Antropolog bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ursula, sürekli okuyup düşünen ailesinden etkilenecek, yarattığı dünyaların antropolojik kökenlerine özen gösterecekti. Yazdığı eserlerde kadının yokluğuna dikkat çeken de yine annesi oldu

İyi ki doğdun Ursula

Defne Kıran

İlk hangi kitabını okumuştum, ne zaman okumuştum hatırlamıyorum. Ortaokul yıllarından birinde yazın okumamız için önerilen kitapların arasından seçtiğim bir gençlik kitabı olduğu ve okuduğumda, içimde sıcacık bir duygu uyandırdığı kalmış sadece aklımda.

Yine o yıllarda çok severek okuduğum Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi bitince Tolkien’ın diğer kitaplarını da okumaya başlamış, Orta Dünya’ya benzer dünyaları aramaya başlamıştım. İşte Yerdeniz Büyücüsü’yle de yine o sıralarda tanıştım. Ama Ged ve çıktığı yolculuk, içi içine sığmayan bir ortaokul öğrencisi olan bana fazla karamsar gelmiş ve o küçük pembe kitabı yaklaşık bir 10 sene sonra yeniden okunmak üzere rafa kaldırmıştım. O süre boyunca Ursula’nın özellikle politik okumasını yapabileceğim kitaplarını tercih etmiş, yine çok sevmiş; ama hala ortaokul toyluğumla yargılayıp bir köşeye attığım Yerdeniz’e hâlâ dokunmamıştım. Ne zaman ki üniversiteden mezun oldum, aylarca işsiz kalıp kendimi eve kapadım, o zaman o küçük pembe kitabı elime aldım ve yeniden okumaya başladım. Karanlıkla savaşmak için önce karanlıkla, hatta kendi karanlığımızla yüzleşmek gerektiğini, güce sahip olmanın aslında hiçbir şey ifade etmediğini Çevik Atmaca’nın yolculuğuna eşlik ederken fark ettim. Tehanu sayesinde biz kadınların içindeki ejderha ateşini keşfettim. Hayatın siyahlar ve beyazlar arasındaki diyalektiğini bu kadar güzel anlatıp anlatırken oldukça detaylı ve neredeyse kusursuz da bir dünya yaratabilmek herkesin harcı olmasa gerek.

Yeni dünyalar yaratıp her öyküsü, her denemesiyle kafamızdaki soruların bir kısmını açıklığa kavuşturup bir yandan da aklımıza sormamız gereken yeni sorular ekleyen bu bilge ejderhanın bugün 89. doğum günü. Kendisini kısa hayat öyküsüyle analım istedim. Yazıda geçen alıntıları İngilizce asıllarından haddim olmayarak ben çevirdim. Hatam olmuşsa affola.
Bilimkurgu ve fantezi edebiyatının önde gelen isimlerinden olan Ursula Kroeber LeGuin, 1929 yılında Amerika’da doğdu. Büyük Buhran sırasında çocukluğunu, 2. Dünya Savaşı sırasında gençliğini geçirdi. 2. Dünya Savaşı ardından öğrenim görmeye gittiği Radcliffe’te ise kadınlar sınıf arkadaşları erkekler tarafından hala aşağılanıyordu.
Ursula, kendine has alaycı üslubuyla kaleme aldığı “Kendimi Takdim Ederim” adlı makalesinde bu durumdan şöyle bahsediyordu:

“Ben doğduğumda yalnızca erkekler vardı. İnsanlar erkekti. (…) Ben de bir yazar olarak, erkektim. Belki birinci sınıf bir erkek değildim. Kendimi ikinci sınıf, imitasyon bir erkek olarak gördüğümü kabul etmeliyim. Mikrodalgada ısıtılan hazır bir balık ne kadar bir ızgara balıksa, ben de o kadar erkektim. (…) General Motors’u yönetebilir miydim? Teorik olarak evet. Ama sonuçta teori bizi nereye kadar götürüyor ki? General Motors’un başına değil elbette. Ve ne zaman Radcliffe’li bir kadın Harvard’a rektör olursa beni uyandırıp haber verin olur mu? Ha bu arada, karın üstüne işeyerek adımı yazamam. Karımı, çocuklarımı ve sonra birkaç komşuyu vurup sonra kendimi öldüremem. (…) Bu çok korkunç; biliyorum, ben bir erkeğin çok kötü bir taklidi, bir kopyasıyım.”

Antropolog bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ursula, sürekli okuyup düşünen ailesinden etkilenecek, yarattığı dünyaların antropolojik kökenlerine özen gösterecekti. Yazdığı eserlerde kadının yokluğuna dikkat çeken de yine annesi oldu. 60’lı yılların başında yazdığı eserlerin merkezinde genellikle erkekler vardı. Hatta ünlü Yerdeniz serisinin iki kitabında bir tane bile kadın figürü yoktu ve bundan uzunca bir süre rahatsızlık duymamıştı. Kafasında soru işaretleri oluşmasına neden olan şey belki de annesinin sürekli “Neden kahramanların hep erkek?” diye sorması oldu. Buna verdiği dürüst cevapsa “Çünkü kadınlar hakkında yazmayı bilmiyorum” olacaktı.

Konforlu alanından çıkıp ilk feminist metnini yazması 1967 yılını buldu. Kadın olmak neydi, erkek olmak ne? Bu sorular cevaplaması zor sorulardı. O da “Karanlığın Sol Eli” kitabında cinsiyet kavramını yok edecek ve böylece böyle bir dünyada ne olduğunu görebilecekti. Bilim kurgu böyle deneysel işler için ideal bir ortamdı. Feminist teoriyle haşır neşir olmaya başlayınca da kadınlar hakkında daha çok yazmaya, toplumsal cinsiyet rollerini yok etmeye başladı. Hatta Yerdeniz serisine, hikâyenin orijinalliğini bozmadan kadın kahramanlar ekledi, serinin son kitaplarını kadınları merkez alarak yazdı.

Ursula, 88 yıllık hayatına yalnızca bilim-kurgu, fantezi alanında kitaplar değil aynı zamanda pek çok deneme, düzyazı, şiir de sığdırdı. Yaptığı konuşmalar ve yazdığı yazılarla insanları hayal kurmaya, daha güzel dünyaları düşlemeye çağırdı. Bizlere başka gezegenlerin kapılarını aralarken buradaki bambaşka hayatların kendi gezegenimizde de var olabileceğini hatırlattı. Bize öğrettiklerin, hatırlattıkların için teşekkürler Ursula! İyi ki doğdun!