Siyasette aynı zaman dilimi içinde çakışmayan ANAP ve AKP, "istihdam fonları sömürüsü"nde nasıl buluşmuş olabilirlerdi? Yanıtı basit: Bu fonları kuran ANAP'sa, tasfiye eden AKP'dir. Ama resmi tam görebilmek açısından buna ANAP ile AKP arası hükümetleri de dahil etmek gerekir. Çünkü bu fonların hem kuruluş hem işleyiş/uygulama hem de tasfiye süreçleri sömürüye konu olmuştur.

İstihdam fonları sömürüsü:  ANAP-AKP buluşması

Türkiye'de 1980 öncesinde de görülen örnekler olmakla birlikte, yakın tarihimizi etkileyen istihdam fonları Özal döneminde kurulanlardır. Bunlardan Konut Edindirme Yardımı (KEY) 1987'de; Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı (ÇTTH veya kısaca Zorunlu Tasarruf) 1988'de yürürlüğe girmişti. İstihdam üzerinde çarpıtıcı etkilerde bulunan bu fonların asıl işlevi, Hazine'nin finansmanı olmuştur.

16 Ağustos 2020 tarihli Birgün Pazar yazımızı "istihdam vergilerine" ayırmış olduğumuz için bu yazımızda eksik bıraktığımız konulara giriyoruz: Bu fonların işleyişlerindeki çarpıklıklar nelerdi ve 2000'lerdeki tasfiye süreçleri nasıl çalışmıştı?

Soru şöyle de sorulabilir: Siyasette aynı zaman dilimi içinde çakışmayan ANAP ve AKP, "istihdam fonları sömürüsü"nde nasıl buluşmuş olabilirlerdi? Yanıtı basit: Bu fonları kuran ANAP'sa, tasfiye eden AKP'dir. Ama resmi tam görebilmek açısından buna ANAP ile AKP arası hükümetleri de dahil etmek gerekir. Çünkü bu fonların hem kuruluş hem işleyiş/uygulama hem de tasfiye süreçleri sömürüye konu olmuştur. AKP'nin, emeğin üzerindeki yükleri emek lehine temizlediğine dair pek övündüğü tasfiye sürecinin, aslında emeğin çıkarları aleyhine sonuçlar ürettiği gösterilecektir.

ÇTTH: EMEK ALEYHİNE İŞLEYİŞ

Özal döneminde bir "fon ekonomisi" oluşturulmuştur. İstihdam fonları bu sistemin önemli ögelerinden olmuştur.

Zorunlu Tasarruf, yüksek oranlı kesintileri, hesabın toplam büyüklüğü ve etkilediği çevrelerin genişliği bakımından KEY'den daha önemlidir. Kesinti oranları başlangıçta ücretliler için yüzde 2 ve devlet/işveren için yüzde 3 iken; Bakanlar Kurulu yetkisi kullanılarak bu oranlar Temmuz 1989-Temmuz 1994 arasında yüzde 4 ve yüzde 6 olarak uygulanmıştır. Bunun sermaye açısından anlamı, ücret maliyeti üzerine yüzde 10'luk bir fon yükünün eklenmesidir ki çok yüksektir. Bunun -KEY, SSK ve Gelir Vergisi kesintileriyle birlikte düşünüldüğünde- daha da büyüyeceği görülebilir. Nitekim, OECD ülkeleri arasında en yüksek brüt ücret-net ücret farkında Türkiye birinciydi.

Bu sorun, kayıtdışı istihdamı hızla büyütmek gibi bir başka soruna yol açacaktır. Bir başka etki de KOBİ'lerin, eğer kayıtdışılığa yönelmiyorlarsa, ya istihdam azaltmaya ya da şirketlerini bölmeye itilmeleri olmuştur. Nitekim, özel işyerleri açısından eksik bir beyan olduğunun kanıtı, hak sahiplerinin yüzde 60'a yakınının memur, kamu işçisi ve sözleşmeli kamu çalışanı olmasından anlaşılmaktadır. Toplam kesintilerin yüzde 46'sının memurlardan yapılıyor olması da bunun dolaylı bir kanıtıdır. (O. Oyan, "Zorunlu Tasarruf ve KEY", TÜRK-İŞ Yıllığı 1999, s. 136-157). ÇTTH ve KEY kesintilerinin, özel sektörde emeğin işverenle pazarlık gücünü gerilettiğini de ayrıca belirtmek gerekir.

Ziraat Bankası'nda açılan "Tasarruf Teşvik Hesabı"na yatırılan kesintilerin hak sahipleri adına şeffafça ve hesap verilebilir biçimde yönetildiği de söylenemez. ÇTTH, 1994 sonuna kadar Kamu Ortaklığı İdaresi (KOİ), 1995'ten sonra Hazine Müşteşarlığı tarafından yönetilmiştir. Bu devir, hesapların kesintisiz izlenmesinde kırılma yaratmıştır. Müsteşarlık, önceki dönem sanki kamu idaresi dışındaymış gibi sadece kendi dönemiyle ilgili bilgi vermiş, 1996'da Refahyol iktidarı döneminde bu açıklamalar da kesilmiştir.

Şeffaflık eksikliği ve hesap vermeme sorumsuzluğu, nema/değerlenme oranlarının hak sahipleri aleyhine işlemesinden daha vahim sonuçlara yol açmıştır. Şubat 1994 devalüasyonunun bedelini çıkarma telaşına düşen DYP-SHP koalisyonu, Yüksek Planlama Kurulu'nun (YPK) 94/T-21 sayılı Kararıyla, Fonun KOİ tahvillerine bağlanmış 6,5 milyar dolarlık menkul yatırımını, devalüasyon öncesi kurlarla TL'ye çevirebilmiştir. (Sendika/siyaset alanı da suskun kalmıştır). Hazine de, 1995 başında Hesabı 2 milyar 778 milyon dolarlık bir stokla devraldığını beyan edip öncesine sünger çekmiştir. (Hazine Müsteşarlığı, 26 Ocak 1999 tarihli basın toplantısı).

MALİ SÖMÜRÜDE SINIR YOK

ÇTTH'nin tasfiyesi düşüncesi 1990'ların ortalarından itibaren gündemdedir. Bunun nedenleri arasında, yukarıda sayılan sorunlar dışında, çalışanlar adına yapılan tasarruf kesintilerini ve işveren katkılarını TCZB'ne (Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası) yatırmayan çok sayıda şirketin türemesi, buna bazı yerel yönetimlerin de katılmasıydı. Bu, özel sermaye lehine ciddi bir birikim fırsatına dönüşmüştü. Kaldı ki, kesintilerin 30-59 gün gecikmeyle yatırılabiliyor olması da, kurumlara faizsiz bir finansman sağlamaktaydı. Öte yandan, 6 yıldan kısa süre tasarruf birikimi yapanların hesaptan ayrılmaları halinde kendilerine ödeme yapılmıyor olması; 6 yılı dolduranların da sadece -enflasyonla aşınmış- kendi tasarruf kesintilerini alabilmeleri; işçilerin iş değiştirmeleri halinde hak kayıplarına uğramaları; işveren eğer kesintileri/katkıları hesaba yatırmamışsa yargıya intikal eden ihtilaf dosyasının artması gibi sorun alanları iyice büyümüştü.

Ama asıl sorun, bütün hak gasplarına rağmen, devlet üzerindeki yükümlülüklerin basıncının giderek büyümesi ve bundan kurtulunmak istenmesiydi. Büyük sermayenin tepkileri üzerine kesinti ve katkı payları 1995 sonrasında yüzde 2 ve 3 oranlarına indirildiği için sisteme taze kaynak girişleri azalmışken, her yıl nemanın 1/3'ünün hak sahiplerine ödenmesi yasal zorunluluğu sürmekteydi. Hak sahipleri içinde kamu çalışanlarının ağırlığı da devletin üzerine düşen katkı yükünü artırmakta ve devletin bir finansman kaynağı olarak düşünülmüş ÇTTH eski cazibesini yitirmekteydi. Ayrıca, özel işverenin ÇTTH kesintilerini vergiden düşebilme hakları da GV matrahını daraltmaktaydı.

İlk tasfiye girişimi 1996 yılında RP'li Çalışma Bakanı'ndan gelecektir. Bu tasfiye sadece kesinti ve katkı paylarının alınmasına son veriyor, mevcut birikimlerin akıbetini boşlukta bırakıyordu. Tam bir hak gaspı niteliğinde olan bu kanun Cumhurbaşkanı'ndan dönecektir. Anasol-D Hükümeti'nin DSP'li Çalışma Bakanı Nami Çağan, daha doğru bir yaklaşımla, ÇTTH adına yapılan kesintilerin son bulması ve eşanlı olarak kurulacak bir İşsizlik Sigortası Fonu'na geçişin kolaylaştırılmasını formüle edecek, ancak bunun gerçekleşmesi 2000 Haziranı'na yani DSP-MHP-ANAP koalisyonuna kalacaktır. Fakat tasfiye gene yarımdır: Kesintilere son verilmiş ama Hesaptaki birikime çözüm getirilmemiştir.

Kesintilere son verildiği 1 Haziran 2000'deki durum şudur: Fonda biriken paranın ancak yüzde 27'si hak sahiplerine ödenmiştir. Fondaki birikimin çift yönlü tırpanlandığı (tahvillere kur tırpanı ve düşük nemalandırma) dikkate alınırsa aslında gerçek durum bu oranın yarısından azdır. 31 Mart 2000 tarihi itibarıyla fondaki net birikim o zamanki TL değeriyle 3,7 katrilyon liradır. 2000 yılı kurlarından dolar karşılığı 6 milyar dolardır. Oysa fon birikimi cari faizlerden değerlenmiş olsaydı, o tarihte fonda en az 12 milyar dolarlık bir net bakiye olurdu. (Bkz. O. Oyan, Dünya Gazetesi, 26.05.2000 ve 25.04.2003).

ÇTTH'ın nihai tasfiyesine ilişkin düzenleme 24 Nisan 2003'te TBMM'de kabul edildi. Yasanın 6. maddesine göre anapara alacaklarının hemen, birikmiş nemaların (ki bu daha fazlaydı) 2006 Haziranı'na kadar 10 taksitte ödenmesi hükme bağlanıyordu. Bir karşılaştırma yapalım: Hükümetin önerdiği senaryoya göre 2003 yılında o günkü değerleriyle 1,4 katrilyon TL anapara geri ödenecektir. Oysa bu tasfiye yasası olmasaydı, sadece 2003 yılında ödenmesi gereken 1/3 nema 2,5 katrilyon TL'nin üzerinde olacaktı. Bu tasfiye modeliyle hak sahiplerinin haklarındaki aşınma 2003 Haziran değerleriyle 9 katrilyon TL veya 6,4 milyar dolardır. AKP tarzı tasfiye, emekçileri mağdur ederken Hazine'yi yükten kurtarmıştır. Başka deyişle fonun hem işleyişi hem de tasfiyesi katmerli bir mali sömürü anlamındadır.

KEY: İBRETLİK TASFİYE MODELİ

1 Ocak 2007'de yürürlüğe giren Konut Edindirme Yardımı öyle vaatlerle sunulmuştu ki, isteyen/istemeyen herkes konut sahibi yapılacaktı! KEY için ücretlilerden kesinti de yapılmayacak, 10 kişiyi aşan işyerlerinde brüt ücretten sadece işveren/devlet katkıları alınacaktı. Ama kesintiler kayıtdışı istihdamı teşvik ederken sendikasız işçilerin ücretlerini baskılayacaktır.

"Herkese konut" yalanının açığa çıkması da uzun sürmeyecektir. Bir kere KEY'den yararlanabilmek için konutun kullanım alanının 75 m2'yi geçmemesi; ikincisi, en az 180 aylık (15 yıllık) kesinti süresinin tamamlanması öngörülmüştü. Oysa bu fona yapılan kesintiler 9 yıl sonra 1995'te sona erdirileceği için yasal süreye ulaşılamayacaktır. Sadece TOKİ'den kredi sağlanmışsa onun geri ödemelerinde kullanılabilen küçük miktarlar söz konusu olacak, fon kaynağının sadece yüzde 1,6'sı hak sahiplerine ulaşacaktır.

Devlete finansman olanakları sağlamak için kurulan bu fon, KEY hesaplarının tutulduğu Türkiye Emlak Bankası'na da yarayacaktır. Banka, fon kaynaklarını, diğer banka faiz ortalamalarının yarısını aşmayan düzeylerde nemalandıracaktır. (Buna rağmen, kötü yönetime, yolsuzluklara ve siyasi istismara konu olan bu banka, bilançosunu düzeltemeyecek ve 2001 yılında BDDK kararıyla feshedilecektir).

Devletin genel mali sömürüsüne gelince, ÇTTH'de olduğu gibi KEY'in dövize endeksli tahvilleri de YPK'nin 96/T-27 sayılı Kararıyla 1996 yılında geçmişe dönük olarak ve yüzde 60 faiz üzerinden TL'ye çevrilecektir. Sömürü hakkında bir fikir vermek üzere belirtelim: KEY'in dövize endeksli tahvilleri korunmuş olsaydı 1999 Ekim sonunda Fonda o zamanki TL değeriyle 341 trilyon TL'ye karşılık gelen bir menkul yatırım olurdu. Oysa Fon'un tahvil cüzdanının değeri 1996'da 42,7 trilyondan ibarettir. Daha ilginç sömürü şudur: YPK karar almadığı için, yüksek enflasyonist ortamda bu bakiyeye bile 1997-98'de faiz uygulanmayacaktır. (O sırada Türk-İş Araştırma Merkezi sorumlusu olarak Türk-İş adına yaptığımız itirazlar sonucunda, bu tahvil değerinde 49,9 trilyon TL artışı mümkün kılmış ve tahvil hesabı bakiyesinin toplamda 93 trilyon liraya çıkmasını sağlamıştık!).

KEY öyküsünün üçüncü evresi, Fon'un toplam bakiyesi olan 395 trilyon TL'nin 1999 sonunda Emlak Konut AŞ'ye (2002'den itibaren TOKİ'nin "Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı"na=EGYO) sermaye olarak aktarılmasıyla yeni bir "uyutma dönemi"nin başlatılmasıdır. Kurulan şirketin sermayesinin sözde yüzde 60'ı hak sahiplerinindir. Ancak hak sahiplerinin taşınmazlar üzerinde payları oranında hissedar olmaları ne şeklen ne hukuken sağlanabilmiştir.

EGYO, 2003 yılından itibaren "kat karşılığı/hasılat paylaşımı" yöntemiyle girdiği projelerde usulsüz işlemlere alet edilmiştir. (YDK, 2004 tarihli Özel İnceleme Raporu). Bu kapsama giren yedi projedeki kamu zararının yalnızca 2004 yılında 774 trilyon TL düzeyinde olduğu belirtildiğine göre, zararın faturasının yüzde 60'ı yani 464 trilyon TL zımnen hak sahiplerine çıkmaktaydı.

Son evre 2006'dan itibaren başlayan tasfiyeye ilişkin yasama sürecidir. (Bkz. 25 Nisan ve 2 Mayıs 2006 tarihli BirGün gazetesi yazılarımız). Bu tasfiyenin dahi yeni bir ekonomik ve siyasi ranta dönüştürülmek istenmesi ibret vericidir. 30 Mayıs 2007 tarihli yasanın tasfiye modeli çok sorunludur. Yasanın 4. maddesi “hak sahiplerinin alacaklarının nemalandırılması ve ödeme” başlığı altında ilginç formüller üretmektedir. Buna göre, EGYO’nun net aktif değerinin yüzde 60,96’sı hak sahiplerine ödenecektir. Ancak güvenilir ekspertiz değerlendirmeleri yapılmamıştır ve EGYO'nun "net aktif değeri" gerçek rayiç değerleri yansıtmaktan uzaktır. Piyasa faiz hadlerinin çok altında kalan faiz hadlerinin işletilmesi de KEY bakiyesini aşındırmanın bir başka yoludur.

Kaldı ki ne ÇTTH ne de KEY bakımından, bütün hak sahiplerinin kesin envanteri çıkarılamadığı için tasfiye modelleri baştan sorunludur. Ama AKP iktidarı her durumda siyasi fırsatçılığını konuşturacaktır. 2004 yerel seçimleri öncesinde ÇTTH’nin tasfiyesini kullanacak; 2007 genel seçimleri öncesinde ise, "Zorunlu Tasarruf'tan sonra KEY sorununu da biz temizledik" yanıltması üzerinden bir siyasi böbürlenme fırsatı üretecektir.

SONUÇ

Emekçiler açısından sermaye iktidarları güvenilmezdir. Bunların emek lehine olduğunu söyledikleri zorunlu tasarruf, konut edindirme, işsizlik sigortası, zorunlu bireysel emeklilik gibi uygulamalarına hiç güvenilemez; bir din istismarcısı iktidarın ipiyle kuyuya hiç inilemez. Sonuçta faturayı hep çalışanlar öder. Nitekim ÇTTH ve KEY'in AKP iktidarı tarafından tasfiyeleri, işleyişlerindeki mali sömürüyü aratmayan nitelikte olmuştur. İşsizlik sigortası uygulaması da tamamen AKP dönemiyle bütünleşmiş ve hem Hazine'nin hem sermayenin fonlanmasına dönük olmuştur. Denetim dışı devasa Türkiye Varlık Fonu ayrı bir sorun alanıdır. Peki, RTE'nin önceki gün açıkladığı ekonomik pakette zorunlu BES uygulamasını yeniden güçlendirme vurgusu yapmasından emekçilerin hayrına bir şey beklenebilir mi?