‘Şiirlerde İstanbul’ kitabının 2300 yıllık şiir birikiminin toplamı olduğunu belirten yazar Ahmet Bozkurt “Kitap tarihiyle, folkloruyla, insan manzaralarıyla, sosyolojisiyle, psikolojisiyle, ihtişamıyla ve de sefilliğiyle kenti sadece bir övgü dizgesi olarak ele almayan şiirlerle dolu” diyor.

İstanbul bir şiirin en uzun dizesi

Çağla AĞIRGÖL

MÖ 300 yılından bugüne uzanan 'Şiirlerde İstanbul', bir İstanbul şiirleri toplamı olmasından ziyade binlerce yıllık tarihsel, kültürel birikiminin en seçkin örneklerini bir araya getiriyor. İstanbul’un tarihine, kültürüne, toplumsal yapısına, hissiyatına ve folkloruna dair edebiyatın penceresinden açılmış incelikli bir kapı 'Şiirlerde İstanbul'. 'Şiirlerde İstanbul’un şimdiye kadar yapılmış İstanbul şiirleri antolojilerinden farklı olan pek çok yönünü yazar, eleştirmen ve şair Ahmet Bozkurt ile konuştuk.


-'Şiirlerde İstanbul', İBB Kültür A.Ş. yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Şehrin kültür sanat belleğine çok önemli bir katkı. 2300 yıllık bir şiir birikiminin, imbikten süzülen özel bir toplamı. Sanıyorum, çok uzun bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu kadar yıllık şiir birikimini damıtmak zor oldu mu?

İstanbul gibi şiirin imgesi olmuş ikonik bir kent dünya üzerinde pek azdır. Tarihiyle, coğrafyasıyla, üstünde yerleşmiş halklarıyla ve birbiriyle iç içe geçmiş zengin kültürüyle uygarlıkların yatağı olmuş ve o yatakta pek çok düşünceyi besleyip büyütmüş çok az kent var. İstanbul kendisini var eden tüm özellikleriyle toplumsal yaşamın hem de tahayyül gücünü kışkırtan emsalsiz güzellikleriyle tarih sahnesinde yer aldığı müddetçe sanatın her alanına konu olmuş. İmparatorluklara başkentlik etmiş, şiirle yoğrulmuş, mayasını hep şiirin var ettiği bir duyuştan, özden almıştır. Elbette ki böyle zengin ve güçlü bir geçmişe sahip, kültürlerin ve uygarlıkların kesiştiği bir göbekte duran bir yönüyle de mitik bir kent olan İstanbul’un yazınsal birikimini sınırlı sayfalar içerisinde vermek oldukça güç bir durum. İstanbul’u yazmak, İstanbul üzerine dile getirilenleri bir araya getirmek gibi bir çaba için ciltler dolusu kitaba ihtiyaç var. Antoloji yapmak, hele ki tematik bağlamı sınırlı bir bağlamda bir seçme işlemine girişmek şüphesiz oldukça güç bir durum. Elbette ki seçicinin öznel yargılarının yanı sıra göz ardı edemeyeceği pek çok kıstas da bu noktada devreye giriyor. İstanbul’u yazmak İstanbul’u yaşamaktan daha güç, daha özge bir gerçekliği insanın suratına çarpıyor. O nedenle de İstanbul üzerine yazılmış şiirleri bir araya getirmek şiir-kent ilişkisi bağlamında şiirin hendesesini de zorlayan güç ama gönendirici bir uğraş.

'Şiirlerde İstanbul' toplamı da bugüne kadar yapılan İstanbul şiirleri antolojilerinin yerine getirmediği pek çok şeyi yerine getirdi diye düşünüyorum. Şiirin harcını karan böyle bir kentte birbirine sıkı sıkıya örülü tuğlaların renkliliğini, farklılığını ve zamana direnen, hatta zamanı aşan öngörülemez gücül gerçekliğinin de bir ifşası oldu aslında. 2300 yıllık bir şiir geçmişini tek bir kitapta toplamak, ayırt etmek tam da bu nedenlerden dolayı zorlu bir uğraş oldu. Çünkü İstanbul bir şiirin en uzun dizesi. Bu uzun dizeyi hak ettiği ölçüde ele almak, bir renk cümbüşünün içinde boğmamak gerekiyordu.

ŞİİR TARİHSEL BELLEĞİN KAYITLARIDIR

-'Şiirlerde İstanbul’un kapsayıcılığı, yayıldığı zaman diliminin genişliği ilk bakışta göze çarpan özelliklerinden. Bu kitabın diğer şiir antoloji kitaplarından başka öne çıkaran farklılıkları ve özellikler nedir, anlatır mısınız?

Bugüne kadar yapılmış İstanbul antolojileri belli sebeplerden olsa gerek birbirini tekrar eden özelliklere sahip aslında. 'Şiirlerde İstanbul', şiir ve şair seçiminin yanı sıra İstanbul’u bir bütün olarak tüm özellikleriyle; tarihiyle, folkloruyla, yaşam biçimiyle, insan manzaralarıyla, kentin görkemi karşısında duyulan hayranlıkla, sosyolojisiyle, psikolojisiyle ve ihtişamıyla da sefilliğiyle de sadece bir övgü dizgesi olarak ele almayan şiirlerle dolu. En önemli tarafı da kuşkusuz yalın ve en gerçekçi yönüyle İstanbul’u resmeden Halk şiirine yer vermesi. Bizans dönemi şiirinin yanı sıra Divan, Halk ve Cumhuriyet dönemi şiir verimine kucak açan bir antoloji. Sadece İstanbul’a duyulan ölçüsüz sevginin değil, aynı zamanda tarihsel ve toplumsal gerçekliğin de ayna tuttuğu şiirler de mevcut. O nedenle kentin psiko-biyografisini de bu şiir toplamında görmek mümkün. Çünkü bir kentin tarihini, sosyolojisini, psikolojisini en iyi yazınsal yapıtlardan öğrenebilirsiniz. Bu toplamdaki tüm şiirler de bir edebiyat zevkinin yanı sıra tarihsel bir belleğin de kayıtları aynı zamanda.

'EDEBİYAT KENTİN PSİKO-BİYOGRAFİSİDİR'​

-'Şiirlerde İstanbul', bir İstanbul şiirleri toplamı olmasından ziyade binlerce yıllık tarihsel, kültürel birikimin en seçkin örneklerinin bir araya getirildiği bir sosyal tarih manzumesidir. Bunun yanı sıra tarih ve sosyoloji kitabı olarak da okuyabileceğimiz bir kitap. İstanbul’un tarihine, kültürüne, toplumsal yapısına, hissiyatına ve folkloruna dair edebiyatın penceresinden açılmış incelikli bir kapı olduğunu görüyoruz, öyle değil mi?


Bir kentin tüm zamanlara yayılan dönemsel demografisini, sosyolojisini en iyi edebiyatla kayıt altına almak mümkündür. Çünkü diğer özelliklerinin yanı sıra edebiyat, aynı zamanda, bir kentin psiko-biyografisidir. İnsanların nasıl hissettiğini, ne düşündüğünü, nasıl yaşadığını, nelere üzülüp nelerle neşelendiğini, eğlenme biçimlerini, umutlarını, kaygılarını, kısaca insana dair olan her şeyi edebiyat aracılığıyla okumak, kayıt altına almak mümkün. Hiçbir tarihsel belge, hiçbir tarihçilik uğraşısı edebiyatın yerine getirdiği işlevle boy ölçüşemez. 'Şiirlerde İstanbul', bir İstanbul şiirleri toplamı olmasından ziyade binlerce yıllık tarihsel, kültürel birikimin en seçkin örneklerinin bir araya getirildiği bir sosyal tarih manzumesidir. Bir edebiyat toplamı olmasının yanı sıra bir tarih ve sosyoloji kitabı olarak da pekâlâ değerlendirebiliriz bu toplamı.

-Günümüze kadar İstanbul şüphesiz pek çok sinema, tiyatro, müzik, resim ve edebiyata konu olan bir şehir. Bu güzel coğrafyanın tarihini, edebiyatını, şiir üzerinden nasıl okuyoruz? İstanbul’u şiirler üzerinden nasıl ele aldınız ve kaç bölümden oluşturdunuz?

Antik Bizans şiirinden, Divan şiirine, Halk şiirine ve nihayet günümüz şiirine bu kadar geniş bir perspektiften bakan geniş bir derleme. Antik Bizans’ta şiirin hendesesini ölçebileceğimiz çok az veri var. Ama her şeye rağmen, asırların arasından süzülüp gelmiş pek çok dize, epigram, liturjik şiirler yine de fazlasıyla İstanbul’un asırlara meydan okuyan labirentlerinden bugüne ulaşan ışık huzmeleridir aslında. Byzantion’un gündelik yaşamına dair dönem şairlerinin hicivlerinin etkili olduğu kayıtlar günümüze ulaşmıştır. Dönem komedyalarından ulaşan ender pasajlar da Byzantion’un renkli, sefih yaşamından sahnelere yer verir. Antik İstanbul’un folklorunu, duyuşunu, nasıl yaşadığını resmeden canlı vesikalar yerine geçiyor bu şiirler. Antik Bizans şiirinin ritmi, dil-içi bağlantıları, dizelerin inşası, aksanların dönüşümü kültürel anlamda bağlı olduğu Yunan şiirinin gölgesinde şekillenmiştir. Şiirsel söylem düzeneğini, biçimin niceliksel haliyle örtüştürerek lirik veznin en yetkin örnekleriyle taçlandırmasını bilen bir şiirle karşı karşıyayız. Yunan kültür havzasından taşıdığı dilsel ve söylemsel farklılıkları çok daha özgün bir potada eritebilmiş bir şiirden bir kültürel uğraktan söz ediyoruz. Antik Bizans şiirinin temayülleri ve yerine getirdiği işlevler açısından düşündüğümüzde; temaşa eden, izleyicisiyle bütünleşen kanonik bir şiir geçmişinden söz etmek pekâla mümkündür.

HALK ŞİİRİ İSTANBUL'A TUTULMUŞ BİR AYNA

-Osmanlı kültür havzasında şiirin evrildiği yer ve özellikle Divan ve Halk şiiri noktasında İstanbul’un şiire yansıması için neler söyleyebiliriz.

Toplumsal hayatı içeremeyen bir güzellemeler bütünü olsa da Dîvân şiirinde baş tacı edilen İstanbul için pek çok şehrengiz, kaside, kasriyye, bahâriyye, kıt’a, şitâiyye, ıydiyye, murabba, mesnevi kaleme alınmış, işret meclisleri düzenlenmiştir. İstanbul’un hem Divan şiirinde hem de Halk şiirinde gerek güzelleme, methetme gerekse de sosyal hayatın canlılığını yansıtan sahnelerle hep merkezi bir konumda olması zengin bir şiir toplamı ortaya çıkartır. Osmanlı şiirinin duyuş ve incelik olarak olmazsa olmaz malzemelerinden birini oluşturan İstanbul her ne kadar bir güzellemeler ve övgüler bütünü içerisinde teşbih kurbanı olsa da bu zengin birikim içerisinde şehrin yaşayış tarzına, zevk ve eğlenme biçimine, semtlerine, sosyal hayatına dair pek çok şey görmek, tespit etmek mümkündür. Halk edebiyatının Divan edebiyatından ayrıldığı en önemli nokta da burasıdır. Hangi dönemde olursa olsun dizeleriyle İstanbul’u ölümsüzleştiren şairler diğer taraftan da dile getirdikleriyle dönemin bir vakanüvisi işlevi de görmüşler, pek çok kaynaktan elde edilemeyecek özel bilgileri, ayrıntıları şiir yoluyla tarihin özel bir parçası haline getirmişlerdir. İstanbul, Osmanlı şiiri için daha çok ilginç bir metafor ve sanatlı söyleyişlerin bir malzemesi olmuştur. Boğaziçi’nin mehtap alemlerini, Sadabad’ın eğlence ve işret meclislerini, Lale devri diye adlandırılan bir dönemin ne menem bir şey olduğunu ancak ve ancak Osmanlı şiirinin içerisinden görebilir, anlayabilir ve tarihine ışık tutabiliriz.

Halk edebiyatının hemen tüm ürünlerinde İstanbul hem bir imge olarak hem de toplumsal yaşamın tüm renkleriyle iç içe geçmiş yaşayan bir tarih olarak yer alır. Dolayısıyla Divan şiirindeki baskın mecazlı söyleyişler ve hayal kumkuması içerisinde yer alan güzelliklerin dışında Halk şiiri aslında İstanbul’a tutulmuş bir aynadır. Yalılardan görülüp resmedilen bir Boğaz, Çamlıca betimlemesi aramak boşuna olacaktır. Saray-halk ayrışmasının dışında mamur ve müreffeh bir beldenin mesut insanlarından ziyade toplumun tüm kesimlerini hesapsız bir biçimde görürüz halk şiirinde: İstanbul’un meyhanelerini, kahvehanelerini, âşık atışmalarını, bekâr odalarındaki yaşamı, sur içi ve sur dışındaki mahallelerin resmin dışında kalan renkliliğini, gün görmeyen insanların gündelik hayat içindeki telaşını; inilmeyen ve çıkılmayan yokuşların bozuk, çamurlu kaldırımlarını; külhanbeylerini, baldırıçıplakları, beyzadeleri; işvesi, nazı eksik olmayan kadınları; İstanbul’un meşhur yangınlarını, tulumbacılarını; borç içinde yüzen bakkalını, hancısını, esnafını, hamamcısını; isyan ile kaynayan sokaklarını, Yeniçerileri, Sipahileri, sefaleti ve sefahati ancak halk şiirinde görebiliriz, okuyabiliriz.

-İstanbul’un ilk şairinin bir kadın olduğunu görüyoruz. Ve kitap, bu büyük şairle Moiro ile başlıyor. Bunca yıllık kültürel birikimden özel seçkiler sunan kitap, başka bilmediğimiz hangi örnekleri okuyucuya veriyor?

İstanbul’un şiir geçmişi ne kadar eskidir diye sorduğumuzda ulaşabildiğimiz ilk tarih M.Ö. 300’lü yıllar olur. İstanbul’un ilk şairi Byzantion’lu Moiro’dur. Adı bilinen en eski İstanbullu bu şairin bir kadın olması da yine ayrı bir önem taşır. Gadaralı Meleagros’un M.Ö. I. yüzyılda hazırladığı Yunan Anthologyası’nda Moiro’nun ismi iki büyük kadın şair olan Anyte ve Sappho ile birlikte geçer. Hatta Meleagoros M.Ö. 300 dolaylarında yaşayan Moiro’nun filolog Andromakhos’un eşi, tragedya yazarı Homeros’un annesi olduğu notunu da düşer. Yazıldığı dönemi, kenti ve şairleri en özlü şekilde ifade eden şiirlerin seçilmesine özellikle özen gösterdiğimi söyleyebilirim. Şiiri hep bir övme kutsama aracı olarak gören bakışın da artık değişmesi gerekiyor. Bu antoloji aracılığıyla İstanbul’a daha derin, daha gerçekçi ve daha çıplak bir şekilde bakılacağını düşünüyorum.

'RESİM ŞİİRİN İKİZİDİR'

-Tarih boyunca çok farklı isimlerle anılan ve İstanbul ismiyle ölümsüzleştirilen şairlere ev sahipliği yaptı İstanbul. Kitapta ise şair ve İstanbul birlikteliğinden oluşan, harika illüstrasyonlarla güzel bir çalışma karşımıza çıkıyor. Şiir antolojisinin, aynı zamanda çizimleri de şiir kadar iz bırakıyor.

Resim şiirin ikizidir diyerek dizeleriyle İstanbul’u resmeden şiirlere, şairlere usta çizer Selçuk Ören’in çizgileri eşlik etti. Şiirin anlam alanlarını derinleştiren, şiire ve şairin bakışına başka bir boyut katan bir renklilik sundu çizimler.