İt gibi korkmak deyimi evet türcü ve pek hoş değil. Ama durduk yerden de ortaya çıkmamıştır. Bir “insan haysiyetsizliğini” tanımlamak için insanın hayvana yaptığı bir zalimlikten türemiştir.

Sanıldığı gibi sokak köpeklerinin tedirginliğini ifade etmez. Sokak köpeklerinin korkusu nedenli ve amaçlıdır. Kendisine yaklaşan insanın beden hareketlerine, yüz ifadesine bakar ve daha önceki deneyimlerine göre uzaklaşır ya da kuyruğunu sallayarak yaklaşır.

İt gibi korkmak, “evcilleştirilmiş” köpeklerde görülen öğrenilmiş bir davranış. Kaynağı ise kesinlikle köpeklerin köpek olmalarıyla, doğalarıyla ilgili değil. Tersine köpeğin doğasına yönelik insan zalimliğinin bir sonucu.
Evcil köpekler zulme uğrarlarsa gelişiyor. Eğer köpeğin “sahibi” zorbaysa “itine” önce korkuyu öğretiyor. Zorbalar, ilişkide oldukları her canlının ne pahasına olursa olsun ona boyun eğmelerini beklerler. Boyun eğmeyi öğretmenin tek yolu olarak da şiddeti kullanırlar.

Bu sahipler, köpek daha yavruyken şiddete başlarlar. Üstelik şiddet bir cezalandırma aracı olarak kullanılmaz, terbiye etmeyi de amaçlamaz. Yersiz ve nedensiz uygulanır. Böylece köpek sahibini kesinlikle korkması gereken ve sadece korkması gereken bir “güç”, hiçbir zaman yenemeyeceği, karşı koyamayacağı bir “sahip” olarak kodlar.

Sürekli korku içinde yaşamak saldırganlığı kalıcılaştırır. Şiddet görerek büyütülen köpekler erişkin olduklarında şiddete eğilimli olurlar. Etrafa dehşet saçan, sürekli gözü dönmüş bir halde hırlayan, her an saldıracakmış gibi gergin olan bu itler, sahiplerinin yanında ise “süt dökmüş kedi” gibi olurlar.

Köpek hiç bir zaman sakin olamaz, sürekli korku halinde yaşar. Korku hali yalnızca bir durumda geçer, sahibinin şiddet uygulamayacağından emin olduğunda. Bu yüzden zorbalarca yetiştirilen itler, sahiplerinin şiddetini önlemek için yaltaklanmayı benimsemek zorunda kalırlar. Başka türlü şiddetten korunamazlar.

Bu itler sahiplerinin öfkelenmesinden çok korktukları için tek yaşama amaçları sahiplerinin öfkesini yatıştırmaktır. Artık köpek olma vasıflarını yitirir bir tür “otomat” olurlar. Hayatta kalma dürtüleri sadece sahiplerinin sakin olmasıyla birleşir. İşte bu itler sahiplerinin canının sıkılmasından bile çok korkarlar. Erişebildikleri her alanda sahiplerinin üzülmesine, kızmasına neden olabilecek her şeyi yok etmeye programlanmış hale gelmişlerdir. Çünkü bilirler ki sahipleri sakin değilse onlara şiddet uygulayacaktır.

Yeni tür bir avcıya dönüşürler. İlkin nedensiz ve amaçsız şiddet uygularlar. Karşılaştıkları ve kendilerinden güçsüz olduğunu düşündükleri her canlıya saldırırlar. Ama daha önemlisi bir gözleri sürekli sahiplerinde yaptıkları avcılıktır. Sahiplerinin öfkelenmesine neden olabilecek her şeyi daha öfke başlamadan yok etmek isterler. Hele sahipleri öfkelenmeyip, tersine keyiflenirse hele arada bir de olsa bu keyifle onların önüne yiyecek bir şeyler atarsa zevkten kendilerinden geçerler. Hissettikleri gerçek bir zevk değildir, korkmama halini keyif sanırlar.

Zamanla kendileri gibi yetiştirilmiş diğer itlere de saldırmayı öğrenirler. Sahiplerininin bir başka itinin de hata yapmasına dayanamazlar. Çünkü bu durum yine sahibi sinirlendirecek ve olasılıkla şiddet onlara da yönelecektir. Aralarından hata yapanın, sahibinin gözünden düşenin, zayıflık gösterenin tepesine “it gibi üşüşürler”. Düne kadar aynı çöplükte eşelendiklerinin boğazına çökerler.

Maalesef bu köpeklik vasfını bile yitirmiş olanlar için yapılabilecek çok fazla bir şey yoktur. Böyle yetiştirilmiş itlere öfkelenmek onlara iyi gelir, öfkeden beslenirler. Çok ama çok uzun, zahmetli bir şefkat aralarından bazılarında uğradıkları şiddetin yol açtığı hasarı onarabilir. Büyük çoğunluğu “it gibi sürünerek” ölür.

Zorunlu Teşekkür: Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın her gün ufalan, eriyen kuş gibi bedenlerinden korktukları için açlık grevleriyle dalga geçerek bu yazı için bana ilham verenlere teşekkür etmek, boynumun borcu.