Referandum için geri sayım başladı ve tam da tahmin ettiğimiz gibi hayır diyenler üzerindeki baskılar ağırlaştı. Bir yanda iktidar blokunun tüm devlet araçlarını kullanarak yürüttüğü propaganda diğer yanda tehdit ve baskılara rağmen rejim değişikliğine ve tek adam yönetimine hayır diyen milyonların sürdürdüğü kampanya. Bizler bu sürecin eşitsiz ve bir o kadar kirli olacağını tahmin ediyorduk, şu ana kadar tanık olduklarımız maalesef öngörümüzü onaylar nitelikte. Hayır bildirisi dağıtanların gözaltına alınması, toplantılarının sabote edilmesi, mafyavari yöntemlerle gözdağı verilmesi saldırılardan sadece birkaçı. Ve her biri referandumda evet çıkması halinde nasıl bir ülkede yaşayacağımızın göstergesi.

İktidar bloku rejimi değiştirmek istediği gibi kimin “tam yurttaş” kimin “sakıncalı yurttaş” olacağına da şimdiden karar veriyor. Bu çerçevede bitmek bilmeyen KHK’lar yalnızca bir tasfiye aracı değil aynı zamanda tasfiyeye maruz kalanın yurttaşlık statüsünü düşüren bir uygulama olarak formüle ediliyor. Ülkeyi KHK ile yöneten iktidar bloku, siyasi ve hukuki bir bağ olan yurttaşlığı keyfi bir biçimde derecelendirip, listeyi koyduklarını “sakıncalı” yurttaş ilan ediyor. Sonuçlanmış hiçbir idari ve adli soruşturma olmaksızın onun en tabi hakkı olan kamu hizmeti verme ehliyetini elinden alıyor, sivil ölüme mahkûm ediyor. Yapılan işlemler baştan sona o kadar hukuksuz ki, kimse sorumluluğu üzerine almak istemiyor. Sorumluluk alamamak, demokrasinin değil faşizmin alameti farikasıdır.

“Hakikat ihraç edilemez”
“Hakikat ihraç edilemez” cümlesi asılıydı Boğaziçi üniversitesi yerleşkesinde. Son KHK ile ihraç edilen Murat Sevinç’in dersini dinlemeye gelen öğrenciler ve biz meslektaşları, bu örgütlü kötülüğün bilim ile, vicdan ile, hakikat ile kavgasını çok iyi biliyorduk. Belleğimizde Nazizim’den 12 Eylülcülere tüm faşist, faşizan rejimlerin özgür düşünceyi imha etmeyi hedefleyen saldırıları vardı. Hakikati tek eline almak isteyenler düşünceyi kötürümleştirmek, bilim yuvalarını çoraklaştırmak, dava uğruna topluma ihanet etmekten çekinmiyordu. Aynı saatlerde Cebeci yerleşkesi polis ablukasına alınmış, TOMA’lar, çevik kuvvet özgür düşüncesinin karşısına dikilmişti.

Darp edilen meslektaşlarımız da vardı, gaza boğulan öğrencilerimiz de. Ama susup evlerine gitmeye hiç niyetleri yoktu. Çünkü sahip çıktıkları sadece üniversiteleri değil bu ülkenin aydınlık geleceğiydi. Cüppelerini yere bırakırken, bir yandan eleştirel düşünceye yapılan saldırıyı protesto ediyorlar bir yandan da akademik payelerin maaş bordrolarından, üniversite bürokrasisinden çok daha fazlası olduğunu gösteriyorlardı. Tarih o cüppeleri ezenleri de, onlara emri verenleri de yazacaktı elbet.

Mustafa Hoca’lar
Bu tam teşekküllü saldırı sadece akademisyenleri hedef almıyor, demokratik ve bilimsel eğitim isteyen tüm eğitim emekçilerini kıyıma tabii tutuyor. 4+4+4 ile başlayan, yazboz tahtasına çevrilen müfredat değişiklikleri ile devam eden, “proje okul” kapsamında tasfiyelere uzanan saldırı Eğitim Sen’li öğretmenlerin ihracı ile devam ediyor. Anadolu’nun birçok köyünde, ilçesinde öğrenciler öğretmensiz kaldı. Sürgün edilen, ihraç edilen nice öğretmen tıpkı akademisyenler gibi bu ülkenin her bir köşesini okula çevirecek, direnmeye devam edecek. Tıpkı kısa bir süre önce yitirdiğimiz Mustafa Turgut hoca gibi. Cenaze törenindeki politik netlik ve insani çeşitlilik, onun mücadele dolu yaşamının ne kadar çok insanın hayatına dokunduğunun kanıtıydı. Biliyoruz ki bu ülkede nice Mustafa Turgut’lar var ve onlar oldukça umutsuzluk yakışmaz hiçbirimize.

Yandaş değil tarafız
Kayıtsızlık yalnızca kendine, dostuna değil gelecek nesillere sırtına dönmektir. Baskıcı rejimler, korkanlardan daha çok kayıtsız kalanları severler. Çünkü korkuyu yenecek toplumsal güç her zaman muhalif siyasetin içinde gizlidir. Bir kez ortaya çıktığında cesareti örgütler. Fakat kayıtsızlık, içine gömülmektir, siyasi ve toplumsal bir varlık olduğunu reddetmektir, ebedi eksik yurttaşlıktır. Yanı başında yangın varken bir tas su dökmemektir. Muhbir amire, işgüzar meslektaşa selam vermeye devam etmektir. Zulmü yok saymaktır, suça ortak olmaktır! Hayır, biat rahat denklemine olduğu kadar bu kayıtsızlığa da karşıdır. Dalga dalga büyütülen itiraz, “taraf” olmaya çağrıdır. “Tarafsızlığın” dayatmaya ve baskıya kayıtsızlık, yandaşlığı beyan etmenin ise rütbeli serbestlik olduğu günlerde demokrasiden, cumhuriyetten, özgürlükten, bilimden yana olduğunu söylemek yurttaşlık sorumluluğudur. Hepimizi işten atabilirler, hepimizi “sakıncalı yurttaş” sınıfına sokabilirler ama ilelebet susturamazlar. Çünkü haklıyız ve haklı olmanın gücüyle yeni bir başlangıç için mücadele etmeye devam edeceğiz.