Yeni Türkiye’nin “Eğer tek başına yönetemezsem, milli iradeyi tanımam” dayatması, 7 Haziran bozgununu beş ayda 2 Kasım zaferine dönüştürdü.

Bu beş ayda dehşet tüneline sokulan, vahşet dozu yüksek bombalı saldırı, katliam, misilleme ve çatışma ile kitleler 2 Kasım’da istenilen hizaya çekilmişti.
Siyasi iktidarın “ya istikrar ya kaos” çağrısı tutmuş ve MHP tabanından milliyetçi- muhafazakâr ve orta sınıf/ tüketici Kürt-Türk seçmenin tam 4.5 milyon oyu saflarına katılmıştı.

Bu hızlı geçişken, kaygan oyların arka fonunda duran yüzlerce masum insan cesedi, bayraklı tabut, çocuk bedenleri ise daha coşkulu seçim gecesi isim ve yüzleri unutulmuş “istikrar bedelimiz” olmuştu.

Daha hemen o gece “artık şehit gelmeyecek” müjdesi ve garantisi verilmişti.

Işık hızıyla “değişen” Yeni Türkiye’nin semalarını bombalar değil profesyonel gösteri havai fişek ve konfeti yağmurları basmıştı.

Devlet ve PKK’nın karşılıklı hevesle yükselttikleri savaş ortamı gayet etkili siyasi sonuçlara vesile olmuş, korkutulmuş, yıldırılmış seçmen blokları esas adreslerine doğru yönlendirilmişti.

Ve iktidar partisinin Haziran’da eriyen hegemonik gövdesine katılmışlardı.

İktidar sahiplerinin bile beklemediği bu yığılma hayret ve şaşkınlıkla karşılanmıştı.

Yeni Türkiye’nin asgari demokrasiden miras tek biçimsel gösteri olan seçimleri, kampanyasını devlet imkân ve imtiyazlarını sonuna kadar kullanmış, yeri, göğü abartılı “güç algısıyla” kapatarak kazanmış fiili rejimin büyük “zaferi” kutlanıyordu...

Elbette anayasal kurumları, hukuk sistemi ortadan kaldırılmış, Meclisi kapalı, gerçeklerin sansür ve yasak duvarlarını geçemediği ülkede sayısal kaba çoğunluk “demokrasiyi” işaret ederdi...

Türkiye’de otoriter neo-liberalizmi 13 yıldır köklüce yerleştiren iktidarın hem “fiili güç toplanması” parti-devlet, hem de müşteri/seçmenlerine kamu rantı dağıtıcısı şirket-devlet formu siyasi alanı ezici şiddet ve finansal kaynaklarla işgal etmişti.

Nitekim siyasi iktidarın 7 Haziran bozgununu bugün “siyasi zafere” çevirmesinde tarihi vebali olan ve Türkiye’nin piyasalaşma sürecini sadece Kürt düşmanlığı milliyetçiliği üzerinden okuyan “milli refleks” MHP 2 milyon seçmenini geriye dönüşsüz kaybederken “fiili başkanlığı da” Yeni Türkiye’ye hediye etmişti.

İç bölgelerin dindar-milliyetçi potansiyeli tek siyasi çatı altına toplanırken ev kredisi, araba kredisi bağımlısı AVM zihin Kürt-Türk şehirli tüketici orta sınıfların “dolar kurunda istikrar arayışı” da aynı adreste çakışmıştı.

Fiili rejiminin ideolojik-ekonomik rant ağlarınca müşteri/seçmen kimlik kayıtları alınmıştı.

Öte yandan bu boz-yap “istikrar” illüzyonunun ömrü yakında çıkacaktı.

Büyük sermaye saplantısı “istikrar” slogan olarak “iç savaş manzaraları” eşliğinde pazarlanması şimdilik tutsa da Fed faiz artışına kulak kesilmiş küresel sistemin dış kaynak girişine ölümcül mahkûm çevre ülkesini çok riskli zamanlar bekliyordu... Ve tabii ki bu en kanlı beş ayı, ve daha üç hafta önce Ankara’da 102 insanımızın parça parça edidiği ülkede 2 Kasım’da havai fişekli “istikrar ve demokrasi” çığlıkları atmak...

Herhalde bu süre zarfında hayatlarını feci biçimde kaybetmiş, sakat kalmış, onulmaz acılar içinde zahmetli bir yaşama devam edecek yüzlerce insanımıza ve ailelerine büyük acımasızlık ve hakkaniyetsizlik olmuştu.