Yani...Şimdi... İnsan bazen böyle oluyor, ben de lafa nereden gireceğimi bilemiyorum...

İnsan bazen böyle oluyor, ben de lafa nereden gireceğimi bilemiyorum...

Lafa girebilmek, kendime gelebilmek için önce kendi halimize baksam belki bir işe yarayabilir: Yahu, iyi ki devrimciymişiz, iyi ki şu düzenle kıyısından kenarından bir ilişkimiz olmamış! İyi ki onların kavgasından bir şey ummamışız!

Bir yanda bizim kulvarımız... Öte yandan onların kulvarı... Olup bitenlere bakıp karar ve inanç tazelemeli; bundan sonra kendi kulvarımızda, tarzımızda, kendimizle, kendi uğraşımızla yaptığımız yarışı sürdürmeye bir kez daha ahdetmeliyiz.

Onların kulvarında birinci gelmek bile yenilgidir. Elbette kendi kulvarımızda sadece kendimizle yarışınca hem birinci hem sonuncu olacağımızı biliriz... Bize birincilik vaat etseler dahi onların çirkeflik kulvarının kenarından bile geçmeden, kendi kulvarımızda hep sonuncu olan kendimizi, yine hep birinci olan kendimize yetiştirmeye çalışalım. Başka yolumuz da yoktur, çünkü onları ancak böyle yenebiliriz.

(İlyas’ın [Başsoy] dün Pazar ekimizdeki [sigara yerine pipo içen] “Kibirli Tavşan’ın Gerçek Hikâyesi” başlıklı masalındaki açmazın çözümüne belki başka bir boyutta katkıda bulunabiliriz: Masalın kurgusunu baştan sona reddederek tosbağalarla yarışa girmeyip kendi müsabakalarımızda yer alırız! Çünkü bu tosbağalar yarışa bin yıl önce başlamışlar ve binlerce yıllık ahlaksızlığı ve kumpası “avantaj” olarak kullanmaktalar. Bkz. Vakit gazetesi.)

Onların kulvarında... Anayasa değişiklik paketi, Baykal kaseti, Baykal’a suikast ihbarı ve...  Hepsi iç içe geçmiş halde değil mi?

Ve illa ki “bunların” siyasi sonuçları olacak ve bu sonuçlar da bizim hayatımızı belirleyecek... Bu sonuçları doğurduğu söylenen “zahiri” sebepler bile insanı kahretmeye yeter. Biz istediğimiz kadar yırtınalım, başımıza geleceklerin sebebi “kaset” filan değildir diye...  Onların her türlü cerahatle üstünü örttüğü sebepleri biliyorken, hangi noktasından tutup da tartışacaksın ki bütün bu cerahati?

(Zamanı durdurdular adeta, sanki tarihe geçebilsin diye her şey, adeta donup kalmış gibi herkes... Kalleşlikte ve ihanette ne kadar da dakiktir saatler. Duyulan tek ses, tik tak, tik tak... Kim bilir yarın ne olacak?)
Onların kulvarında herkes “yeni” bir şey bekliyor... Kim hangi hamleyi yapacak, bütün bunların ardından, kendi çarklarını döndürecek hangi başka kaset ya da başka bir herze çıkacak? İşte siyaset dedikleri ve eyledikleri budur, işte katılmadığımız için gurur duyduğumuz yarış da budur...

Dün Pazar ekindeki yazımda propagandanın gücünden söz etmiştim. Kara propagandanın her türüyle, korku rejimi adım adım geliştiriliyor. Tıpkı Goebbels’in düzenindeki gibi herkes birbirinden korkar hale gelmiş. Şantajlar, iftiralar gırla gidiyor. Zaten onların kulvarında herkesin bir açığı var, bu yüzden de herkes karşı tarafın açığını kolluyor.
Demokrasi rekabettir, medeni bir yarışmadır diyorlar. Herkes rakibini punduna getirip yenmeye çalışıyor. En “medeni” araçlar kullanılıyor bu yarışta ve her şey mubah ya...

Görüyoruz: Demokratikleşme diye bizi soktukları yer bir korku tüneli... Punduna getirmek, pusu kurmak, komplo tezgâhlamak onların kulvarındaki siyasetin başlıca aletleri...

Ve olup biten her şey zaten onların ahlaki tercihleri... Zalimden yana olanların, zulmetmeye hep bir bahane bulabilenlerin ahlakı... Ancak böyle bir çerçevede “ilkeleri” var, ancak bu kulvarda titizlendikleri şeyler var. Ama lağım çukurlarıyla dolu bir kulvarda koşup duruyorlar işte...

Peki “haklarını” da verelim. Bunların hepsi, ayrıca “namus, ahlak, fazilet” konusunda ilke sahibi ve epey titizler... Haliyle hepsinin şu hayatta” tiksindiği” bir şeyler de var...

“Aslan Asker Şvayk” Yaroslav Haşek’in ünlü romanının adıdır. Çek savaş gönüllüsü Şvayk’ı ve ordudaki maceralarını anlatır. Kitabı ilginç kılan özelliklerinden birisi de Şvayk'ın anlattığı birçok anekdot.

Bari bu hafta daha fazla yorum yapıp asabımızı daha fazla bozmak yerine, yenilen herzelere bakınca aklıma gelenlerden birisini nakledeyim: Şvayk, komutana sadakat konusunda bir başka emir eriyle yarışmaktadır. “Peki” diye sorar öteki emir eri, “komutanın defi hacet etse, yemeni emretse, onu da yer misin?” Şvakyk bir an durur ve şöyle der: “Elbette yerim ama bir şartım var.” Öteki asker merak eder: “Nedir o?” Şvayk cevap verir: “Ama ben çok titizimdir, bu yüzden içinde kıl olmasın, kıldan çok tiksinirim...”

Yani arkadaşlar, bırakın kimileri içinde kıl var mı yok mu diye tartışsın, ama faşizm hakikaten boktan bir şeydir...