“Nasılsınız?” diye sorduklarında “pek iyi değil”den, “fena”ya, gittikçe kararan “halet-i ruhiye”mizi yansıtan, içinde hiç umut taşımayan cümlelerle anlatıyoruz halimizi. Her yeri zehirleyenler, yalan üzerine kurulu havayı iyice karartanlar, kirletenler yüzümüze hâlâ bakabiliyorlar. Hâlâ demokratik cumhuriyetin nasıl yıkıldığını, nasıl yeniden kurulabileceğini ama hâlâ kendi aramızda tartışıyoruz.

Bulduğumuz yanıt, savaşı kanlı, kahramanları yenik bir Yunan tragedyasına benziyor: O nedenle eski bir yazıyı yeniden yazıyorum... Yeniden yazıyorum çünkü tragedyada mutlu son yoktur.

***

Hava gerçekten kirlendi. Tıpkı Fikret’in şiirinde olduğu gibi “bir inatçı sis”, bir “dud-u muannid” yalnız kentin değil tüm ülkenin üstünü, tüm gökyüzünü kapladı. Uzaylıların istilasına uğramış dünyalılara mı benzeyeceğiz? Kendini yitirmiş, içgüdüleriyle yaşamaktan, bir parça ekmeği kemirmekten başka bir şey düşünmeyen, tüm değerlerden sıyrılmış, ahlaki kaygılarını yitirmiş bir kitleye mi dönüşeceğiz?

Bu mudur başımıza gelen? Galiba evet! İşte yeniden yazıyorum...

***

En iyimser olanımız bile “metal yorgunu” partinin iktidarda kalmayı bir şekilde “başaracağına”, her koşulda “kazanacağına” inanıyor. İktidarda kalmanın yöntemleri üzerine yapılan hazırlıkları aktaranların ortak yargısı, yozlaşmanın yalnızca elinde güç biriktirenlerde değil, toplumun tamamında egemen olduğu yönündedir, Ama hala kendilerini yitirmemiş dostlarımız, gerçekte ahlaki bir sorun olan “boş vermişliğin”, insanları aktif olmaktan çıkardığını, pasif izleyicilere dönüştürdüğünü anlatıyorlar.

Bu nedenle, umudu tazelemek için, işte yeniden yazıyorum...

***

Sisi dağıtmak, insanları günlük yaşamın, politik mücadelenin evrensel etik değerlerini; insan haklarının sınıfsal karakterini anımsamaya, onlara sahip çıkmaya çağırmak zorundayız. Peki bunu nasıl yapacağız? Aslında “doğru olanı” biliyoruz; Yıllardır peşinde koştuğumuz, enine boyuna öğrenmeye, öğretmeye çabaladığımız “doğruda” bir değişiklik yoktur. Ama yollarda büyük değişiklikler, aşılması güç engeller, modern tuzaklar var. O yolda yürüyebilmemiz, stratejinin esnekliğine inanmamıza, örneklerini şaşkınlıkla, gıptayla izlediğimiz kahramanlık ahlakını yeniden kutsamamıza bağlı.

Kutsayalım diye, işte yeniden yazıyorum...

***

Bu havayı değiştirecek, toplumsal nefes alma mekanizmalarını çalıştıracak, zehirli havayı tahliye etmenin bir yolunu bulacaksak, ilk işimiz, evrensel etik kurallarının dejenere edilmesine militanca ve entelektüel düzeyde karşı çıkmak olmalı. Ama geç kalmadık mı biraz! Ne yazık ki, amaçlarına büyük ölçüde ulaştılar; medya hemen hemen sıfırlandı; bir zamanlar tartışmaya açık olan üniversiteler susturuldu, sosyal demokrasi ilk kavşakta sağa sapabileceğinin sinyallerini veriyor. Umutlarını kurulacak “yeni” partilere, onların iktidarı zayıflatacağı hayaline bağlayanlar, aynı olanların önünde sonunda aynı yerde buluşacağını unutuyorlar. Unutmayalım bunları diye, işte yeniden yazıyorum...

Bu kadar ağlamak, bu kadar sızlanmak yeter! Yapılacak iş bellidir, bakmaktan çok görmeye yoğunlaşacak, görülmeye çağıranı görecek, “kör olma da gör beni” diyeni duyacağız. Dönülecek ilk köşe umutsuzluk köşesidir. Mücadele etmenin ilk koşulunun, yenilmeye değil yenmeye yoğunlaşmak olduğunu hatırlamaktır.

Yapılacak ilk iş iki yıl önce yazılmış bu umutsuz, bu uğursuz yazıyı kaldırıp atmak, yeniden yazmak, bir şekilde birlikte davranabilmenin yolunu bulmaktır.

Arayalım diye, bulalım diye, işte yeniden yazıyorum...