Memleket seçim mahmurluğunu üzerinden atamadı. Artık her iki kişiden biri AKP’li olmaktan çıkmış...

Memleket seçim mahmurluğunu üzerinden atamadı. Artık her iki kişiden biri AKP’li olmaktan çıkmış. AKP’sizlerin sayısı AKP’lilerden daha fazla…  Uyku sersemliği geçicidir.  Gerçeklere uyanmak zor değil. Ama mevzu bu değil. Şimdi asıl mevzu, asıl sorun, “Bakın işte bunlar n’asolsa gidici, yakında tepetaklak devrilirler” rehavetine kapılmak… Asıl sorun bu rehavette… Bilinmeli ki, itmezsek devrilmezler. Belki değişirler, değiştirilirler…

Zaten biz deviremeyince, değiştiriyorlar… Asıl değiştirme gücü,  mesela ve en fazla ABD’de var; yeri gelince seçmenlerin seçtiğini bile değiştirme gücüne sahip olduğunu tarih boyunca göstermedi mi? Üstelik bu güç şimdi bir de “Change-Değişim” diyen çenç-demokrat Obama’da illa ki vardır… Bakın işte Başbakan Erdoğan’a da kararını değiştirtti! NATO’nun başına geçecek olan Rasmussen’i “Sayın Obama’nın garantörlüğünde” veto etmekten vazgeçti.

Neymiş? Obama söz vermiş! Yahu birileri Başbakan’a Rogers’tan söz etse bari diyecektim ki, dün Oktay Ekşi hatırlattı: “12 Eylül döneminde Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönmesine ‘evet’ dememiz karşılığında Türkiye’ye ‘asker sözü’ veren sonra onu unutan NATO Başkomutanı General Rogers’i de biliyoruz. General Rogers eğer sözünü tutsaydı, Ege Denizi üzerindeki komuta kontrol sahasıyla ilgili yetkiler Yunanistan’dan alınarak Türkiye’ye verilecekti. Oysa hiçbir şey olmadı” diye yazdı.  Ya da henüz birkaç yıl önce, Kıbrıs konusunda da, bu kez AB söz vermişti. Peki, sonra ne oldu? Hiçbir şey…

“Ulusalcı” filan olsaydım, hop oturup hop kalkardım, neyse ki o taraklarda bezim yok. Ama enayi yerine konulunca canım sıkılıyor işte… Hayır bizi enayi yerine koyan Obama, AB filan değil; Başbakan Erdoğan. Onlar zaten aralarında oturup anlaşmışlar. Başbakan bize dönüp “dediğimiz yaptırdık, sözümüzü dinlediler!” demez mi, işte bende film bu noktada kopuyor. Yoksa televizyonmuş, fikir özgürlüğüymüş, bunların hepsi reel politika, hepsi hikâye…

Bu arada gazete manşetleri de bizi enayi yerine koyuyor: “Bilek güreşini Türkiye kazandı; NATO zaferi; Rasmussen Dize Geldi…”  Neyse ki bizimkiler NATO karşıtı eylemler için sokaklardaydı ve BirGün’ün manşeti de “NATO’ya Hayır!” diye çıktı.

Gazetelerin önemli ödünler dediği de, NATO Genel Sekreter Yardımcılığına bir Türk’ün getirilmesi; NATO Başkomutanlığı’nda bir Türk Generale görev verilmesiymiş! Diğerleri de laf ola beri gele… Şimdi bunlar kimin, kime ödünüymüş! İşaret parmağıma tükürdüm ve masaya sürdüm, aha da buraya yazmış oldum işte: Bakalım NATO vazifeleri dışında hangi vaatlerini yerine getirecekler?

Kuru güvence verenler, güvenceden vazgeçme hakkına sahiptirler.  Yani biz devirmeyince onlar “değiştirince” aslında pek bir şey değişmiyor. (Mesela “değişim” yanlısı yeni ABD yönetimi, Kürt sorununu çözüyor mu? Hayır, çözmüyor, Kürt sorununu değiştiriyor… Eski Kürt sorunu gidiyor, yeni Kürt sorunu geliyor. ) Reel politikada “değiştirmek” hakikaten alengirli bir kelime… Bir iktidarı alıp yerine başka bir iktidar koyabilirsin, ya da aynı iktidara başka politikalar uygulattırırsın; yine değiştirmiş olursun… Olup bitenler de aynen böyle değil mi?

Hükümeti “değiştirmek” için aslında sinyal de veriliyor: Çoktandır Amerika, hükümet ile arasına mesafe koymaya başladı. Çoğu kez ABD yöneticilerinin söylemek isteyip de söyleyemediklerini yazan New York Times gazetesi, Erdoğan’ın nasıl bir müstebit olduğu üzerine makaleler döktürüyor. Sadece ABD değil cemaatler de mesafe koyuyor… Gülen cemaati ile AKP’nin özdeş olmadığı, aralarında “seviyeli bir ilişki” olduğu zaten biliniyordu. Cemaatin Erdoğan yerine Abdullah Gül yönelimli olduğuna dair spekülasyonlar da ayyuka çıkmıştı… Nitekim son Rasmussen olayını da, cemaat gazetelerinden Taraf, Erdoğan’ı bir kenara bırakıp “Krizi Obama ile Gül Çözdü” diye verdi. Geçen gün televizyonda Zaman gazetesinden Ali Bulaç da aba altından sopa göstermiş, “Antalya’da iki cemaat AKP yerine MHP’yi destekledi, AKP bu yüzden kaybetti” demişti.

Velhasıl, AKP’nin iki güçlü müttefiki olan ABD ve cemaatler onu değiştirmek isterlerse, lamı cimi yok, değiştirirler. Ama devirmezler. Devirmek için itmek lazımdır.

Peki, bizim itecek gücümüz yeterli mi? Değil… İtmesine iteriz, itekleriz de, belli ki şu halimizle deviremeyiz… İttirebilmek için bile, sanırım önce iki ayak üzerine kalkmamız lazım. Ha gayret!