Ben mi yanılıyorum acaba? Onlar için, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu saymazsak, seslerini yükselten, ses çıkaran, destekleyen, serbest bırakılmaları, en azından tutuksuz yargılanmaları için kampanya yürüten neredeyse hiç kimse yok. Yurt içinde yapılsa, hemen FETÖ’cü damgası yemekten çekinilebilinir, tamam, ama yurtdışından olsun hiç mi savunucuları yok bu Altan kardeşlerin, Şahin Alpay’ın.

Ne kadar yalnız bırakıldıkları herhalde fark edilmiştir. Zaman zaman yandaş medyada, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan gibi isimlerden söz edilirken onların da adı geçirilerek “tutuksuz yargılansınlar” diyenler oluyor ama hepsi bu. Pek bir cılız sesler onlar da. Bir zamanlar “ait oldukları” iddiasındaki soldan da herhangi bir destek gitmiyor Altan kardeşlerle, Şahin Alpay’a.

Durum şu açıdan acıklı: Adıgeçenler yıllarca verdiklerini iddia ettikleri “aydınlanma” kavgasında özgürlüklerinden mahrum kalmış değiller. Mezarötesi anlayışların iki ayrı kolunun kavgasında yanlış safta olmanın bedelini ödüyorlar. Ülke emekçisinin, aydının, ilericisinin kavgasında “tutsak” düşmediler. Yayın organlarında kalem oynattıkları yapının “sivil toplum” örgütü olduğuna bizleri inandırmak için az şaklabanlık yapmamışlardı. Batıda ne okumuşlardı bunlar, anlamamıştık. Ülkemizdeki muhafazakarlığın olumlu anlamda dönüştürücü olduğu yanılgısına düşmüş, dolayısıyla ülkemizde iyi kötü var olan laikliğe şımarıkça yaklaşmış, ülke dincisinin askeri vesayeti kaldıracağını düşünmüş şaşkınlardı bu üçü. Askeriyeyi “peygamber ocağı” diye kutsayanların asker vesayetini başkaları için şart koştuğunu içeri düştüklerinde anladılar muhakkak. Kültürlerinde “cihat” olanların asla sivil düşünemeyeceklerini bu şaşkınlara anlatamadık bir türlü. Utanmazca, hayasızca bu ülkenin iyi, kötü var olan aydınlanma birikimiyle dalga geçtiler.

Şimdi her çıkarıldıkları duruşmada, “dinci bir yapının” mensupları olmakla suçlanıyorlar. Askeri vesayeti kaldırdıklarını sandıkları, batıyla kendilerini buluşturan dönüştürücü muhafazakar demokratlar tarafından hem de. Bunlardan dinci “Paralel devlet yapılanması”nın mensupları olarak söz ediliyor. Ne kadar acı.

Nesini savunacaksın şimdi bunların? Herkei için istenenleri onlar için de isteyeceğiz elbette. Tutuksuz yargılanma olanağı varsa elbette özgürlüklerine kavuşturulsun, savunmalarını özgür bir ortamda yapsınlar demekten başka. Ama nesi savunulur bunların? Bunlar gibiler fasıl gecelerinde dincilerle kucak kucağa “demokrasiyi” kurmanın (!) yorgunluğunu eğlenerek atarken “yaşam biçimimizin” altı oyuluyordu oysa. Hepsinin parmağı var bunda. Plajda bira içiyor diye kadınların gözaltına alınmalarında, şort giyiyor diye kadınların tokatlanmalarında bu üçünün da dahli var.

Ahmet Altan, duruşmada iyi “edebiyat” paralıyor. Hiç birinde özgür düşünceden, özgür bir ülkeden söz ettiği yok. Hangi yüzle edebilir ki? “İnancımla demokrasi bağdaşmaz” diyenlerle bile bile ortaklık yapan biri nasıl özgürlükten söz edebilir ki?

Geçmiş zaman ama insan unutmuyor. Unutmamalıyız. Bu rezillikler unutulmamalı. Ahmet Altan Taraf adlı paçavrada yazdığı sıralarda bir yazısında hatalı bir ifade kullanınca cemaatin kendisini arayıp sitem ettiğini belirtiyor. Gülen meğer kırılmış.

17 Mart 2012 tarihli Taraf’taki köşesinde vıcık vıcık, okuyanın midesini bulandıran bir dalkavukluk yapıyor, Fethullah Gülen’den özür diliyor. Memleketin aydını(!), demokrasi savaşçısı(!) Ahmet Altan’ın cümlelerini okumak ister misiniz? Buyrun:
“Bu hatadan dolayı onlara borçlandım, bu dünyada ödeyebileceğim kefaret özür dilemek oluyor ama ahrette ayrı ayrı bölümlerde ikamet edecek olsak da ben onları kabul ederlerse Sırat Köprüsü’nde sırtımda taşırım”.

İşte bu nedenle yalnızlar şimdi. İstediği kadar “edebiyat” paralasın. Dinleyen yok.