Füsun Çetinel ikinci kitabı ‘Sırlar Yolu’nu da Günışığı Kitaplığı’ndan çıkardı. Çetinel, Murat Gülsoy’un ‘yetişkin kitabı’ yorumunu bu kitap için de kabul ediyor ve “İyi çocuk kitaplarını yetişkinler de okuyabilir nasılsa” diyor

İyi çocuk kitaplarını yetişkinler de okur

RÖPORTAJ: MELİSA SÜRÜCÜ

Çcuk romanı yazarlığının yanında, çocuklar ve yetişkinler için öykü atölyeleri de düzenleyen Füsun Çetinel ile haziran ayında Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlanan ve çoktan ikinci baskısı yapılan romanı Sırlar Yolu’nu konuşmak üzere buluştuk.

-Altzine’de öyküler yazdığınızı gördüğümde aslında ilk olarak yetişkinler için bir öykü kitabınız çıkar diye düşünmüştüm. Yetişkinlere öyküler yazarken, ilk çocuk kitabınız Ayasofya Konuştu’yu yazmaya başlamaya nasıl karar verdiniz?
Öykü furyasıyla birlikte çok sık öykü kitabı çıkmaya başladı. Ben de öykü atölyesi düzenliyorum ve herkesi yazmaları için şevklendiriyorum. Bizim Yeşim Cimcoz Yazı Evi’nde sıkça tekrarladığımız şey, yazmak ulvi bir şey değil. Hani vardır ya; yazarlar “çok zor bu süreç, benden çok zor çıktı, yıllarca çalıştım” derler. Evet yıllarca çalışılıyor tamam ama bana göre herkes disiplinli bir şekilde çalıştığında iyi bir şeyler yaratabilir. Atölyede başkasının yazdığı öyküleri didik didik eleştirip öykü tahlillerine girince kendi öykülerinizi yayımlamanız daha bir cahil cesareti gibi oluyor. Beğenmiyorsunuz. Bir şey öğretiyorsunuz, bunun arkasında durmanız gerek. Diğer çekincem, öykü kitaplarındaki bütünlük meselesi. Ben buna farklı bakıyorum. Bir insanın hayatı zaten bir bütünlük içerir; düşündükleri, yaptıkları, inançları… Yazdığı şeyler de illa ki bir yerde bütünleşecek. Ama öykü kitaplarına baktığımda zoraki bir bütünlük görüyorum, bu da beni tedirgin ediyor. Çok severek okuduğum öykü kitaplarında bile bu oluyor. Böyle yazılmış bir kitabı bitirdikten sonra, “Bu öyküler ne anlatıyordu?” diye bana sorsanız, benim aklımda bir tek öykü kalmış oluyor. O da kitabın genel öyküsü. Aynı hataya düşmek istemiyorum. Bir bütünlük olmadığında da kim yayımlar? Ben bunun savaşına girer miyim? Ismarlama öykü yazılır mı? Ben bunları düşünürken bir öykü furyası patladı gitti.

Çocuk edebiyatına girmek aslında planlayarak yaptığım bir şey olmadı. Çocuklarla çok çalıştım ama illa çocuk kitabı yazacağım gibi bir derdim yoktu çünkü Türkiye’de çocuk kitabı yazmak demek biraz da çocuklarla agucu bugucu konuşmak gibi maalesef. Bir şey yayımlatmak derdinde de değildim ama hep itekledi birileri beni. Edebiyat yolculuğumda karşıma çıkan değerli yazarlar; Jale Sancak, Murat Gülsoy, Nalan Barbarosoğlu, Yeşim Cimcoz ve Müge İplikçi, destekleriyle beni geliştirdiler. Müge İplikçi’ye, “Dosyamı Günışığı Kitaplığı’na göndereyim mi?” diye sordum. O da “Müren Beykan çok iyi bir editör mutlaka doğru değerlendirecektir” dedi. Gönderdikten kısa bir süre sonra olumlu cevap geldi ve dosya üzerinde çalışmaya başladık. Murat Gülsoy hala, “O çocuk kitabı değildi, yetişkin kitabı da olabilir,” der. Ama bana fark etmiyor. İyi çocuk kitaplarını yetişkinler de okuyabilir nasılsa. Öyküyü çok seviyorum, öyküden soğumadım ama öykü kitabı yayımlamaktan biraz soğudum sanırım. Günışığı Kitaplığı çok farklı bir yayınevi ve ben kendimi gerçekten çok şanslı hissediyorum.

-Belki geri gelir bu isteğiniz. Buradan ilk kitabınız “Ayasofya Konuştu”ya gelirsek, Veli acaba başka mekânlara da gider mi, bu seri devam eder mi, diye düşünürken yine bir gizem çözdüğümüz “Sırlar Yolu” isimli ikinci romanınız çıktı. Aylin’in Hamburg’dan Kaş’a yolculuğu üzerinden romanın çok katmanlı sorunlara da değindiğini görüyoruz. Hem Alman ve Türk olmak arasında kalmış olmak, hem de nesiller arası ilişkiler gibi ailevi konular bakımından severek takip ettiğim bir kitap oldu. Fikir nasıl çıktı ve sizce de Murat Gülsoy’un “yetişkin kitabı” şeklindeki yorumu bu kitap için de geçerli mi?
Evet, aynı yorum bu kitap için de geçerli. Ben genelde aklımdaki hikâyeyi yazıyorum. Bu sekiz sayfa da olabiliyor, on sayfa da. Sonradan onları bölümlere ayırıyor ve genişletiyorum. genelde ben şimdi roman yazacağım diye oturmuyorum masaya. Atölyelerde de söylüyorum. Öykü atölyesiyle yazmaya başlayan insanlar çok şanslı çünkü kısalığı, özlüğü ve yazının tüm ana unsurlarını öğreniyorlar. Sonra da ne yazarlarsa yazsınlar öykü tadında yazmaya başlıyorlar. O yüzden ben hikâyeden yola çıkmayı doğru buluyorum.

-“Sırlar Yolu”nu yazmaya başlamanız nasıl oldu?
Buradaki hikâye aslında yine atölyelerde yazdığım bir kısa öyküydü. Sonradan geliştirdim. Tabii çok çalışmak ve kimi yerleri değiştirmek gerekti. On sekiz yaşındaki kızı on üç yaşında yaptım, karakterler ekledim. Dursun ve Turp Kafa. Anneanne Ute geldi. Mekân aynı kaldı. Kasabalılar aynı kaldı, aşk zaten vardı.

-Sırlar Yolu’nda en sevdiğim karakter, bir şeyi anlatırken başka bir konuya geçiveren ve doğa ile müthiş bir ilişkisi olan Aylin’in anneannesi Ute oldu. Tek başınalığı, taşlarla, bitkilerle, kral mezarlarının sakinleri ölümsüz ruhlarla konuşup dertleşmesi, incir ve adaçayı toplaması, hırsızına iş bulması… Anneanne Ute aslında hayatı boyunca ayrıksı bir karakter olmuş ve alışılmışın dışındalığı zaman zaman Aylin’in annesi Mira’yı utandırmış. Anne-kız ilişkisi bakımından sorunlu fakat anneanne-torun bakımından çok özel bir ilişki olan Ute’nin kişiliği, size nasıl görünüyor?
Ben Ute’nin kızı olsaydım, herhalde onun annem olmasından utanırdım. Çocukken utanırdım ama büyüdükten sonra tam tersi olabilirdi. Duygular karmaşık. Bir taraftan utanırken diğer taraftan anneni rol model alabiliyorsun. Tam onun tersi olayım derken, onun gibi bir karakter olabiliyorsun. Biz Mira’ya yirmi yıl sonra rastlasak, mutlaka o da çok değişmiş olacak. Karakterler zaman geçtikçe değişim yaşayacaklar. Ute ile yaşam, kızı için zor olabilir ama bir torun için çok eğlenceli.

-Yeni öykücüleri takip ediyor musunuz?
Mutlaka okuyorum. Kimilerini incelemek üzere atölyelere taşıyorum. Ancak isim vermeden şöyle ifade edeyim, öykü kitaplarında çok kendini anlatan kitapları sevmiyorum. Birinci tekil şahıs anlatımı güzel kullanamayan öykücüleri sevmiyorum. Ben dili çok kolay gibi görünür, ama çok zordur. Yapaylık olabiliyor. Bir öykücünün, elindeki olanakları ve kendini çok iyi tanıması; İyi olduğu alanda yazmaya çalışması gerekir. Çok iyi yazanlar da var mutlaka. Ben çok şanslıyım ki Yazı Evi’nde birçok yazarla birlikteyim, birbirimizi çok güzel besliyoruz. Heyecanla okuduklarımızı, beğendiklerimizi birbirimizle paylaşıyoruz. Birbirimizi iyi edebiyata ulaşmak konusunda beslemiş oluyoruz. Böylelikle kötü edebiyat kapının ardında kalıyor. Zaman kısıtlı ne de olsa.

-Son olarak, şu an üzerinde çalıştığınız bir proje var mı?
Evet, üzerinde çalıştığım yeni bir çocuk romanım var. Bir duvar meselesi. Editörüm ile iletişim içerisinde çalışmaya devam ediyorum.