Alper Taş: Ertuğrul Kürkçü’nün yıllar önce “Sosyalistler ilkin iyi insan olmalı” mealindeki sözünün tam karşılığı. Hakiki, dürüst, güler yüzlü, alçakgönüllü, ‘Terzi Fikri’lerden. Gönlümüzde, fikrimizde 5 yıl sonraki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. Bülent Ortaçgil: ‘O Ses Türkiye’ değil, o ses ruhumuz. Onu dinlerken kendimize dönüyoruz, daha çok insan, daha çok hayvan, daha çok ağaç, bitki, doğa […]

“İyi ki varsınız!” alfabesi

Alper Taş: Ertuğrul Kürkçü’nün yıllar önce “Sosyalistler ilkin iyi insan olmalı” mealindeki sözünün tam karşılığı. Hakiki, dürüst, güler yüzlü, alçakgönüllü, ‘Terzi Fikri’lerden. Gönlümüzde, fikrimizde 5 yıl sonraki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı.

Bülent Ortaçgil: ‘O Ses Türkiye’ değil, o ses ruhumuz. Onu dinlerken kendimize dönüyoruz, daha çok insan, daha çok hayvan, daha çok ağaç, bitki, doğa oluyoruz: ‘Olmalı mı Olmamalı mı?’ diye sorduğu günden beri, Cemal Süreya’nın Dostoyevski okuduktan sonra “o gün bugündür huzurum kalmadı” dediği gibi oluyoruz bir de.

Can Kozanoğlu: Bir ‘antisosyolog’ olarak sosyoloji yapmanın bulunmaz örneği. Keşke tüm kitapları Sosyolojiye Giriş, Pop Kültür, Müzik Sosyolojisi, Kitle İletişim Kuramları 101 olarak okutulsa okullarda, ve sosyal bilimler de Can kadar kalender, güleryüzlü, şahane hocalarla dolu olsa… Olsaydı memleket böyle mi olurdu, ah!

Cumartesi Anneleri: “İyi ki varsınız!” demenin en ironik olduğu hal. Keşke hiç olmasaydı demek gerekir. Ama hepimizin kardeşleri, oğulları, kızları, anaları, babaları, yakınları olan onca kaybımızı unutturmayan, insan olmanın erdemini her Cumartesi dünyaya hatırlatan Cumartesi Anneleri iyi ki varsınız!

Doğan Kuban: Tek başına bir cumhuriyet. İstanbul’un estetiğinin, kültürünün yokoluşuna direnenlerden. Bozkurt Güvenç’le birlikte Cumhuriyetin iki bilgesi olarak üstlendikleri sorumluluğu, şimdi tek başına sürdürüyor. Yazılarındaki coşku, tazelik değme yenilerde yok!

Ekrem İmamoğlu: Stefan Zweig’in Yıldızın Parladığı Anlar kitabını okumayan var mı? Varsa, hemen başlasın! Orada dünyayı, çağları değiştiren pek çok hayatı okuyacaksınız. Tam da Hıdrellez coşkusunu yaşadığımız bugün, ‘Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez!’ sözünü doğrularcasına, İstanbul’a ve ülkemize doğan, İBB Başkanımız Ekrem İmamoğlu mucizesi de ‘yıldızın parladığı anlar’dan biri işte.

Fazıl Say: Adanmış bir hayat. Bütün büyük sanatçılar, müzisyenler gibi kendini daha güzel bir dünya için feda edenlerden. Bir Ankara öyküsü, Cumhuriyet büyüsü. Çalışkanlığın, direnmenin, vazgeçmemenin, özenin güzelliği. Her zaman laikliğin, çağdaşlığın, barışın yanında olmanın iyiliği. Bir daha çal Fazıl!

Gündüz Vassaf: Türkçenin en iyi denemecilerinden. Sadece, deneme yazdığı için söylemiyorum bunu. Hep deneyenlerden olduğu için de söylüyorum. Cehenneme Övgü (1992) ve Cennetin Dibi (2003) ile hepimizi attığı “Uçmakdere”deyiz hala! O kadar rüzgar estirip, fırtınalar yaratan o değilmiş gibi, bunca da sakin olan hocamız.

Hayrettin Karaca: Cumhuriyet’ten 1 yaş büyük, ama hep Cumhuriyet gençlerinden. ‘Toprak Dede’, Muazzez İlmiye ile yaptıkları tv programına “Giderayak” adını koyarak, anlayana ders de verdi. Şevket Süreyya Aydemir’in Toprak Uyanırsa (1963) düşünü, toprağın yüzünü güldürerek gerçekleştirmeye çalışanların öncüsü.

İbrahim Betil: Sivil toplum kuruluşlarının, gönüllüler hareketlerinin öncü adlarından.

Uzun yıllar süren bankacılık deneyiminin ardından, tümüyle eğitimle ilgilenen, özellikle yoksul öğrencilerin ve kız çocuklarının okuması için çabalayan, arı gibi çalışan, bu süreçte kendisini de dönüştüren derviş gönüllü.

İdil Biret: “Harika çocuk”, harika piyanist. Eşim İdil de dahil olmak üzere, pek çok kızın isim annesi. Müzik için söylediği ‘bir meslek değil, bir misyon’ cümlesi, en çok da onun için geçerli. İdil Biret olmak, bir misyon olmak her şeyden önce. Günlük politikayla ilgilenmese de, varlığı bugün laiklikle eşanlamlı.

Jale Parla: Memleketin üstüne çöken karanlıkta hala parlayan sayılı insanlardan. Hocalığı, güleryüzü, zarafetiyle de parlıyor, kitaplarıyla da. Üstelik hepsi özgün, dünya edebiyatına birer katkı, evrensel ölçekte yapıtlar: Efendilik, Şarkiyatçılık, Kölelik’ten (1985) Babalar ve Oğullar’a (1990), Don Kişot’a (2017)…

Küçük İskender: Şiirimiz 20. yüzyılda Nazım Hikmet’le anılırken, 21. yüzyılda da küçük İskender’le anılacak. Her yüzyıldan bir isim kalacaksa, günümüzden geleceğe de küçük İskender kalacaktır. İskender’in yapıtının renkliliği, çeşitliliği, yüksekliği, deneyselliği ve yeniliği hiç kuşkusuz, çağın tüm verimlerini toplamakla yetinmeyen, bunlara kendisini de katarak büyüten, gözalıcı bir şiire dönüştüren çalışkanlığı ve yeteneğinin yanı sıra zekasının da eseridir.

Latife Tekin: Sevgili Arsız Ölüm’ü (1983) bir masal, Berci Kristin Çöp Masalları’nı (1984) bir gerçeklik olarak yazdı. Unutma Bahçesi (2004) bir rüya, Sürüklenme (2018) bir belge idi. Fakat yazdıklarına hep roman denildi. Bana kalırsa ne edebi şeylerdi ne de şiir. İnsanın ve doğanın dile gelişiydi. Değil başkalarına, yazdıkları bile birbirine benzemeyen biri için başka ne söylenebilir ki?

Muazzez İlmiye Çığ: Tatar olduğu için hemşehrim sayılır. Eskişehir’in yarısı Tatar biliyorsunuz. Hepimizin hemşehrisi, hepimiz Etilerden, Hititlerden, Sümerlerden, Anadolu’dan ve Mezopotamya’dan hısım, kavim değil miyiz? Şahane kadın, ilmiye sınıfından şahane hoca. Muazzez İlmiye Çağ. Ömrüne bereket.

Murathan Mungan: Ankara’da tanıştığımız öğrencilik yıllarımızdan beri, 40 yıl olmuş, yeteneğini emeğiyle büyüten, birikimini yeni katkılarla zenginleştiren, yazıdan bir bedene ve şiirden bir ruha dönüşen Murathan Mungan, insan nasıl diyalektik olur sorusunun her zaman en taze yanıtı. Nasıl bu kadar olgun olunabilir şaşkınlığıyla sürüklendiğimiz genç bir dil.

Necmiye Alpay: Her dönemde barışın diliyle yazan, konuşan, gülümseyen, dilde sorun çıktığında onarıcı olmayı üstlenen, Cemal Süreya’nın kimi nakaratları, sanki onun için yazılmış gibi tanıdık gelen, şiiri bir hırka gibi şefkatle örten, Yaklaşma Çabası, onda yakınlaşmaya dönüşen, yaşarken ‘unutulmaz’ olan…

Orhan Tekelioğlu: ‘Hocam’. Hem ODTÜ’den hem sosyolojiden hem de aynı sınıftan. O hep hocaydı, öğrenciyken de. Yalnızca sosyolojide mi, hayır, müzikte, klasikte, cazda da. Arabesk üzerine en özgün görüşleri de erkenden söyledi. Atonal şiirleri kadar Norveççeden şiir çevirileri de benzersizdir. Ne mutlu öğrencisine!

Özdemir İnce: Öz şair. Cumhuriyet dönemi şiirimizin öncülerinden, büyüklerinden. Kuramsal kitaplarıyla da şiire ilişkin pek çok kavramın farklı bağlamları olduğunu gösterdi. Tehlikenin farkına ilk varanlardan ve sosyalizmi savunur gibi laikliği savunanlardan. Bu dönemde aydın olmanın, yazar, şair olmanın konuşmaktan, yazmaktan geçtiğini bilen ve yerine getiren bir Cumhuriyet bilgesi.

Piraye: İyi ki vardınız! İyi ki bir şaire, belki de dünyanın en güzel, en dokunaklı, en hakiki aşk şiirlerini yazdırdınız. Varlığınız hayattı, yokluğunuz şiir. Şairi aşkla, özlemle yaşattınız. “1945 yılı Aralık ayının dördü”nde “İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan/giyin, kuşan/benze bahar ağaçlarına” şiiriyle sizdeki baharı özledi şair.

Sezai Karakoç: İkinci Yeni’nin önde gelen şairlerinden. Nazım Hikmet’in Mehmet Akif için, “Akif, inanmış adam” deyişi Sezai Karakoç’a da uyarlanabilir. Boyun eğip, biat etmemesiyle bile şair olduğunu gösterdi. O yüzden ‘muhafazakar’ şairlere, tavır olarak hep ‘Sezai Tavrı’nı örnek veririm.

Şükrü Erbaş: Özellikle son yıllarda yayımladığı kitaplarla büyük bir şair olduğunu daha geniş kitlelere gösterdi, daha da önemlisi yazdığı şiirler her kuşaktan ve anlayıştan okurda da karşılık buluyor. Büyük bir şiir yazmasının yanı sıra, şiiri sevdirmesi ve şiir okurunu çoğaltması bakımından da büyük şairlerin hizasında.

Tanıl Bora: Editörlüğü, yayıncılığı, hazırladığı ansiklopediler, ansiklopedik yapıtları dergiciliği, çevirileri, yazıları ve özellikle milliyetçilik, faşizm üzerine yazdığı öngörülü kitaplarıyla memleketin nerdeyse son aydınlarından. Türkiye’nin zihniyet dünyası üzerine, tek başına yazdığı ve en geniş kapsamlı yapıt olan Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler (2016) ise adeta bir kürsü.

Uğur Yücel: Eski zamanlardan, belki de büyülü zamanlardan nasılsa bugüne kalmış hissini ziyadesiyle uyandıran, oyuncu, yönetmen, iyi bir öykü yazarı, ama hepsinden bağımsız olarak da Uğur Yücel o. Zaman zaman kendisiyle yapılan söyleşilerden yayılan o temizlik, o kardeşlik, o iyilik için bile sevmeye değer.

Yılmaz Büyükerşen: Bir şehir nasıl değişir, nasıl güzelleşir, nasıl çağdaşlığın, aydınlığın başkenti olur, Eskişehir örneğiyle bunu yaşatan adam. Rektörümüz, belediye başkanımız, Yılmaz Hocamız. Eskişehir Tepebaşı’nda Ahmet Ataç ve Odunpazarı’nda Kazım Kurt’la birlikte, gülümseyen şehir Eskişehir’in başmimarı.

Zeynep Oral: Onun Akal Atilla ile birlikte, nerdeyse 50 yıl önce yayımladıkları Milliyet Sanat Dergisi’yle tanımıştım. Memleketin 50 yıldır kültür sanat yazan en şahane kadınlarından. Tiyatrodan müziğe, edebiyattan dansa her şeyle ilgilenen, ve yürüttüğü PEN Türkiye başkanlığıyla, haksızlıklara, adaletsizliklere karşı duran sevgili başkanım.