Türkiye’de iktidarın konumuna bakıp ‘değişen bir şey yok’ diye düşünenler var. İktidar bloku zaten baskıcıydı, muhalefeti susturmayı kendisine düstur edinmişti; ana muhalefeti uzun zamandır hedef gösteriyordu, HDP’li belediyelere kayyum atıyordu, eleştirel sesleri bastırıyordu dolayısıyla şimdi tanık olduğumuz kutuplaştırma stratejisinin devamından başka bir şey değil diyenler acaba haklı mı? Ne daha iyi ne daha kötü, böyle yaşayıp gidecek miyiz?

İktidar blokunun mevcut konumunu politik ve toplumsal gerilimi çoğaltmak ve yönetmek, böylece iktidarını bir sürede daha devam ettirmekle sınırlı görmek, en hafif deyimle naif bir akıl yürütmeden başka bir şey değil. Birbirini takip eden gerilim ve yumuşama dönemleri AKP’nin hegemonyasının güçlü olduğu konjonktüre ait bir fenomendi. İktidar, kimi zaman liberal kimi zaman otoriter ama illa ki muhafazakâr-çoğunlukçu bir söylem ile ayakta kalmanın ‘sihirli formülünü’ bulmuştu. Ancak o günler çok gerilerde kaldı. İdeolojik-politik hegemonyası sarsılan iktidar bloku alelade bir gerilim klonlama stratejisi izlemiyor; aksine daralıp küçüldükçe bir nevi imha politikasına meylediyor ve şimdiden sandığın altına dinamit koyma hazırlığına girişiyor.

Önümüzdeki günlerde yaşanması muhtemel gelişmelerin ipuçlarını son bir hafta içinde gördük. Bunlardan en dikkat çekicisi topluma korku salma çabalarının sıklaşması ve iktidarın kendi bilinç altındakilerinin ‘tetikçi’ olarak nitelendirebileceğimiz kişiler tarafından dışa vurulması. Bu durum karşımıza bazen 12-17 arasını ilk doğum için ‘ideal yaş’ olarak tarif eden bir ‘akademisyenin’ sözlerinde bazen sanki savaştalar ve ganimet hesabı yapıyorlarmış gibi çetele tutan trollerin paylaşımlarında somutlaşıyor. RTÜK başkanının Noyan’a ve programın yayınlandığı kanala siper olması, savcıların iktidar lehine tehdit savuranlara karşı kayıtsızlığı, ölüm listesi açıklayanların nerelerden güç aldığını apaçık gözler önüne seriyor. Bu tip tehditlerle milyonlarca insanı rehin alabileceğini düşünenler ise fena halde yanılıyorlar.

Gerçek şu ki iktidar bloku pandemi sonrasını düşünerek tüm muhalefete karşı eş zamanlı bir operasyon başlattı. Tekil şahıslardan meslek odalarına, partilerden sendikalara uzanan çok yönlü bir saldırı bu. İktidar “Bize yönelik hiçbir hamleyi, gerçeğin ortaya çıkarılmasına dair hiçbir çabayı cevapsız bırakmayız” diyor. Örneğin Altun’un yok pahasına kiraladığı boğazdaki arsaya karşılık Fatih Portakal’ın arazisinde bilir kişi incelemesi başlatıyor. Gıda yardımlarının nereye gittiğini soran CHP Yüreğir Gençlik Kolları Başkanı önce kaymakam korumalarınca darp ediliyor, sonra gözaltına alınıyor. Sorgu hakimince serbest bırakıldıktan sonra malum mekanizma işliyor ve tutuklanıyor. Birkaç muhalif kanal dışında medyada iktidarın isteği dışında haber yapan kalmamışken RTÜK başkanı emir gelirse sunucuların yorum yapmasını engelleriz diyor.

Operasyonun bir tarafında CHP’yi PKK ile eş tutmak gibi akıllara ziyan işler, Erdoğan’ın İş Bankası talimatı gibi sembolik yanı akçeli yanından güçlü el koyma girişimleri, İYİ Parti ve HDP arasındaki polemiği körüklemek gibi fırsatçılıklar, kayyum operasyonları gibi zorla kanıksatılan ‘devamlılıklar’ var. Öte yandan iktidar ortakları 2023’e kadar seçim yok deseler de Babacan ve Davutoğlu’nun partilerinin olası bir erken seçime girmesine mâni olmak için siyasi cambazlık peşinde. CHP’nin 24 Haziran seçimleri öncesinde İyi Parti’ye 15 emanet vekil vermesi İyi Parti’nin seçime girip giremeyeceği tartışmalarını sonlandırmıştı. Kılıçdaroğlu’nun benzer bir desteği Gelecek ve Deva partilerine de verebileceklerini açıklaması iktidarı harekete geçirdi. Zaten anti-demokratik olan Siyasal Partiler Kanunu şimdi bu bahaneyle tek adam rejimine uygun hale getirilmeye çalışılacak.

Bütün bunlar basit bir ‘olanı koruma’ değil; mevcut rejim bu haliyle halk tarafından sahici bir sınanmaya tabi olmayacak kestirme çözümlerin peşinde. Buna kapasitesi yeter mi ayrı bir tartışma konusu. Ancak muhalefetin sözünü ettiğimiz gerçekliği idrak ederek hareket etmemesi durumunda ‘kapasitesi’ olmasa bile buna teşebbüs edeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

Hal böyleyken 19 Mayıs 1919’un yıldönümünde, bağımsızlık fikrinin ne denli önemli olduğunu hatırlamak ve bağımsızlığın ancak anti-emperyalist bir politik hat ile demokratik cumhuriyetçi paradigmayı birleştirmekten geçtiğini bir kez daha haykırmak gerekiyor. 101 yıl önce başlayan ve ilmek ilmek büyüyen deneyim saltanat sevdasına karşı memleket sevdasının zaferiydi. Bugün memleket sevdası, her yerde Meclisleşmekten, Saray rejiminde vücut bulan oligarşik yapılarla mücadele etmekten, havuz patronlarına karşı halkın sesi olabilmekten, laikliği kazanmaktan geçiyor.