Bu yazıya Aydın’ın Tırmık üslubuna öyküneyim diye başladım. Ama ne mümkün. O öfkesini mizahın sivri oklarına yükleyerek hak edenlere ustalıkla gönderiyordu.

İyi mizah kötü mizahı kovar

Bu yazı için sağa sola bakıp, bilgi haber toplarken geldi sevgili Aydın Engin’in, sevgili yoldaşımın ölüm haberi. Aramızda epeyce bir yaş farkı var, ben 73’teyim, o 81’inde veda etti gitti. Ama o da benim kuşağımın üstüne yapışıp kalmış adıyla 68’lilerdendir. Pek çok özelliği, niteliği olan bir mücadele insanıydı. O tüm özelliklerini besleyen mizah duygusuyla en zor anlarda bile gülmek gerektiğini bilen bir sanatçı gazeteciydi.

Onun senaryosunu yazıp oynadığı zamanın iktidarını ve muhalefetini kaliteli bir mizahla eleştiren “Devri Süleyman” oyunu 68’lilere isyan duygusunu mizahla nasıl zenginleştirebileceklerini anlatıyordu. Gazeteciliği de hep aynı duyguyla yaptı. “Haberdir gazetecilik” derken de, muhabirlere sokağı işaret ederken de gülerek ve güldürerek anlatıyordu yapılması gerekenleri. Mücadele etmeyi hiç ama hiç bırakmadı. Sürgünde Frankfurt sokaklarında taksi şoförlüğü yaparken de, Almanya’daki göçmenlere oyun yazarken de o derin mizah duygusu ile hiç bıkmadan anlattığı, yorumlamakla yetinmemek değiştirmek için mücadele etmek gerektiğiydi.

Köşesine seçtiği Tırmık adı da sıradan takılmaların değil, derin eleştirilerin adıdır. Pek çok kez yargılandı, hapis yattı. En son birlikte yargılandığımız Cumhuriyet davasında da duruşmalarda kararlarını çoktan vermiş yargıçlara hukuk dersi verir, bizi yıldıramayacaklarını anlatırken, içeridekilere de neşenizi yitirmeyin diyordu. Yitirmedik. Hep ileriye doğru giden zamanın bir anında zamanın dışına çıkıyor insan. Erken oluyor genellikle. Aydın da öyle yaptı. Erken bıraktı bizi.

Yıllarca çalıştığı Cumhuriyet gazetesinin ruhsuz ve utanılası ölüm haberine kızanlara, kızmayın diyorum, neden kızıyorsunuz? Cumhuriyet davasında Aydın ve arkadaşları olarak yalnızca mahkeme heyetine değil, Cumhuriyet gazetesine el koymak için yanıp tutuşanlara karşı savunmadık mı gazeteciliği biz.

Aydın’ı yitirdik… Geriye anılar, yazdıkları, anlattıkları, öğrettikleri kaldı. Şimdi ben de yazmayı sürdürmek, bu yazıyı biraz da onun Tırmık köşesindeki mizahına öykünerek tamamlamayı deneyeceğim izninizle…

Güldürerek öldürecekler galiba

Sanıyorum artık işi şakayla geçiştirmek istiyorlar. Şu meşhur yap işlet devret köprülerinden geçeni anladık da geçmeyenler neden ücret ödüyorlar diye soruyorsunuz yanıt gecikmiyor. Bu vatandaşlarımız için iyi bir şeydir diyor parti yetkilisi. Pek güzel savunuyor, pek şakacıdır. “Geçmeden para verilmesi vatandaş için ekstra bir imkandır. Ben de Malatya’nın Kömürhan Köprüsü›nden geçmiyorum ama para veriyorum."

Sabah gazetesinden Engin Ardıç ki o zaten hep şakacıdır, “Geçmeyeceğimiz köprüye niçin para ödüyoruz?’ Senin geçmen ya da geçmemen kimseyi ilgilendirmiyor hemşerim. Geçseydin” demekte. İşte budur. AKP’li Bülent Turan’ın ayrıca bir de ricası var: “İnsanlara ‹beşli çete› denir mi ya? Çok ayıp bir şey bu.” Ayıp tabii. Sen niye küfürbazla bir oluyorsun, neden ona özeniyorsan. Sen onlarla bir misin? Senin etin ne budun ne koskoca “mütayitlerle” aynı kefeye mi koysunlar seni?

Ticaret Bakanı Muş’un enflasyon tarifi de artık şaka ötesidir ve yerlere yatıyoruz mutluluktan. “Her şey stabil olsa, emtia fiyatları bu kadar yükselmemiş olsa enflasyon da bu kadar olmayacak.” Ama bu şaka döneminin zirvesi şakayı halka indiren, herkesi güldüren bilgemiz, Maliye Bakanımızdır. Gözlerindeki ışıltıyla şöhrete kavuşan bakana doların daha ne kadar yükseleceği soruluyor yanıt bir harikadır. “Türk Lirası şu anda en zayıf durumunda, gideceği yer yok bir kere. Vatandaş rahat olsun.”

Devletin Et ve Süt Kurumu’nun başındaki ise bu zam da nereden çıktı diye sual edenlere herhalde yetkililerdeki rahatlığa özenip, onlar böyle konuşuyorsa ben haydi haydi konuşmaz mıyım, bir parmak daha yükselteyim çıtayı diye düşünüyor olmalı, “Kuyruklar çok uzamıştı azalsın diye zam yaptık” diye yükseltiyor kahkaha desibelini.

Hızla eriyen asgari ücret konusu gündeme geliyor sonra; o da artık epeyce bir zamandır şaka konusudur. Çalışma Bakanı yapılan zammın hızla erimesini görmezden gelip “Daha yeni zam yaptık, zamanı gelmedi, artırmak söz konusu olmaz” diyebiliyor. Hadi o diyebilir ama işçilerin hakkını her koşulda savunması gereken Türk-İş Başkanı’nın sözleri şaka gibi değil mi? O bakandan hızlı, “Zamanı gelmedi, aralık ayında görüşülür, yılda bir kere görüşülür” gibisinden iki satır edip tüyeyim buradan telaşında.

Ama Aziz Çelik dostumuz bu çalımı anında yanıtladı, şaka da güme gitti. “Asgari ücretin aralık ayında ve yılda bir kez saptanması şart değil. Böyle bir kural yok. Geçmişte enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde haziran ve temmuzda da asgari ücret yıl içinde ikinci kez saptandı. Komisyon yıl ortasında da toplandı” dedi Üstelik1990’lar ve 2000’lerden belgeli örnekler verdi. İş yasasından da ilgili maddeyi bulup şu şakacıların önüne koyuverdi. “Asgari ücretin yeniden belirlenmesini için mevzuat değişikliğine gerek yok. ‘İş Kanunu 39. madde: Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile ücretlerin asgari sınırları en geç iki yılda bir belirlenir.’ Bakanlık istediğinde Komisyon toplanır ve asgari ücret yeniden belirlenir.” Demek ki neymiş, bazı konular şakaya gelmiyormuş.

Hiçbir şey olmasa da bir şeyler…

Bize öyle geliyor tabii, onlar şu zor zamanlarda biraz şaka ile halkı rahatlatmak gibi yerel ve milli vatan aşkıyla birbirlerine bakıyorlar, “hadi patlat bir tane” diye kışkırtan “gazatacıların” da katkısıyla neşe içinde seçime doğru ilerliyorlar. Bu arada seçim kanunu da tadından yenmez bir kıvamda pişirildi. Gerçi orada da şakadan anlamaz, laf dinlemez Sera Kadıgil diye İşçi Partili susmak bilmez bir vekil, hem de “bağyan”, komisyonun tadını kaçırdı ama olsun; onlar kaçın kurası, biz yine neşemizi buluruz, kulağımız şen şakrak bakanımızda, parıltısı sönse de gözlerine bakıyor, bizi güldürmek için elinden dilinden geleni yapacağından eminiz diye bir umut beklemekteler. Fazla bekleyeceklerini de sanmıyoruz. Beklemediler, Yerel seçimlerin şakacısı hemen çıktı ortaya ve ne dedi? “Hiçbir şey olmasa da bir şeyler olacak” dedi. Demek ki seçim kanununun satır aralarını iyi okumak ve “hiçbir şey olmasa da bir şeylerin olacağını” söyleyen vekile kulak vermek ve hazırlanmak gerekecek. Uyarıyor işte Yeliz mahlaslı vekil daha ne yapsın…

Siyasi gelişmeleri ekonomideki gittikçe kötüye giden ve saklanamaz hale gelen bunalımı iktidarın şakacı politikacılarının “ezan susmaz bayrak inmez” son çaresiyle karşılamak istediklerini, sık sık bu vazgeçilmez sloganı yinelediklerini biliyoruz. Bu durumda muhalefet partileri ne yapsın; şakaya şakayla karşılık vermek isteyenler çıkıyor onların arasından da. “Sen ezan susmaz bayrak inmez mi dedin aha ben de Kuran dağıtayım da gör sen din siyasete nasıl alet edilirmiş” diyen belediye başkanları var mesela. Onlar da çok şakacıdırlar.

Böylece karşılıklı bir şakalaşma ile gergin ortamı yumuşatma görevini el hak yerine getiriyorlar. Yumuşuyor mu peki ortam? Öyle bir durum yoktur. Çünkü açlık ve yoksulluk sınırının altında kalanların sayısı her gün biraz daha artıyor. Üstümüze doğru gelen bir çığdan kurtulmak için ne yapmak gerektiğini de tam bilemiyoruz. En gerçekçi önerilerin sahipleri solda duranlar, bana sorarsanız tümüyle sanal olan duvarları bir türlü aşamıyoruz.

***

Bu yazıya Aydın’ın Tırmık üslubuna öyküneyim diye başladım. Ama ne mümkün. O öfkesini mizahın sivri oklarına yükleyerek hak edenlere ustalıkla gönderiyordu. Ama ben daha gencim, öğrenmek için geç sayılır mı sizce! Mavi siyah karanlıktaki yeni ve parlak yıldızım, sevgili Aydın, ışığın hep parlasın senin, orada ve burada…