Seçimlerde ittifak olabilir. Avrupa’daki çeşitli ülkelerde de uygulanmaktadır. Ancak unutulmaması gereken oralarda, bizdeki ismiyle Cumhurbaşkanlığı denilen sistem olmamasıdır

İttifak görünümlü koalisyon

MUHARREM ERKEK
Avukat, CHP Genel Başkan Yardımcısı
TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi

Demokrasi, Atina’dan günümüze kadar hakkında en çok tartışma olan konuların başında gelmektedir. Bu tartışma yalnızca siyasetin konusu olmamış, felsefe, tarih, sosyoloji, toplum psikolojisi ve hukuk gibi alanları da doğrudan ilgilendirmiştir. Bu nedenle demokrasi üzerine söylenecek bir söz, “göreceli” kavramını fazlasıyla hak edecek niteliğe bürünebilmektedir. Bu çerçeve, demokrasi denildiğinde akla ilk gelen “seçim” olgusunu da farklı açılardan tartışmaya açmaktadır.

Seçimler, demokrasi açısından anahtar kavram olmakla birlikte, tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Yani, demokrasinin ilkelerine uygun olmayan, olağanüstü koşullarda yapılan seçimlerin getireceği sonuç, toplumdaki kimi kesimler açısından hiç de iç açıcı olmayabilir. Ya da Bauman’ın dediği gibi “bazılarının özgür seçimi, ötekilerin üzerine kötü bir kader gibi çökebilir.” Toplumun hiçbir kesimi için kötü bir kadere işaret etmeyecek seçimleri yapmak mümkün müdür? Şu an Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan soyutlamadan bunun mümkün olduğunu ve asla ümitsiz olunmaması gerektiğini söyleyebiliriz. Kamuoyunda ittifak teklifi olarak bilinen yasa teklifinin kısa vadeli olmasına ve çıkarcılığına rağmen, bu mümkündür.

İttifak ismiyle anılsa da aslında karşımızda ittifaktan oldukça uzak bir düzenleme bulunmaktadır. Bunun siyasi yanlarına değinmekle birlikte, hukuken sakıncalarını da görmek olasıdır.

Bir şantaj aracı olarak seçim barajı

“Demokrasilerimizin temsili olmasının çok açık bir sebebi vardır; doğrudan demokrasinin istisnai bazı durumları haricinde, modern devletlerin milyonlarca vatandaşına doğrudan danışması mümkün değildir. Bu yüzden vatandaşlar, sayıları birkaç yüzü aşmayan temsilcilerinin aracılığıyla karara varırlar. İşte bu nokta sıkıntıların başladığı yerdir çünkü milyonlarca belki de on milyonlarca oyun birkaç yüz temsilciye nakledilmesi ister istemez sadeleştirme ve dolayısıyla deformasyona yol açmaktadır. Sadece halk nezdinde ciddi tesire sahip olan akımlar temsil edilirken daha marjinal olanlar dışarı itilecektir. Bu kaçınılmaz olduğu halde, erişimi sınırlandırmak için çeşitli resmi düzenlemeler de bulunmaktadır.” Bu satırlar temsili demokrasinin, temsili demokraside istikrarın ve adaletin temel mantığını anlatan Venedik Komisyonu tarafından hazırlanan “Seçim Barajı ve Seçim Sistemlerinin Partilerin Parlamentoya Girişine Engel Olan Diğer Nitelikleri Hakkında” 2010 yılında kabul ettiği rapordan alınmıştır.

Seçim barajı, tarihimize 1980 Darbesi’nin kötü bir mirasıdır. Her ne hikmetse bu kötü mirastan çıkarları doğrultusunda yararlananlar, reddi miras yapmayı da hiç düşünmemişlerdir. Bu mirasın en büyük savunusu ise “siyasal istikrar” olmuştur. Oysa adalet, temsilde adalet olmadan bir istikrardan bahsedilemez. Darbecilerin, dünyanın sonuna kadar iktidarda kalacakları inancıyla hazırlandığı hissi veren mevzuattaki istikrar, küçük partilerin dışlanması ve göreve gelen hükümetin uzun süre yerinde kalmasıyla özdeşleşmiştir. Bunun için Kenan Evrengiller hem seçim çevresi barajı hem de ülke barajı uygulamasıyla çifte barajlı bir sistem öngörmüştür.

16 Nisan’da YSK tarafından yasaya ve bizzat YSK’nin kararlarına aykırı biçimde verilen mühürsüz oy kararı, kendilerince ve iktidar çevrelerince “yasaya uygun” olarak tanımlanmıştı. Her ne hikmetse yasaya uygun olduğu iddia edilen karar, teklife iliştirilmiştir. Madem bu durum hukuka uygundu, neden bu eklemeye ihtiyaç duyulmuştur? Teklif; hukuksuzluğa, hukuk zırhı kazandıran öneri olarak anılacaktır

1995 yılında Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) seçim çevresi barajını iptal etmesi bir umut olmakla birlikte, yüzde 10’luk ülke barajına dokunmaması akıllarda soru işareti doğmasına neden olmuştur. 2007 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Sadak/Yumak kararı da barajı yüksek bulmakla beraber, ülke barajı lehinde sonuçlanmıştır. AİHM, hükümetlere baraj konusunda inisiyatif tanımış, barajın hukuki zeminini güçlendirmiştir. Yalnız, artık bu tartışmanın hukuki boyutuyla yeniden alevlendirilmesi olanaklı ve gereklidir. Seçim barajı tartışmaları 16 Nisan 2017 Referandumu’nda, YSK’nin mühürsüz oyların kabulü yönünde verdiği skandal kararıyla şeklen yürürlüğe giren meşruiyeti tartışmalı olan Anayasa değişikliği sonucunda yeni bir boyut kazanmıştır.

Anayasa değişikliği ile artık hükümet, Meclis dışından Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmekte, dolayısıyla güvenoyuna ihtiyaç duyulmamaktadır. Yani barajın istikrar mantığı artık hukuken de çökmüştür. Zamanında AYM kararında belirtilen yönetimde istikrar ilkesinin yürütme organıyla ilgili olması ve buna bağlı biçimde yüzde 10 barajı yürütmenin güçlü olmasını sağlama amacıyla oyları yasama organına yansıtacak yöntemlerden biri olması (K: 1995/159) varsayılmıştır. Bu tablo, Cumhurbaşkanlığı denilen ve sert kuvvetler ayrımının aksine kuvvetleri tek elde toplayan Anayasa değişikliğiyle tümden değişmiştir. Artık istikrar yerine “temsilde adalet” öncelenmelidir. Bunun için ise yüzden 10’luk seçim barajı, basit bir yasal düzenlemeyle kaldırılmalıdır.

Seçim barajı hem de yüzde 10 gibi yüksek bir oranla kalıyorsa ittifak teklifinin altında başka bir gerekçe bulunmaktadır. Baraj artık bir şantaj aracıdır. AKP, Cumhurbaşkanlığını kazanacak yüzde 50+1 oy için barajı aşması olanaklı görülmeyen MHP’yi bir yasal düzenlemeyle barajı atlatacak formül bulmuş, adına ise ittifak demiştir. Oysa buna ne derece ittifak denebilir?

İttifak değil, seçim öncesi koalisyonu

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop, katıldığı bir televizyon programında, siyasi partilerin tek başına iktidar olamayıp koalisyon kurduklarında seçim öncesi vaatlerini gerçekleştiremediklerini, bu nedenle getirmek istedikleri sistemde seçim öncesinde ortak programla hareket edileceğini söyleyerek, aslında ittifak denilen oluşumun seçim öncesi kurulan bir koalisyon olduğunu zımnen beyan etmiştir. Bizzat kendisi daha önce verdiği röportajlarından birinde, Anayasa değişikliği sonrası koalisyonlar olmayacağını, milletvekilleri güçleneceği için seçim barajına ihtiyaç kalmayacağını vurguladığında tümden yanlış bir kurgu üzerinden hareket etmekteydi. O zaman da söylemiştik: Milletvekilliği güçlenmeyeceği gibi, daha çok koalisyona ihtiyaç duyacak bir sistem getiriliyor. Sonuç tam da böyle oldu.

AKP ve MHP ortaklığıyla kapalı kapılar ardında, diğer hiçbir siyasi parti ve oluşumun fikri alınmadan, katılımcı ve demokratik yasama sürecinden uzak biçimde hazırlanan ittifak teklifi, “Anayasa değişikliğinin çoğu hükmünün devreye gireceği ilk seçimi kazanma” hedefine yoğunlaşmış, sonrası için ise bir demokratik ve adil sistem yaratmaktan uzak bir öneridir.

Teklif, hukuken sorunludur

Teklifin içeriğine bakıldığında, aynı binada oturan seçmenlerin başka bir seçim bölgesine kaydırılmasına izin vermektedir. Yani, aynı binadaki komşunun seçmen olup olmaması denetimden çıkmakta, şüpheli oy riski artmaktadır.

Yine teklifte vali veya il seçim kurulu başkanının talebiyle YSK’ye sandıkların en yakın seçim bölgelerine taşınmasına, sandık bölgelerinin birleştirilmesine, muhtarlık seçimleri hariç olmak üzere seçim bölgelerinin birleştirilmesine izin vermektedir. 16 Nisan’da iktidara bağlı bir kurum biçiminde karar vermekten çekinmeyen YSK’ye, sandıkları taşıma ve birleştirme yetkisi vermek tam olarak seçim güvenliğini yok etmektedir. Üstelik sandık kurulundan, demokrasinin temel aktörlerinden olan siyasi partilerin uzaklaştırıldığı, sandık kurulu başkanında olan kolluk kuvveti çağırma yetkisinin her bireye verdiği düşünüldüğünde özetle sandıkların başından siyasi partiler uzaklaştırılmakta ve devlet-hükümet ikame edilmektedir.

16 Nisan’da YSK tarafından yasaya ve bizzat YSK’nin kararlarına aykırı biçimde verilen mühürsüz oy kararı, kendilerince ve iktidar çevrelerince “yasaya uygun” olarak tanımlanmıştı. Her ne hikmetse yasaya uygun olduğu iddia edilen karar, teklife iliştirilmiştir. Madem bu durum hukuka uygundu, neden bu eklemeye ihtiyaç duyulmuştur? Teklif; hukuksuzluğa, hukuk zırhı kazandıran öneri olarak anılacaktır.

Teklif bir adım öteye gitmiş, oy hırsızlığı ve milli irade gaspı olarak somutlanacak düzenlemelerden çekinmemiştir. Üstelik bunu birkaç temel yöntemle yapmaktadır. Örneğin; seçim öncesi koalisyona dahil olan, yüzde 1 oy oranına sahip parti barajı geçip temsil hakkı kazanabileceği gibi, yüzde 9.9 oy almış ve seçime tek başına girmiş parti bu temsil hakkını elde edemeyecektir. Bunun yasada yazması, hukuka uygun görünmesi, meşru olduğu anlamına gelmemektedir. Doç. Dr. Burak Cop’un bir röportajında vurguladığı gibi, “ihale şartnamesi” gibi bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Oy gaspı bununla da sınırlı değil. Başka bir örnek vermek gerekirse; 1 vekil çıkaran ilde A Partisi 100 bin, B Partisi 80 bin, C Partisi ise 30 bin oy alıyor olsun. Teklife göre, B ve C Partileri ittifak yaparsa 110 bin oya ulaşacağı için ildeki Milletvekili ittifaka yazılacak ve oy oranı nedeniyle B Partisi vekil çıkaracaktır. Bu durumun yukarıda aktardığımız Venedik Komisyonu Raporu’na zıt olduğu açıktır.

Seçimlerde ittifak olabilir. Avrupa’daki çeşitli ülkelerde de uygulanmaktadır. Ancak unutulmaması gereken oralarda, bizdeki ismiyle Cumhurbaşkanlığı denilen sistem olmamasıdır. Yani, oralarda hükümetler Parlamento içerisinden seçilmekte ve güvenoyu almaktadır. Buna rağmen seçim barajı oranları ortalama yüzde 2-3 civarındadır. Ayrıca yapılan ittifaklarda, ittifakta bulunan partiler ya tek listeyle seçime girmekte ya da ittifak yapan partilere daha yüksek yapmayanlara daha makul baraj uygulanmaktadır. Amaç, AKP+MHP ortaklığıyla getirilen tekliftekinin taban tabana zıddı olarak, temsilde adaletin sağlanması, oy gaspının önüne geçilmesidir.

Belirttiğimiz gerekçeler, teklifin açıkça Anayasa’ya aykırılığı sonucunu doğurmaktadır. Anayasa’nın 67. Maddesi 2. fıkrasında geçen, “Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır” temel hükmü açıkça ihlal edilmektedir. Anayasa’ya, evrensel hukukun ilkelerine aykırı düzenlemelerin, parmak hesabıyla kabul edilecek olması da gerçeği değiştirmemektedir.

Hukuka aykırı yasa da kurtaramayacaktır

Cumhurbaşkanlığını kazanamama ve barajı geçememe duygusuyla kurulmaya çalışılan korku ittifakı karşısında, demokrasiyi savunan, bu uğurda ilkeli ittifak yapan güçler galip gelecektir. Siyasi partilerin görevlisi olanlar haricinde de demokrasiye inanan her bireyin, partilerin seçim günü sahip olduğu hareket kabiliyetiyle davranması temel çıkış yolumuzdur. Her seçim bir vazgeçiştir, ama bu vazgeçiş demokrasiden olmayacaktır.