Beş yıl önce katıldığım bir panelde konuşmamın çoğunu Gezi’ye ayırmıştım; çünkü artık Türkiye’nin siyasi geleceğine dair cümle kurarken kimse o tarihi kırılma yaşanmamış gibi davranamazdı. Önümüzde 2018 seçimleri vardı ve akıllardaki tek soru kimin kazanıp kimin kaybedeceğiydi. Gezi’nin başlattığı büyük değişimin önümüzdeki dönemde Türkiye’deki siyaseti, iletişimi, liderlik anlayışını temelden değiştiriceğine dair fikirlerimi anlatırken karşımda oturanların gözlerinin bulutlandığını görmüş ve işlerin bir an önce yoluna girmesi için sabırsızlandıklarını anlamıştım. Gezi Parkı direnişinden sonraki ilk seçim 2015’te yapılmıştı. Halk, hiçbir siyasi partiye tek başına iktidar olabilecek oyu vermemişti. Çok seslilik istemişti. Gezi’de talep edilen iletişim biçiminin sandığa yansıyan sonucuydu bu. Ancak ‘devletin karanlık derinleri’ öyle birkaç ‘çapulcu’ istedi diye parmak şıklatırcasına değişmeyeceğini gösterdi. 7 Haziran’ın pozitif havası, 1 Kasım 2015’te tekrarlanan seçime kadar yaşananlarla birlikte dağılmakla kalmamış yerini büyük bir acı ve korkuya bırakmıştı.

***

2016’da, Erdoğan’ın “Allah’ın bir lütfudur” dediği 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı. Türkiye siyasetine uzun süredir dahil olan Gülen hareketinin AKP iktidarında güçlenen ortaklığı, işin içine silahların ve tankların girdiği cenkle bozuldu. Bu da Gezi’nin etkisiyle olmuştu. Halkın isyanını arkasına alıp düşman ortağını oyun dışına atma hesabı yapan Gülenciler yenildi. Erdoğan kazandı. Ama hayır, Türkiye yine ve hâlâ kazanamamıştı. Bu, halkın sırtındaki kamburlardan biriydi sadece. Erdoğan, galibiyet hissinin verdiği özgüvenle, kendisini sınırsız yetkilerle donatacak başkanlık sistemi için düğmeye bastı. Bu kez yanında yeni ortağı Bahçeli vardı. Böylece Gezi’den dört yıl sonra 2017’de, halkın önüne bir sandık daha kondu. Yeni sistemi hayata geçirecek Anayasa değişikliği referandumu kıl payı denebilecek bir farkla AKP-MHP lehine sonuçlandı. Yüksek Seçim Kurulu’nun mühürsüz oyları sayıma dahil etmesiyle kazanılan bu referandumla halkın Başkanlık sistemine olur verdiği iddia edildi. Evet iddia edildi diyorum çünkü böylesi şaibeli bir yöntemle halkın iradesinin sandığa yansıyıp yansımadığından emin olmamız mümkün değil. Dolayısıyla ben de toplumun Gezi’de apaçık görünür kıldığı çok seslilik talebini 2017’de de sürdürdüğünü iddia etmekte hiçbir zaman sakınca görmedim.

***

Muhalefet açısından 2018 seçimine doğru içinde bulunduğumuz atmosfer pek iç açıcı değildi. Başkanlık sistemi ‘kabul edilmişti’ ve sultan yetkileriyle donanmış Erdoğan yanına müesses nizamın adresi Bahçeli’yi de alarak iktidarını bir kez daha onaylatmak istiyordu. Gezi’den beri siyasette hiçbir şeyin değişmediğini düşünenler için oldukça stresli bir seçimdi. Dolayısıyla benim seçime bir ay kala üzerinde uzun uzun durduğum Gezi’nin özgürlük talebi dinleyenlerde herhangi bir ilgiye sebep olamamıştı. Dileğim, yine Erdoğan ve AKP’nin kazanması durumunda bile 2013’te görünür olan toplumsal itirazın siyasetin dinamiklerini değiştirmeye devam edeceğinin görülebilmesiydi. Gerçekçi bir iyimserlik ve inatçı bir sabırla yürümek gerektiğine inanıyordum, bugün olduğu gibi. Umut olmadan mücadeleden söz edebilmek mümkün mü? 2018’de siyaset sahnesine İYİ parti dahil oldu. HDP üçüncü parti, devletin sahibi iddiasındaki MHP de dördüncü olarak çıktı sandıktan. 2019 yerel seçimlerinde ana muhalefet partisi CHP, kurduğu resmi ve gayri resmi ortaklıklarla, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere on bir büyükşehirin belediye başkanlığını kazandı. Gezi’nin, farklı sesleri bir arada görme talebi siyasette bir mecburiyete dönüşmüştü.

***

Gezi’de meydanları dolduran insanların Erdoğan’dan net bir talebi vardı. “Bize parmak sallama, bizi rahat bırak!” O, bunu böyle okumayı reddetti. Tehdit saydı. Belki de doğası gereği liderliğin başka türlüsünü bilmediğinden. Halkın talebi ise değişmedi. Bunun en son kanıtı, masadan lodos gibi kalkan Akşener’in meltem gibi yeniden oturması oldu. Türkiye’nin ikinci yüzyılına hazırlanan her lider artık bilmek zorunda ki, siyasette kabadayılık dönemi kapandı. Hepimizin bir cumhurbaşkanı değiştirmekten daha fazlasına ihtiyacı var. 50 bin insanımızın öldüğü depremin üzerinden bir ay geçti. İçim yanarak söylüyorum, bu bize fıtrat diye diye yaşatılan son büyük acı, son ders. Böylesine değersiz ve çaresiz hissettirilmeyi, üzerine bir de hakaretler işitmeyi hak etmiyoruz. Yurttaşız. Değerliyiz. Bizi temsil etsin diye seçtiğimiz hiç kimse ne yaşam hakkımızı gasp edebilir ne de helallik isteyebilir. En çok da Gezi’den sonra hiçbir şey değişmedi diyen kırgın dostlarım için tekrarlamak istiyorum. İtirazım var, çok şey değişti. Her şeyden önce ülkenin de devletin de asıl sahipleri olduğumuza dair tartışmasız gerçeğin daha çok bilincindeyiz. On yıl önce yükselttiğimiz o güçlü itiraz sayesinde önümüdeki onlarca yılı dönüştürme fırsatını yakaladık. Kimse hediye etmedi, biz yaptık! Ancak yol uzun. Müesses nizamın baskısı çok. Yeter ki gücümüzü küçümsemeyelim. Biz, çalınmış hakları için itiraz edip mücadele eden milyonlarız. Yerimizde saymadık. Sonuç ortada. Bundan sonra da ne olacaksa beraber olacak.