulaşabileceğiniz Elhamra Han, Eski Fransız Yetimhanesi Bahçesi, Meclis-i Mebusan 35, Külah Fabrikası, Zihni Han, Galeri 77, Muradiye Han, Galata Rum Okulu’nda. Kevser Güler’in direktörlüğündeki bienal, alışılmışın dışında bir yapıyla bu kez üç yıla yayılıyor ve İstanbul sokaklarını güzelleştiren kedilerden ilhamla “Üç Ayaklı Kedi” başlığını taşıyor.
HASAR BIRAKAN MESELELER
Tohmé, etkileyici ve anlamlı kavramsal çerçeve yazısında üç ayakta tamamlanacak bu bienali bir kediye benzetirken şöyle diyor: “Giderek hızlanan yıkım, zorunlu göçler ve önü alınamayan krizler tüm ufukları ve gelecek olasılıklarını paramparça ediyor. Sürekli daralan bir şimdiyle karşı karşıya kalan bedenlerimiz, pek çok saate ayak uydurmaya zorlanıyor: kimisi hızlı, kimisi yavaş, kimisi bozuk. Bir sendeleyip bir ileri atıldığımız ikili bir devinim içine hapsolmuş, dengede durabileceğimiz adımı atmaya çabalıyoruz. Tıpkı kedi gibi biz de kendi etrafımızda dönüyor, kıvrılıyor, kaybolup yeniden ortaya çıkıyoruz. Yönümüzü bulmaya çalışırken, dinlenmeyi öğreniyor, bir yandan da korunmaya ve onarılmaya muhtaç parçalarımıza sahip çıkıyoruz.”

Bu sergiler bienalin ilk ayağını oluşturuyor ve kavramsal çerçeveden anlayacağınız üzere bu ilk ayak “kendini koruma” ve “gelecek olasılıkları” temaları etrafında şekillendirilmiş. 23 Kasım’a kadar eserleri sergilenecek olan 47 sanatçı çok zor konulara odaklanmışlar. Sözünü ettiğim zorluk, teknik zorluğun ötesinde; göç, emek, ekoloji, dil, savaş, olmayan demokrasi, medyanın hâlleri gibi dünyada ve toplumlarda ağır hasarlar bırakan meselelerin duyumsattığı zorluklar.
DİRENİŞ DE VAR EMEK DE
Mekânları gezmek kolay ama bir günde gezmeye çalışmayın. Ana mekânlar olan Zihni Han ve Galata Rum Okulu’nu birer günde gezip diğerlerini de zamana yayın. Çünkü her bir eser; anlayarak, kavrayarak ve sindirerek görülmeyi hak ediyor. Tüm eserlerden burada söz etmek imkânsız ancak bazılarını anlatalım; sanatçıların farklı medyumlarda ve malzemelerde çeşit çeşit işler ürettiğinin altını çizerek.
Fransız Yetimhanesi Bahçesi’nde, Kudüslü Khalil Rabah’ın “Kırmızı Rotavesait” adlı mekâna özgü yerleştirmesi var. Kırmızı varillere çeşit çeşit ağaç dikilmiş; bunların çoğu meyve vermiş. Altlarında kırmızı paletler, yanlarında kedilerin su içtiği bir oluk…Eseri yetimhanenin mimari mirası şekillendiriyor. Galata Rum Okulu’nda Güney Afrikalı sanatçı Lungiswa Gqunta’nın bir salona yayılan yerleştirmesi dikkat çekiyor. Simone Fettal’in silah taşımayan “Savaşçılar”ı çalkantılı dönemlerde insanın başkaldırmasını, direnişini anlatıyor.
Zihni Han’ın girişi ise çok oyunlu ve eğlenceli. Keyif düşkünleri mutlaka oraya uğrayıp oturmalı uzanmalı, okumalı. Çünkü yamalarla, kolajlarla, minderlerle bir mekân yaratan Celina Eceiza böyle istiyor. Yerleştirmenin bir parçası olan kedi evlerinde, kediler yan gelip yatmaya başladı bile. Sohail Salem’in “Gazze Günlükleri” ise güncelliği ve hikâyeleriyle çok yaralayıcı; defterlerden yansıyanlar içler acısı. Sanatçının eskizlerinin kopyaları bunlar ve abluka altındaki bir kentten getirilebilmeleri lojistik bir başarıyken Salem’in Gazze’den çıkamayışı son derece trajik.
Muradiye Han’da Ana Alenso’nun yerleştirmesi Amazon’daki altın madenciliğinin gerçeklerini gün yüzüne çıkarıyor. Galeri 77’de Ola Hassanain, “Gözcü” adlı filminde Sudan’daki tarım krizi ve devlet şiddetine odaklanıyor. Külah Fabrikası’nda D. Kastrati’nin işi, İstanbul’daki lokum fabrikalarındaki kadın emeğine yakından bakıyor.
Bienal, 2026’da İstanbul Bienali Akademisi’nin kurulması ve sanat inisiyatiflerinin katılımıyla düzenlenecek kamusal programlarla sürecek; 2027’de gerçekleştirilecek atölyeler, performanslar ve nihai bir sergiyle tamamlanacak.


