J. Hakan Dedeoğlu ilk romanı ‘Bunu Biz İstedik İstanbul’da Kanal İstanbul Projesi’yle bir kez daha yıkılmaya hazırlanan İstanbul’un yıkımlarına odaklanıyor

İstanbul yok oluyor

Ferhat ULUDERE

2005 yılında yayımlanan Bant dergisinin kurucularında J. Hakan Dedeoğlu’nun ilk romanı ‘Bunu Biz İstedik İstanbul’ Karakarga Yayınları tarafından yayımlandı. Kadim İstanbul’a sekiz farklı distopik son kurgulayan J. Hakan Dedeoğlu günümüze de bol bol göndermeler yapıyor J. Hakan Dedeoğlu ile hem bu yıkımları hem de kitabı konuştuk.

‘Bunu Biz İstedik İstanbul’ bir ilk roman, biraz geç kalmış bir roman değil mi? Bant’ı yapmaktan roman yazmaya pek zaman kalmadı diye düşünüyorum.

Tam olarak öyle oldu... 15 yıldır Bant’ı yapıyoruz ve iyisiyle, kötüsüyle çok zaman alan bir iş. Bant’ı başlatmadan önce roman denemelerim olmuş ama dergiyle birlikte rafa kaldırmıştım bu hayalimi, ta ki zamanın ne kadar hızlı geçip gittiğini fark edene kadar. Kitaba başlayınca da sabahları işten önce iki satır, iki mail arası üç satır derken yazın Anamur’da kitabın ihtiyaç duyduğu zamanı ayırdım ve bitirdim.

Kitapta İstanbul’un başına gelmeyen kalmıyor. İstanbul sekiz kez yıkılıyor. Kitap distopik bir hikâye anlatsa da yazar İstanbul’un tarih boyunca yaşadığı yıkımlara da bir gönderme yapıyor sanki.

Bu şehir dediğin gibi tarih boyu yıkımlar yaşadı. Bu yıkımlar doğal afet olmak zorunda değil, 6-7 Eylül olayları da bu şehir için bir yıkımdır mesela. Ya da gerçekleştiği takdirde Kanal İstanbul da bir yıkım olacaktır... Buradaki temel sorun İstanbulluların, yöneteninden sakinine, geçmişten hiç ama hiç ders çıkarmıyor oluşu.

’Bunu Biz İstedik İstanbul’daki hikâyeler günümüze de bolca gönderme yapıyor. Zeytinburnu’na yerleşen uzaylılar ve azınlıklar arasında bir paralellik söz konusu değil mi?

6 - 7 Eylül olayları da var o hikâyede. İstanbul’un azınlıklar konusunda sınıfta kalmışlığı var. İşin üzücü tarafı o hikâyedeki olaylar zincirini kurgulamadan önce gerçekten uzun uzun düşündüm, İstanbul’a 2500 uzaylı yerleşseydi ne olurdu diye. Oldukça rasyonel düşünmeye çalıştım ve vardığım sonuç zaten kitapta var, çok iç açıcı bir sonuç da değil maalesef.

Kitap boyunca bazı karakterleri olayların içinde görüyoruz, ama bazı karakterler olayları izlemekle yetiniyor. Mesela Sadi yaşananları hep uzaktan izliyor, Sarp ve arkadaşı da öyle. İstanbul’un başına gelenlere bakıyor gibiler sadece. Onları olayların merkezine neden koymadığınızı da merak ettim aslında.

Sanırım bunun temelinde giderek çirkinleşen İstanbul’a karşı duyulan hayal kırıklığı ve olup biteni değiştiremeyeceğini anlamanın çaresizliği var. Şehri kurtarmaya çalışan karakterlerden ziyade yaşanan felaket üzerinden kendini, şehri ve gitmeyi sorgulayan karakterler var kitapta. Belki biraz da benim hem şehre hem de ülkeye olan duruşumun bir yansıması. Ya da kitapta da bolca geçen Caddebostan sahil tarafının İstanbul ile olan ilişkisine benzer bir durum da var. Oralar da yüzünü Adalar’a verip sırtını İstanbul’a dönmüş, umursamaz gibidir biraz. “Bana bulaşma da ne yaparsan yap” der gibidir İstanbul’a.

Aybüke Hanım çok canlı bir karakter olmuş. Yeni kuşak polisiye öykülerde karşımıza çıkan ilginç karakterlerden biri. Sanırım kendisiyle işiniz daha bitmedi.

Teşekkür ederim, ben de bitmemiş olmasını diliyorum. Yazarlık maceram nasıl ilerleyecek göreceğiz aslında ama gönlümde, sık sık olmasa da, belli aralıklarla yazacağım Aybüke Hanım polisiye romanları var. O karakteri ilk düşündüğümden beri de kendine ait bir dünyası, evreni olması gerektiğini düşünüyorum Aybüke Hanım’ın. Bakalım...

‘Bunu Biz İstedik İstanbul’ yazarın yaşamından da pek çok detay taşıyor. Kadıköy sokakları, Sadi’nin çizdiği desenler, bir araya gelinen konser mekânı Babil, ya da Babylon mu demeliyiz. Bu da hikâye anlatmayı daha eğlenceli kılıyor değil mi?

Kesinlikle. Hem İstanbul’a dair bir kitap yazacaksam benim İstanbul’umdan başka ne anlatabilir, ne yazabilirdim ki? Bu sebeple bol bol Kadıköy, Caddebostan, Beyoğlu var... Mesela Zeytinburnu da kitapta var ama sadece ismen, zira hayatımda Zeytinburnu’ya gitmedim... Ne tuhaf değil mi? Muhtemelen şehrin yüzde 75’ini görmemişimdir zaten. Ama özetle evet, hikâyeyi avucunun içi gibi bildiğin yerlerde kurgulamak, çoğu okuyucunun belki anlamayacağı ama bilene de “vay” dedirtecek ufak detaylar katmak işi gerçekten daha eğlenceli kılıyor.

istanbul-yok-oluyor-681074-1.