Kim yürüttüyse ne olsun... Hani kitap verme derler ya, dergi hiç verme, geri gelmez, bir bardak soğuk su iç üstüne... O yıllar benim de arada bir uğradığım Çağaloğlu’nda yokuşun başında bir hanın içinde konuşlanan Memet Fuat’ın yönettiği De Yayınevi’nin çıkardığı Yeni Dergi’nin Bilinç Akımı Özel Sayısı’nı(Mayıs, 1965) nerden bulurum ben bir daha? İçinde anımsadığım önemli yazılardan Lawrence E. Bowling’in “Bilinç Akımı Tekniği Nedir?” başta olmak üzere, diğerlerini yutar gibi okumak da ne kelime, üzerlerinde çalışarak algılamaya çabalamaz mıydım bu akımı, kimi yapıtlarını?! Faulkner’in Ses ve Öfke’sini çevirmiş Rasih Güran, Remzi Kitabevi’nden çıkmış ve ben üç tane almışım kitaptan. Neden mi? Biri üzerinde kurşun kalemle de olsa notlar alacağım, diğeri akılsız başımla yine birilerine vereceğim ve biri de diğerlerinin başına bir şeyler gelirse diye yedekte kalması için... Bilinç akışının özelliklerini yansıtan yapıtlar pek yoksa da o yıllar, MEB yanınca basılan Virgina Woolf’un Deniz Feneri var... Dilsel zorluğu açısından Joyce’un Finnegans Wake’ini beklemek bir düşse de onun Ulysses’i ve birçok önemli diğer bilinç akışsal yazının yapıtları Türkçe’ye kazandırılmış durumda artık, Virgina Woolf’ta...

Tüm zamanların en önemli yazarlarından biri olarak gösterilen Woolf’la ilgili Ithaki Yayınevi, yaptığı açıklamada: “Maksadını aşan eril dilden ötürü okurlarından özür diliyor” ne demekse... Kendine Ait Bir Oda kitabının başındaki özgeçmişte, bir yayınevinin önemli bir yazarla ilgili söylenmesi olanaksız, ucuzluk ötesi, sanki bulucuklu(esprili) bir dil kullanılıyormuş gibi şu satırları saçmalaması acınası bir durum:

“Virginia Woolf: Küçük yaşta yazarlığa, 59 yaşında mezarlığa adım attı. Dalgalarla sörf yapıp nehir bile denemeyecek bir kaşık suda boğuldu...” Yok, çok becerikliydi de nehirde birden ayağına kramp girdi zavallının, yoksa şöyle adam gibi derin bir yerde boğulurdu?! Bu mu denmek isteniyor? Bir insanın kendi özüne kıyma özgürlüğüne mi karışılıyor bir yol?!

“Bilinç akışı mı nehrin akışı mı? Odalarda ışıksızdı. Paranoyaklığı zaten Shakespeare’in olmayan kardeşi üzerine saatlerce konuşmasından belliydi. Geri gelir mi? Gelirse gelsin, kim korkar bakire kurttan?” İçinde yapaylıklar, saptırmalar bulunan tümcenin sonuna bakalım: “Bakire”likle ne anlatılmak isteniyor? Virginia Woolf 1912 yılında Leonard Woolf ile evlenmişti. Woolf’un Türkçesi “kurt” ya, bu sözcükle mi oynanıyor? Neden? Yoksa Nicole Kidman’ın Hours filminden esinlenik bir yaklaşım mı? Neye! Ya da Edward Albee’inin Kim Korkar Hain Kurttan?”a, Richard Burton ile Elizabeth Taylor’un görkemli oyunculuklarıyla Mike Nichols’un filmine mi değinme? Ne için? “İpe sapa gelmez” deyiminin aşıldığı alancıklarda geziniyor İthaki ve buna da “renkli bir üslup” diyebiliyor:

“(...)Herhangi bir yazar hakkında özellikle web üzerinden standart her türlü bilgiye rahatlıkla ulaşılabileceğini düşünerek, daha farklı, renkli bir üslup kullanabileceğimiz, birkaç satırlık kısa biyografiler kaleme almayı kararlaştırdık. (...) Virginia Woolf biyografisi, aslında ilk olarak 2014 yılında –hafif farklılıklarla- Jacob’ın Odası’nın başında da yer almıştı...”

Şöyle de deniyor: “(...)Virginia Woolf bağlamında sert eleştiriler geldi. Şu kadarını söyleyelim ki, ‘sevmediğimiz, hor gördüğümüz vs.’ bir yazarın iki kitabını yayımlamış olsaydık bu tuhaf bir manzara olurdu...”

“Hafif farklılıklar” diye bir deyiş var mı dilimizde?... Peki, ben de başka kötü bir tümce kurayım öyleyse: Batsın farklı manzaranız hafifçe...