Anayasa değişikliği sonrası tartışmasız kabul edilen bir tespit var: artık ittifak zorunlu. Peki siyasetin doğasında var olan bu zorunluluk, yaşadığımız süreçte siyasi tarihteki anlamında mı kullanılıyor? Ya da siyasi partiler arasındaki “bir araya gelişler” temsil ettiklerini iddia ettikleri toplumsal kesimlerin en azından ortalamasının talebi midir? Çoktandır siyaseten bir zombiye dönüşerek, rant dağıtımının trafik polisliğini yapan […]

Anayasa değişikliği sonrası tartışmasız kabul edilen bir tespit var: artık ittifak zorunlu.

Peki siyasetin doğasında var olan bu zorunluluk, yaşadığımız süreçte siyasi tarihteki anlamında mı kullanılıyor? Ya da siyasi partiler arasındaki “bir araya gelişler” temsil ettiklerini iddia ettikleri toplumsal kesimlerin en azından ortalamasının talebi midir?

Çoktandır siyaseten bir zombiye dönüşerek, rant dağıtımının trafik polisliğini yapan AKP’de başlayan ayrışma tartışmaları ile birlikte bu sorular kısa ve orta vadede siyasi hayatımızı belirleyecek, çünkü; ittifakların ele alınışı partilerin üyelerinin ve oy verenlerinin aşağıdan yukarıya olgunlaştırdıkları taleplerinden kaynaklanmıyor. Ağırlıklı olarak siyasetteki dar karşıtlıkları (AKP- Erdoğan/CHP- Kılıçdaroğlu, vs.) kullanan parti elitlerinin, kendi aralarındaki matematik hesaplar üzerinden yürüyor. Daha kurulmamış partiler ittifak hesaplarına dâhil ediliyor.

Üstelik çoğu zaman adı konul(a)mayan gizli saklı bir araya gelişler ittifak olarak adlandırılıyor.

Bu yaklaşımların en olumsuz sonucu olarak siyasetin dönüştürücü etkisi tabana yayılmıyor. Örneğin; Kürt siyaseti ile tüm siyasi aktörler şu ya da bu şekilde ilişkilendi. Kürt açılımı, çözüm süreci, İmralı görüşmeleri, meleler, İstanbul ittifakı, Öcalan’ın Nevruz ve 23 Haziran mektubu, vs. Kürt sorununun kalıcı ve barışçıl çözümü için bir fırsata çevrilebilecek bu durum hep gizli saklı adı konulmadan, dolambaçlı yürütüldü. İlginç olanı Kürt siyaseti de buna razı oldu. Nerede ise Abdullah Gül ortak Cumhurbaşkanı adayı oluyordu! Gelinen nokta ise cezaevlerini dolduran, ne hikmetse “kimsenin niye tutuklandığını bilmediği(!)” Kürt siyasetçiler, kimsenin dert etmediği yerle bir edilen Sur, Cizre, Şırnak ve hala yoksul evlere gelen şehit cenazeleri… Barış diyenin soluğu cezaevinde aldığı bir siyasi iklim. 

Bir diğer örnek laiklik. Aydınlanma, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ana dinamiklerinden birisi olmuştur laiklik. Büyük bedeller ödenmiştir uğruna. Geçmişteki yanlış uygulamalar, geniş kesimler nezdinde yanlış savunusu vs. doğal olarak eleştirilecektir ama siyasal İslam’a rahmet okutacak bir pratik “taktik” olarak bile savunulamaz. Çünkü taktik olduğu bilinen tutum marjinal fayda sağlamaz, gerçekten alınan tutum ise kendi kitleni dönüştürür. Bunu da çok net gözlemliyoruz. 

İttifaklar açıkça ve belirgin bir siyasi hedefe yönelik yapılırsa faydalı olabilir. Pekala adı sanı, bileşenleri ve yol haritası ilan edilmiş bir “demokratik cumhuriyet” ittifakının parçası olunabilir. Tarihte örneği de vardır.

İttifak adı altında yürütülen politikaların bir diğer sonucu, sinsi bir şekilde partileri ve üyelerini/oy verenlerini dönüştürmesi. Doğal olarak partiler dönüşebilir. Ancak bu tabanları ile karar mekanizması arasında açık bir etkileşimle olur, olmalı. Hele hele olası ittifaklara göre parti programı ya da kadroları dizayn edilemez. Ya çözülmeyle sonuçlanır ya da tabanın kavgasını verdiğini sandığı değerlerin tahribiyle. Sol gösterip sağ vuruluyorsa, üstelik bu “sağ sol kalmadı” denilip sağa iltihak şeklinde yapılıyorsa adı siyaset ya da ittifak değil aldatmaca olur.

Partim Cumhuriyet Halk Partisi’nin programının ve ilkelerinin tartışılacağı açıklanan bu günlerde ittifak politikaları da sadece kısa vadeli siyasi sonuçları ile değil uzun vadeli toplumsal sonuçları ile de tartışmalı. Aslında ilan edilen “tartışmanın” pek başarılı bulunan sağ ve muhafazakâr dilin parti politikası olarak onaylanmak üzere başlatılacağını öngörebiliyorum. Ancak sığınmacı politikalarından, güvenlik politikalarına, laiklik anlayışından dış politikaya tercih edilen siyasi kadrolardan yolsuzluk algımızda neye dönüştüğümüzü/dönüştürülmek istendiğimizi cesur bir eleştirellikle ele almalıyız.

CHP karar vericileri için, tüzüğünde halen yazılı sol ve sol değerler, mücadelesi verilen idealler midir? Yoksa belli günlerde hatırlanan folklorik öğeler ve tabandan alkış almak için kullanılan sloganlar mıdır?

Geleceğe, bir kez daha gömlek değiştiren sağ mı karar verecek, yoksa geleceği “biz” mi kuracağız: tartışacağımız asli mesele bu. Var mıyız, yok mu oluyoruz?