İşte benim stilim (Hikâyenin sonu)

ATEŞ İLYAS BAŞSOY / atesilyasbassoy@gmail.com

Orhan’ı severim, yavşak heriftir, tıpkı benim gibi. Bu nedenle son kitabında olmadık detayları verirken, hikâyenin aslını yok saymasını yadırgamadım. Bir babanın oğlunu ölüme yollaması. Firdevsi’nin bin yıl, Orhan’ın günümüzde yazamadığı ama esinlendikleri şu meşhur Zeyd mevzusu. Gücü koklayan iş bilir adam anında tornistan, tehlikeli sudur, Salman’dan beter olursun.

Bu hikâyeyi patrona anlattığımda önce inanamadı. Muazzam cehâleti sürpriz değil, hiç haberi yokmuş hikâyeden.

Kızla ilgili takıntısı da aynı dönemde başladı. Bu tip işleri ayarlayan pezevenk kankası televizyoncu oğlan veya hemşerim Hasan gibi leş herifler varken, bunu neden benden istemişti? Belki hikâyeyi ona ben anlattığım için, belki işin bu noktalara geleceğini hissetmesinden. Peki neden kızla yatmak istedi? Bunu da anlıyorum aslında, Instagram çağı kızının sır tutamayacağı apaçık ortadaydı. Yani her şekilde kızı yok edeceğini biliyordu ama Zeyneb hikâyesi başını döndürüyordu ve öldürmeden önce kızı “zapt etmeyi” (böyle der) çok amaçlı bir saplantı hâline getirmişti.

Ağır bir abi: “Cebinde telefon taşımayan bir örgüt, devrim bile yapabilir,” demişti. Kızın evine gizlice girip başucundan telefonunu aldım, sinyal değişimi anlaşılmasın diye kapatıp, dolabın arkasına attım. Kız ofise gelirken kameraları tamamen kapattım, zaten sonra tesettüre girdiği için güvenlik kaygısı hiç olmadı.

Zavallıyı helikopterden alırken, yolda iki bira ısmarlarken de hiçbir şeyin farkında değildi. Ona Pamuk Prenses’i öldürmeye götürürken yolda canını bağışlayan Ormancı’yı anlattım. Eğer anlasaydı, belki de tüm riskleri göze alıp, onu kurtarabilirdim. Daha sonra Kundera’nın Ölümsüzlük romanından bahsettim: “Çok ünlü bir insanla herkesten gizli bir gün boyunca sevişmek mi istersin, yoksa aynı insanla herkesin gözü önünde sevgili gibi dolaşıp ona hiç dokunamamak mı?” Beni dinlemiyordu bile... “İnsanlar önce ilk seçeneği, sonra düşündükçe ikinci seçeneği seçerlermiş. Sen ilk seçenekte kalabilir misin?”

Ellerimle öldürdüğüm ilk kişi bu kız çocuğu oldu. O kadar naifti ki, onu kucaklayacağımı sandı ve kollarıma kendi geldi. Eğitim almama rağmen, bir boynun bu kadar kolay kırılacağını bilmiyordum.

Sonra gizli babasına hâlâ inançla ve umutla bağlı, kızdan daha avanak futbolcu eskisi, mezar kazıp sevgilisini gömdü. Sabaha karşı Sapanca kenarında ağır bir cigara sardık. Sürekli ağlıyor ama ona verdiğim emirleri de sorgulamadan yerine getiriyordu. Çünkü baba böyle emretmişti, baba onun sadakatını sınıyordu, baba onu artık hep kollayacaktı, baba yanında çalışan herkesin imzalı istifa mektubunu cebinde tutardı ve şimdi ondan kızı onun öldürdüğüne dair el yazısı bir mektup istiyordu.

Mektubu benim söylediğim cümlelerle tereddütsüz yazdı, cebime koydum ve tabancamı alnına yapıştırıp tetiğe bastım. Medya günlerce bu intihar olayını konuştu ama kızın kayıp oluşu ve bu intihar arasında kimse bir bağ kuramadı. Mektubu bir yıl sonra tedavüle soktum. Kâğıt futbolcunun evinden, o ana kadar nedense hiç görülmemiş kocaman bir kitabın, Şahname’nin arasından çıktı. Ama kızı yine de bulamadılar ve ölüp ölmediği asla kesinleşmedi, nereden bulacaklar ki?

Patronun “sesler” filan derken kafayı iyice yediğini bütün ekip biliyoruz. Ona ses gelmesi gayet doğal. Çünkü konu hiçbir zaman sesle ilgili olmamıştır, mesele kulaktır. Bir gün kulağın öyle bir hâle gelir ki, sen de o sesi duyarsın. Ve bir gün dilin öyle sertleşir ki, senin duyduğuna inanmayanı yok edecek hâle gelirsin. Kulak ve dil bu mevzularda genellikle senkron çalışır. “Nasıl olur?” sorusuyla oyalanma, “Neden olmasın?” diye sor.

Bir zamanlar hakkı arayan ve güçle savaşan bir salaktım, babadan öyle görmüşüz. Sonra en tepeden bir teklif aldım. Yanıt olarak: “Şu kadar parayı, faturasız, çantada, yarın sabah kapıma getirirseniz elimi uzatırım’ dersem ne yapardınız?” dedim. Gözümün içine bakıp “Elimi uzatıyorum, sen ne yapacaksın şimdi?” dedi.

Ertesi sabah kapıma gelen yeşil desteleri bir rüyanın içindeymiş gibi saydım. Paranın onda biri hayatımın tüm prangalarını atmaya yetti. O gün bir AVM’de dolaşırken, ömrümde ilk kez ne devlete, ne bankaya ne tazminatlara mahkûm olduğumu, tanesi iki bin avro olan deri çantaları, yüz bin dolar olan saatleri, hatta AVM’nin üst katlarından bir daireyi gazoz alır gibi alabileceğimi fark ettim.

Hemen ardından Gezi patladı ve bu kendimi ispatlamam için olağanüstü bir fırsat oldu. Dünyanın en leş haberlerini yaptırırken mankenlerin bel çukurundan kokain çekiyordum. İşler hızla mükemmelleşti: Bir inşaat şirketi irtifayı kırk kata çıkartmayı isteyince bunu yüzde on payımı alarak hemen hâlledecek güce sahiptim ki bu zirve demektir.

Beni tanıdınız değil mi? Ben Ateş İlyas Başsoy. Ezbere bildiğiniz en az on reklam şarkısını ben uydurdum. Yaptığım her saçmalık o kadar çok yayınlanıyor ki, herkes benim “dâhi” olduğumu düşünüyor. Patron’a şu GSM’in başına Ali, şu bankanın başına Veli gelsin diyebilen kişiyim ben. Üç yüz kişinin çalıştığı dev bir ajansım var. Çevrem bana hediye veren güzel insanlarla dolu. TÜSİAD’ın patronları ceket ilikleyerek odama giriyor ve komik bir şey söylemesem de her sözüme gülüyorlar. Hepsi beni seviyor, ben de onları seviyorum. Biz gemisini kurtaran kaptanlarız, misyonerimiz Ayn Rand, vizyonumuz bol rant. Bu arada büyük büyük dedem meğer Kafkasya’nın en önemli sufi şeyhi Yakubi Efendi’ymiş. Yalan mı? Yalan dersen, üç bin trol hesabımla seni linç ederim. Alkışlarsan belki sana bir iş veririm.

Tüm bunları yapmasam ne olurdu? Belki solcu bir gazetede iki haftada bir masallar yazardım. İstanbul’dan Çağla ve Gülcan, İzmir’den Mehmet ve isimlerinin açıklanmasını istemeyen üç şanslı okurumuz “beğendim” derlerse sevinir; bir delikanlı “CHP’ye mi yalaklanıyorsun?” deyince de kahrolurdum.

Babam işçilerin maaşını ödeme telaşıyla kendini yedi ve kırk beş yaşında (benim şu anki yaşımda) kalpten öldü. Her zaman itibar ve onurdan bahsederdi. Eğer doğru tarafı seçmesem, ben de şu anda tıpkı onun gibi maaş ödemek için ufak tefek işleri koşturan modası geçmiş bir zavallı olurdum ve sanırım üzüntüden, yalnızlıktan, vefasızlıklardan usanıp, katarın gittiği yere bir bilet alırdım.

Bizim köyde bir cami yaptırdım. (Yirmi moruğun yaşadığı köye üçüncü cami) Baktım babam yaşında adamlar elimi minnetle öpüyorlar. Yarın bu köyde keyfime bir asit fabrikası açıp zeytin ağaçlarının kökünü kurutacağım ve bu herifler torunlarını işe almam için gelip yine öpecekler elimi.

Ölmüş insanları bir daha öldürmeyi de sayarsak, aslında ilk öldürdüğüm kişi babamdı. Bana kızmayın, ben yapmasam o beni öldürecekti. Bu beni Batılı mı, yoksa Doğulu mu yapar? Hikâyeyi soruyla bitirmek: İşte benim stilim.

iste-benim-stilim-hikayenin-sonu-144748-1.

İllüstrasyon: Birol Bayram