İstanbul Sözleşmesi kaldırılacakmış, yok öyle şey!

Canan Güllü

İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik tüm bu saldırılara dar bir pencereden bakılmamalı. Resmin tamamına baktığımızda ortaya başka bir tablo çıkıyor. İstanbul Sözleşmesi, 2014’te yürürlüğe girdi. Girdiği zamandan bugüne içinde gereken mekanizmalara da hükümetin ‘Ben bunları yapacağım’ dediği, söz verdiği maddelerden kaçı hayata geçirildi? Hükümetin hayata geçirdiklerinin kaçının etki analizleri yapıldı? Bu gibi sonuçlara bakmak lazım. Adalet ve Kalkınma Partisi bilimsel konuşmuyor. Bunu nereden anlıyoruz?

İlk Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin akabinde 100 günlük eylem planının içine nafaka sorundur, diye bir madde konmuştu. Arkasından da nafakayı halledelim, diye toplantılar yapılmıştı. Peki, nafakayla ilgili sorunun varlığını biz bir araştırmayla mı elde ettik? Meselenin özü bu. Şuan İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların birçoğu içinde nafaka olduğunu düşündüğü için karşı çıkıyor. Örneğin Türkiye’de kaç kadının öldüğünü söyleyebileceğimiz bir veri bankası var mı? Hayır, yok. Kamuoyu bu rakamları sivil toplum örgütlerinden alıyor. Cinayetlerin ne kadar arttığına ve bu artışın nedenlerine dair bir veri yok.

Olmayan bir konu üzerine birilerinin ahkâm kesmesiyle beraber bir taraftan da güçlenen bir kadın yapısı var. Resmin tamamına bakınca bir tarafta tarikatlar-cemaatler, bir tarafta çok uzun yıllardır iktidarda olan AKP, bir tarafta oradan ayrılarak seçime girmeyi planlayan partiler, bir tarafta yüzde 1’in altında kalan diğer partiler var. Tüm bunların yanında Covid-19’la beraber ekonomik sıkıntılarımızın belki 3 kat daha arttığını piyasaya yansıyan rakamlardan gördüğümüz bir durum, genç işsizliği ve neredeyse tüm komşularımızla kavgalı olduğumuz bir süreç de var. Tüm bunları bir havuzun içine koyduğumuzda canlıya kasteden bir psikolojik yapı var. Bununla birlikte siyasal İslam’ın kendini gösteren nüveleri var.

İstanbul Sözleşmesi ne zaman gündeme oturdu? 15 Temmuz’da oturdu. Peki, 15 Temmuz’un ardından iki cemaatin ‘İstanbul Sözleşmesi’nin istemiyoruz’ demelerini nereye koymamız lazım? O zamanki korkuları taşıyorsak herhangi bir cümle kurmadan konuyu kapatmamız lazım. Ama biz o cümleyi bir partilinin ağzından duyduk. Bununla ilgili ikiye bölünen parti içi bir sıkıntı var. Parti içi diyor ki, İstanbul Sözleşmesi’ni savunanlar dinsizdir çünkü aile yapısını bozuyor, çünkü cinsel yönelimi artırıyor. Bir de iştirak ve yoksulluk nafakası erkeklere zulmediyor. Bunları kabul etmeyerek sözleşmeyi savunanları dinsiz ilan eden takım, bunları savunmadığı için kendini dindar kabul ediyor.

Yakın zamanda haberlere yansıyansa; boşanma oranlarını arttırdığı. Biz ise uzun zamandır sözleşmenin uygulanmadığını söylüyoruz. Nereden anlıyoruz bunu? Eskişehir’de öldürülen Ayşe Tuba’dan anlıyoruz. 23 kere Adalet Bakanlığı’na gidiyor. Peki, uluslararası sözleşmeler iç hukuktan üstünse İstanbul Sözleşmesi’nin herhangi bir maddesine dayanarak kolluğun kadınla ilgilenmesi gerekmez miydi? Biz bunu yapamadık. Sonra Bakanlık devreye girdi, bu konularla ilgili soruşturma açtığını düşünüyorum. Güleda Cankel’i örnek verelim. Polis kontrolü altında ölme olayı diye geldi. Yani biz İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmadığının tanıkları olarak bu vakaları ortaya koyalım. Tüm bunlardan yola çıktığımızda uygulanmayan bir sözleşmenin boşanmayı artırdığı, aileyi dağıttığı söyleniyorsa ki kadınlar evde yaşadığı şiddetten dolayı yargıya müracaat ediyor, başka bir dertleri yok. Bu noktanın tespiti yapılmadan birilerinin söylem üzerine ahkâm kesmesinin ve özellikle de kadının ayakları üzerinde durma çabasının üzerine tabii ki tarikatlar rahatsız olacak, tabii ki İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerindeki erken yaş evliliğinden rahatsız olacak. Eğer İstanbul Sözleşmesi uygulanmış olsaydı bu ülkenin kadın politikası ve ikiyüzlülüğü son bulmuş olacaktı. İstanbul Sözleşmesi’nden, boşanmalar arttı diyerek herkes çocukları rahatça istismar edemiyor diye ayrılmak isterseniz bunun adı ahlaksızlık olur. Bu sözleşmede son sözü söyleyecek kişi AKP MYK’si değildir. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı’dır. Neden korkuyorlar? Yaşadıkları alanlarda eşlerine, çocuklarına, sevgililerine şiddet uygulamayanlar niçin İstanbul Sözleşmesi’nden korkarlar? Bu sorunun cevabı, bu sözleşmeden vazgeçilme nedenidir.

Adalet Bakanlığı 2019’da verileri erişime kapattı. Neden? Çünkü 28 bin 300 dosya vardı ve bunlar neredeyse buzdağının görünen yüzüydü.

Her kurumun aile içi şiddetle ilgili verisini oluşturması, özellikle Adalet Bakanlığı’nın kadın cinayetlerini tanımlayacak bir yasal maddesinin olması, ısrarlı takiple ilgili bir maddesinin olması, personele İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasıyla ilgili 2 günlük bir eğitim verilmesi, Sağlık Bakanlığı’nın tecavüz kitlerini alması, mağdur kişilerin o an ki davranışıyla ilgili tecavüz kriz merkezlerinin açılması, suçluların tespit edilmesi ve delillerin karartılmaması için Aile Bakanlığı’nın 7/24 acil destek hattını açması, kamu spotlarının artırılması ve medyanın bu konuda çalışmalar yapması lazım. Ancak tüm bun söylediklerimin yapılabilmesi için Cumhurbaşkanı’nın iradesini ortaya koyması lazım. Bu ülkede şiddete karşı milyonlarca insan var. Bu ülkede o maddelerin arkasına gizlenmiş art niyetleriyle yaşayan bir avuç insana karşı, ülkenin normatif değerleri üzerinde kemikleşmiş bazı eksik yanlış bilgilerin artık hafızalardan silinmesini isteyenlerle savaş verenler var. Bu savaşı çocukların mutlu, istismarsız yaşayabilmelerinin önünde Sayın Cumhurbaşkanı’nın çıkıp ‘İstanbul Sözleşmesi bu ülkede kadına şiddeti önlemek için vardır ve ben var oldukça da kalacaktır’ demesini bekliyoruz.

Birileri web sitelerine İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın, yazacak ve biz sözleşme kaldırılmasın diye delinin kuyuya attığı taşı çıkarmaya çalışacağız. Yok öyle iş. Burası Türkiye Cumhuriyeti... Türkiye Cumhuriyeti yaşam haklarına saygılı kamu kurumlarının ve Cumhurbaşkanlığı’nın olduğu bir ülke olarak görülmelidir.

İstanbul Sözleşmesi’ni gündem değişimi olarak kabul etmiyorum. Ayasofya olabilir ama İstanbul Sözleşmesi değildir. O sokaklardan geçen insanların da taşıma bir güruh olduğuna inanıyorum. O gün orada Diyanet İşleri Başkanı’nın söylediği cümleyi ben de eleştiriyorum. Ülkenin düşman işgalinden kurtulmasını sağlamış bir lidere hakareti kabul etmiyorum. Diyanet İşleri Başkanı’nı istifaya davet ediyorum.

İstanbul Sözleşmesi bugünün maddesi değil. Yaklaşık bir buçuk yıldır sürdürülen bir kara propaganda var. Bu nedenle önemli. Cemaatlerin ve tarikatların en önemli arzusu kadının birey olarak görülmemesi. Özellikle siyasal zeminlerinin zayıfladığı bir dönemde dişlerini çıkarıyorlar.

Gerçek Hayat Dergisi’nde yapılan hilafet çağrısı da İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili. Aslında var olmayan daha dini bir yönetime evrilmesi kuralları da erkekler tarafından konuldu. Ama unuttukları bir şey var, tüm o dünya ekonomik forumlarda dini olarak yönetilen ülkelerin alt sıralarda olması. Belki eskiden kapalı kapılar arkasında birilerini ikna edebiliyordunuz ama artık elinizde bir teknoloji var. Evet, hilafet istiyorlar, evet kurallarını kendi koydukları bir sistem istiyorlar ama bunu bir avuç insan olarak istiyorlar. Kulağımızı kabartalım ama korkumuzu yüreğimizde taşıyalım, bunlardan bir şey olmaz demeyelim. Buna karşı güçlü duracak milyonlarca insanın bu ülkede yaşadığını biliyorum. Bu ülkenin damarlarındaki özgürlüğü Cumhuriyet yapmıştır. Bir avuç insanın söylemleri ne yazık ki yandaş medya tarafından abartılarak dile getiriliyor.