“Eşkıya devri hükümetin hasta olduğu sıradadır. Aslında hükumet kısmı bir vakit ölmez, arada bir hastalanır. İnsan gibi canım! Hükumeti sıtma tuttuğu zaman eşkıya başkaldırır.”

İsyan ve itaat-III: Eşkıya türkülerinin iki yüzü
Çakırcalı Mehmed Efe’nin teşhiri (1911) . (Fotoğraf: Ali Özçelik Arşivi)

Mehmet Berk Yaltırık

“Eşkıya” tipini biliyoruz ama 20’nci yüzyıl sonrası algıladığımız şekliyle ilgili bir “çelişki” var. Bir haberde sokakta silahla saldıran birilerine denk gelince: “Şehir eşkıyâları!” deyip geçen insanlar, belirli türkü ve söylencelerden tanıdıkları isimler için belgelerde geçen “eşkıya” tanımlamasını görünce kabullenemiyorlar. Ancak onu destanlardaki, türkülerdeki, efsanelerdeki çehresiyle kabullenip olumluyorlar, kahraman olarak kabul ediyorlar. Kabullenemedikleri nokta “otoriteye karşı duran” kişinin yaptıklarının günümüzdeki algılara uymaması ki bu da türkülere geçmiş kimseyi romantize etme şeklinde tezahür ediyor.


Romantize etmekten bahsetmişken; türkülerin ve “halk belleğinin” dahi “çifteliği-düalitesi” var. Yani türkülerde, efsanelerde geçen kahraman aynı zamanda düşmanlarının ağıtlarının, bozlaklarının kötü adamı olabiliyor. Hatta eski dost yeni düşman bile olduklarını öğrenebiliyorsunuz biraz arka planını araştırınca. Meşhur “İzmir’in Kavakları” yahut “Ödemiş Kavakları” türküsünde geçen Kamalı Zeybek, Çakırcalı Mehmet Efe’nin düşmanı olarak anılır. Tarihi kayıtlara ve folklor derlemelerine, yani Çakırcalı döneminde yaşamış, onunla irtibatı olmuş kimselerin, çocuklarının, torunlarının aktardıklarına, sözlü belleğe baktığımızda ise ikisinin ahbaplığı olduğunu ve beraber büyüdüklerini, hatta efelikten önce dağları, kaçak göçek işleri öğrendikleri tütün kaçakçılığına bile birlikte başladıklarını, yollarının sonradan ayrıldığını görürüz.1 Bu örnekte de görüleceği üzere bir yerde folklor söz konusuysa asabiye, aşiret çatışmaları vs. kaçınılmaz oluyor.

Bir çete yahut silahlı bir kimse çoğu zaman belli etnik, sosyal vb. unsurlara dayanıyor. Köylüye dayanmasa bile bağlı olduğu hemşerilik bağlarının temsilcisi olabiliyor. Yakılan türkülerde genelde bir tarafın hissiyatı aktarılırken, çoğu türkünün farklı versiyonları bulunabiliyor. Yani bir “ağıt” yerine göre bir “zaferin türküsü” olabiliyor. Belgelerde geçen siciller, türkülerde yer almayabiliyor yahut bir türkü salt kabahatlerden oluşabiliyor. Öyle ki aynı kişiden bahsettiği halde iki farklı kişiyi anlatıyormuş gibi gelen türküler vardır.

Mesela Balkanlarda oyunu da olan “İbraim Odza”nın (İbrahim Hoca) aynı ezgiyle söylenen ve çoğu sözü de benzeşen “iki ayrı türküsü” (İbraim Odza Oro) söz konusudur. Yakıldığı dönem Osmanlı’nın Balkanlardaki son senelerine tekabül eden uluslaşma dönemine denk geldiğinden bu hava türküye fazlasıyla sirayet etmiştir. Kuzey Makedonya’da Pirlepe ve Kruşevo havalisinin bu meşhur siması, Türkler ve Arnavutların, yani Müslüman ahalinin anlatımında türküdeki “baş haramija” (harami) vurgusuyla söylenir. Hıristiyan versiyonda ise “baş haramija”nın yanına “hem kesecija” (yankesici, hırsız) tabiri eklenir. Türküde bir çeşme yakınında üç kömürcüye rastlar İbrahim Hoca. Her ikisinde de kömürcülerin ağzından korkularından kaynaklı “Bog da go bie toj İbraim Odza/Lanet olsun o İbrahim Hoca’ya” tabiri geçer. Müslümanların okuduğu versiyonda İbrahim Hoca, babacan bir tavırla kömürcülere halini hatırını sorup hep birlikte eğlenmeye gitmeleri teklifinde bulunur. Hıristiyan versiyonunda ise İbrahim Hoca “Slezete dolu gradot Kruşevo/Haber dano site kaj valiyata” diyor, “Aşağıya inin o Kruşevo şehrine, haber götürün valiye!” diyerek isteklerini sıralıyor: “Dami donesat rudoto yagne bela pogaça petstoni liri!” yani “Bana getirsinler kuzu kızartması, beyaz ekmek, beş yüz lira!” Sonrasında ise tehdit ediyor: “Ako ne nosat rudoto yagne, zenite sramam desa ke kolam, gradot Kruşevo jas ke izogram!” yani “Eğer getirmezlerse kuzu kızartması, beyaz ekmek, beş yüz lira; kadınları utandırırım, çocukları keserim, Kruçevo şehrini yakarım!” 2Balkanları farklı milletlerden komitacıların kasıp kavurduğu senelerde İbrahim Hoca da kimileri için sevilen bir figür, kimileri için de korku kaynağı olmuştur özetle. Bu “düalite”yi Hekimoğlu türküsünde de görebiliriz. Hekimoğlu, Ünye-Fatsa yöresinde Gürcü muhacirlerle yerel halkın çatışması neticesinde silahlandığından,3 diğer grup için korkutucu, kendi grubu için “kurtarıcı”dır. Ardından yakılan türküde dahi “Aynalı martinimiz Gürcü seçmesin, muhacir milleti buradan geçmesin” ibaresi vardır.

Peki, bir grup silahlının, onca görevlisi, yerleşmiş sistemiyle merkezi otoriteye kafa tutabilmesinin sırrı nedir? Cevabı aslında soruda gizli; “onca görevli, yerleşmiş sistem” yani hantal bürokrasi, onca mesele içinde sivrisinek vızıltısı mesele olarak değerlendirilen şekavetin ciddi boyutlara ulaşmadıkça dikkat çekmemesi… Kemal Tahir, eşkıyalık mitosuna Yaşar Kemal’in “İnce Memed”inden tam tersi yönden yani efsanevi değil de daha gerçekçi bir noktadan bakan romanı “Rahmet Yolları Kesti”de, karakterlerinden Bektaş Emmi’ye şöyle bir söz söyletir: “Eşkıya devri hükümetin hasta olduğu sıradadır. Aslında hükumet kısmı bir vakit ölmez, arada bir hastalanır. İnsan gibi canım! Hükumeti sıtma tuttuğu zaman eşkıya başkaldırır. Sulfato yutup yahut ki bir zorlu dedeye sıtmasını bağlatıp dirildi mi hükumet, bu kez marazlanmak eşkıya sürüsüne düşer.” 4

İşte Osmanlı’nın, hatta Akdeniz coğrafyasının, kabaca 1600’ler başı ile 1800’lerin başı arasında böyle bir sıtma dönemi vardır. Öncesinde Celalilerin5, sonrasında ayan6 denilen derebeylerinin türediği, haydukların çoğaldığı,7 “Dağlı eşkıyası8”nın da Balkanları kasıp kavurduğu, şehirlerde de yeniçeri zorbalarının “şehir eşkıyalığı9” yaptığı bir devirdir bu. Sam White, Osmanlı’da İsyan İklimi-Erken Modern Dönemde Celali İsyanları adlı araştırmasında dünyanın küçük çapta bir buzul çağına girdiği içi iklim yüzünden zaten kırılgan olan Akdeniz’de tarım üretimi sıkıntıya düştüğünü, ekonominin tepe taklak olması akabinde vurgunların, çetelerin, eşkıyalık vakaları arttığını anlatır.10

kaynakça
1Halil Dural, Bize Derler Çakırca-19. ve 20. Yüzyılda Ege’de Efeler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2005, s. 59-60.
2 Bu türkünün her iki varyantının sözleri için bkz. Bog da go bie toj Ibraim Odzha (Бог да го бие тој Ибраим Оџа), Pesna.org, https://pesna.org/song/407, (Güncelleme Tarihi: 12.10.2009 - Erişim Tarihi: 17.08.2021).
3 Yaşar Küçük, Doğu Karadeniz Bölgesi Eşkıya ve Kabadayıları: Türküler-Destanlar, Serander Yayınları, Trabzon 2006, s. 147-161.
4 Kemal Tahir, Rahmet Yolları Kesti, İthaki Yayınları, İstanbul 2007, s. 22.
5 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası: Celali İsyanları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009, s. 21-24.
6 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Meşhur Rumeli Ayanlarından Tirsinikli İsmail, Yılık oğlu Süleyman Ağalar ve Alemdar Mustafa Paşa, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2010, s. 1-7.
7 Barbara Jelavich, Balkan Tarihi 1-18. ve 19. Yüzyıllar, çev. İhsan Durdu, Gülçin Tunalı, Haşim Koç, Küre Yayınları, İstanbul 2015, s. 68.; Eric J. Hobsbawn, Eşkıyalar, çev. Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul 2011, s. 100-117
8 Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğunda Dağlı İsyanları (1791-1808), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1983, s. 5-7.
9Mehmet Berk Yaltırık, “Eski İstanbul Kabadayısı Figürü ve Bir Şehrin Yaşadığı Değişimler”, Osmanlı’da Şehir, Vakıf ve Sosyal Hayat, Mahya Yayıncılık, İstanbul 2018, s. 86, 89-94.
10White, a.g.e. (Giriş kısmı), s. 27-31, 36-38.