Bizim ufaklık, meraklı taze, soruyor anlamlı mı anlamlı kılmaya çalıştığı bir sesle: “Yaa, senin kaçıncı sanat yılın?”  “Neden şu sinir bozucu lafları ediyorsun a yavrucuğum, bilmez misin sevmem bunları!”  “O zaman şöyle sorayım, tiyatroya başlayalı ne kadar oldu? 

Aklımda kaldığına göre 1963’ten 2015’e tiyatro, yazmak çizmek, içinde biraz da sinema ve geçmiş...”  Elleriyle parmak hesabı yaparken  “Bırak şunu,” diyorum, “52 yıl...”  Üstüne basarak önemsetiyor: “Vayy, 52 yıl...”  “E, ne olmuş?!”  “Niye bir kutlama olmuyor canım?” diye ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Duyuyorum, görüyorum da, insanlar 40. sanat yılı, 50. sanat yılı gibi günleri kutluyorlar...”  “Ben kendi adıma kutlanacak bir şey görmüyorum ortada!” diyorum. “Olur mu canım,” diyor, “bunca yıldır yaptığın işler...”  “Ne işe yaradığını düşündüğümde ‘Ivır zıvır olsa gerek’ diye düşünüyorum bugünlerde...” ”Ödüllerle de aran yok...” diyor. “Genelde en küçüğünden, en büyüğüne; örneğin Nobel, Oscar ve benzerleri gibi ödüllendirmelerin, çeşitli bağlantılarla somutlaştığı tecimsel olgulara inanmamı bekleyemezsin benden?!”  Hep şaşırır ya bizimkisi, “Aa neden?” diyor. “Gel bakayım şöyle yanıma,” diyorum, “uzaktan uzağa laf atıp kaçma öyle...” “Biraz sinirlisin de diyor... Her şeye karşısın, kutlamaya, ödüllere...” 

 Aman tanrım, yakında daha bir irileşecek de ben onları avuçlarıma alamayacağım ha, diye düşünürken, bir bakıyorum avuçlarımda elleri. “’Nasıl kutlamalar, ödüller, en önemlisi kimden yana bunlar’ diye sormuyorum sana uzun uzun; ama o düzeneği kuran(lar) ve çalıştıran(lar) kimler ona bakmalısın önce diyorum...”  “Hep felsefe yapıyorsun!” diyor. “Şöyle basitinden ele alsan? Bu bir tanıtım, reklam değil mi?  Sanatçıya, o kuruma bir yararı olmaz mı?”  “Benim için olmaz; ne olursa olsun, bir şeyler baskıcı yönetimlere karşı, sömürülen yığınlardan yana olmadıktan sonra...”  “Bu bana biraz şey gibi geliyor...”  “Ne gibi...”  “Çok katısın, hem konuyu nereye getirdin...” diyor ve ellerini avuçlarımdan kurtarmak isterken ekliyor: “ve hep yinelediğin bu toplumsallık, ezilenler için sanat falan...”  Yani sıktı mı seni artık, demiyor; yumuşakça sıkıyorum ellerini, “bana izin ver,” diyorum, “falansız...”  “Neye?” diyor... “Bir kez daha yinelememe...”