Karla karışık yağmur… Neden kışın kitap okumak, özellikle roman okumak daha keyifli? Tellekt’ten çıkan Graham Harman’ın ‘Nesne Yönelimli Ontoloji’ adlı felsefe kitabını çok merak etsem de, elim sürekli YKY’den çıkan Javier Marias’ın ‘Tüm Ruhlar’ adlı romanına gidiyor.

Marias’ta en çok sevdiğim şey, karakterlerini yazarken derin psikolojik analizler yapması ve o derin psikolojik analizleri felsefi bir bakış açısıyla buluşturması. Romanın başlarında 90 yaşına yaklaşmış kapıcı Bay Will’den bahsederken, hangi günde yaşadığını tam anlamıyla bilemediğini yazmıştı, 1947 ya da 1914…

Anlatıcıyla karşılaştığı o sabah, yıllar evvel ölen eşinin öldüğü günde sanıyordu kendisini. Sonra, Will’in yaşadığı şeyin bir benzerini zaman zaman hepimizin yaşadığını düşündüm, ‘şimdi ve burada’ yaşamak, sanıldığından daha zordu, geçmişteki bir günde takılıp kalmak ya da gelecekteki bir günün henüz gerçekleşmemiş detaylarıyla boğuşup durmak…

Ama sanırım, Bay Will gibilerden farkımız, takılıp kaldığımız o günü ya da o olayı, çoğunlukla bir duygu şeklinde yaşıyor oluşumuz. Bay Will ile önemli bir detayı da eklemiş yazar, aralarındaki bir konuşmayı aktarırken: “Ama iyi bir ömür sürdüm ya da ben öyle sanıyorum, hem kısa da sayılmaz.” Konuşmanın devamında anlatıcıya şöyle diyordu Bay Will: “Benim günüm iyi olmasa da sizinkinin iyi olmasını dileyebilirim. İyi günler, Mr Trevor.”

Melanie Klein’ın, şükretmek dediği şeyi yaşıyordu Bay Will ve yaşadıklarına şükretmenin bir sonucu olarak, kendisi kötü bir gün yaşasa da başkaları için iyilik düşünebiliyordu. Ama orada da küçük bir detay var, iyi bir ömür sürdüğü konusunda kesin de konuşmuyordu “ya da ben öyle sanıyorum” diyerek.

İyi bir ömür nedir ki? Yoruma göre, kişinin bakış açısına göre bir ömrün iyi yaşanıp yaşanmadığı değişebiliyordu. Tanıdığım bir yazar, ölüm döşeğindeyken, pişmanlık içinde “keşke daha çok sevişebilseydim” demişti, ona göre iyi bir ömrün anlamı buydu ve pişmanlık yaşadığı için By Will kadar şanslı değildi. Keşke daha çok para kazansaydım, dünyayı gezseydim, sevdiğim kadının değerini bilseydim gibi daha pek çok pişmanlık sıralanabilir. Spinoza’nın “pişman olmak, iki kere bedbaht olmaktır” sözü, aklımdan çıkmaz hiç.

Melanie Klein, ‘Haset ve Şükran’da şöyle yazmıştı: “İyi nesneyi sağlam ve güvenli bir biçimde kurabilmiş bir bebek, yetişkinlik döneminde kayıplara ve yoksunluklara karşı telafiler geliştirebilir. Hasetli kişi bütün bunları kendisinin hiçbir zaman elde edemeyeceği şeyler olarak görecektir, çünkü tatmin olması imkânsızdır. Böylece haseti daha da artar.” Tıpkı o yazarın “keşke daha çok sevişebilseydim” demesindeki gibi, ne kadar çok sevişse de gerçekte sevişmemiş olarak kalacaktı. Ömrü ne kadar uzun olsa da, sanki hiç yaşamamış gibi…

90 yaşına yaklaşmış Bay Will, yıllar evvel ölmüş eşini, sanki yeni kaybetmiş gibi üzüntü içinde olduğu o sabah, kapıcı tulumunu giymiş ve hiç yapmadığı bir şeyi yapmıştı, kravat takmıştı, her zamankinden daha şıktı üzüntülü olsa da… Daha romanın ilk sayfalarında takılıp kalmıştım, aslında roman Bay Will’in hikâyesinden oluşmuyordu ama o iki üç sayfayı sanki yüzlerce sayfa okumuşçasına derinliğine hissetmeye çalışıyordum. Roman okumayı, benim için zevkli kılan buydu, yazarın yazmadığı detayları da hissetmeye çalışarak…

Kışın kitap okumak, özellikle roman okumak daha keyifli… Meteoroloji, yaklaşan karlı havayla ilgili uyarıda bulunmuş. Kar geliyor… Karı beklerken Oxford’da kapıcı olan Bay Will ile bir kahve içebilir, Javier Marias’ın romanını okumaya devam edebilirin. Ömrümün sonuna geldiğimde, Umberto Eco gibi “keşke daha çok kitap okuyabilseydim” demek istemiyorum,okuduğum kitabın hakkını vererek…