Camel’ın diğer albümleri gibi Stationary Traveller’ın da bir “concept” albümü olduğu, albümdeki tüm parçaların Berlin Duvarı’nın ayırdığı insanları, yaşamları, düşleri anlattığı söylenir

İstasyon yolcusu

BİLGE SELÇUK
Doç. Dr., Koç Üniversitesi
Psikoloji Bölümü
@byagmurlu

Oturduğun yerden yolculuk, oksimoron gibi. Ama, kim bilir, çoğu yolculuğu böyle yapıyoruz belki. Bazen dışımızdaki sebeplerden, belki bazen de içimizdeki…
Stationary Traveller işte bununla ilgilidir. İlk duyduğumda 20 yaşındaydım. Geçtiğimiz yıl, hani şu herkese bir özür borçlu olduğu söylenen 2017’de de galiba her zamankinden çok dinledim. Progressive rock’ın efsane grubu Camel’ın albüme de ismini veren unutulmaz parçasıdır Stationary Traveller. Bize vurucu bir hikâye anlatır, Batı-Doğu Berlin üzerinden.

Berlin’in hikayesi İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlar. Almanya, Amerikan, İngiliz, Fransız ve Sovyet bölgeleri olmak üzere dörde bölünmüştür. Anlaşma, Sovyet bölgesinde kalmasına rağmen başkent Berlin için de uygulanır. İki yıl içerisinde Sovyet bölgesi dışında kalan yerler birleşir. 1949’da Demokratik (Doğu) Almanya’nın kuruluşu ile ülke ikiye ayrılır. Tüm bunlar, elbette, o topraklarda yaşayanların iradesi dışında olur. Kritik politikalar insan hayatını trajik şekilde değiştirir.

1950-53 yıllarında, yaklaşık 1 milyon kişi gevşek sınırlardan Batıya kaçar. Firarlar artınca, Doğu Alman yetkililer sınırın sadece sağlam değil, “tehlikeli” de olması gerektiğine karar verir. Katı önlemler alınır. Yetmez, yurttaşlardan bu sınırı “canları pahasına koruma”ları istenir. Sınırın berisindekiler, kendilerini iki adım öteye geçmek için izne, belgelere, güvenlik kontrollerine mecbur bırakan bu çizgileri sorgulamadan benimsemeli, korunmasını sağlamalıdır.

Sınırların tahkimatı sonrası hal böyleyken, Doğu Almanların elinde kalan tek kaçış noktası, ülkenin ortasında ikiye ayrılmış bir Berlin’dir. Ve 1961’e gelindiğinde, Doğudaki Alman nüfusun yaklaşık beşte biri Batıya iltica etmiş durumdadır. Bu kabul edilemez tablo “Batılı faşist ajanların ülkeye geçişinin engellemesi için” bir duvarın şart olduğunu ortaya koyar.

Yetkililerin böyle bir niyeti açıkça yalanlamasından yalnızca iki ay sonra, sınıra bir gecede kilometrelerce tel örgü çekilir. Sonra yerine bir duvar… Yetmeyince duvarın üstüne teller konur, önüne kapanlar, mayınlar dizilir. Gözetleme kuleleri, ışıklar yerleştirilir. Kimse öte tarafa geçemesin diye… Duvar beyaza boyanır, aşmaya kalkışanlar rahat görülsün diye. Köpekli, silahlı görevliler yerleştirilir, kaçanların yakalanması için.

Batı Berlin’i, yani aslında Doğu Alman halkını çepeçevre kuşatan bir duvardır bu. Sevdiğiniz yerleri, insanları artık başka bir ülkenin sınırlarında bırakan. Daha bir gün önce yürüdüğünüz karşı sokağa adım atmanıza, arkadaşınızla konuşmanıza engel olan. Yirmi sekiz yıl bu biçimde yaşanır…

Stationary Traveller, işte böyle uzun bir dönemin ağır hüznünü yansıtır. Bu hüzne eşlik eden umudu, coşkuyu, umutsuzluğu, korkuyu, cesareti, kararlılığı, çaresizliği, gelip giden düşünceleri, inip çıkan duyguları, hayalleri, tek bir söz kullanmadan anlatır… Sadece Duvarın berisinde olanlarınkini değil, baskıdan uzak özgür yaşayabilmek için sakat kalma pahasına evini bırakıp Batıya kaçanlarınkini de.

Camel’ın diğer albümleri gibi Stationary Traveller’ın da bir “concept” albümü olduğu, albümdeki tüm parçaların Berlin Duvarı’nın ayırdığı insanları, yaşamları, düşleri anlattığı söylenir. Albümdeki “concept”i veya temayı elbette böyle düz anlamıyla okumak mümkün. Veya bu olağanüstü müziğin bize başka sınırları, çekilen başka telleri, yavaş yavaş örülen başka duvarları, fark etmeden içselleştirdiği baskıcı sisteme hayatı pahasına sahip çıkanları ve tüm bunların içerisinde kendi gibi yaşamak için uğraşan insanları anlattığını düşünmek de mümkün. Duvarların türünü, yüksekliğini, işlevini siz çeşitlendirebilirsiniz.

Bunların tümü insana dairdir.

O yüzden, bir gün bir bakarsınız, o duvar yerinde durmuyor.

Duvarı yapan da yıkan da insandır. Kaçmak isteyenleri belli etsin diye ördüğü duvarı beyaza boyayan, sonra, o duvar yüzünden yaşanan acılar unutulmasın, ibret olsun diye yıkarken bir kısmını tutan, üstüne rengarenk grafitiler yapan da insandır.

İşin doğrusu, tüm bu çelişkiye, karmaşaya, iniş çıkışa rağmen ibre hep aynı yönü gösterir. Gelişmeyi engelleyen her duvar, kim koymuş olursa olsun, bir gün eninde sonunda bir şekilde yıkılır, düşer. Çünkü her canlının potansiyeli iyiye doğrudur. İnsan herhangi bir baskı olmadan, kendi iradesiyle, düzgün, adil, özgür ve zengin bir yaşam kurabilir. Yol biraz uzun, engebeli ve biraz sarsıcı olsa da.

İstasyon yolcusu, bazen oturduğu yerden sadece bunları düşünür. Ve bana sorarsanız, Stationary Traveller bize, türlü baskılara rağmen öyle bir yaşamın mümkün olduğunu ve o yaşamın içinden geçmekte olduğumuzu anlatır.