Ekin Açıkgöz: Polisiye, bilimkurgu, fantezi türlerinin edebiyat elitleri tarafından hâkir görülmesine yönelik mücadelemiz sürüyor, sürecek. İyi polisiye iyi edebiyattır

İyi polisiye iyi edebiyattır

MELİKE UZUN

Her İşte Bir Hayır Vardır, Ekin Açıkgöz’ün Ayizi Yayınları’ndan 2015’te yayımlanan polisiye romanı. Hikâyenin çatısını botulinum toksin deneyleri yapmak üzere evinin üst katında bir laboratuvar kuran Metin’le işini kaybetmemek için çırpınan ama başına gelen terslikleri bir türlü engelleyemeyen beyaz yakalı Demet’in yollarının kesişme süreci oluşturuyor. Ekin Açıkgöz bu süreci anlatırken okuyucunun merakını uyanık tutmayı başardığı gibi arka planda dönem özelliklerini, kahramanların ruh hallerini oldukça güçlü bir şekilde çiziyor. Ekin Açıkgöz’le romanı ve edebiyatla ilgili konuştuk.

»Polisiye yazma düşüncesi sizde nasıl oluştu? Yazmaya karar vermeden önce tereddüt yaşadınız mı?

Kendimi bildim bileli oyunlara, bulmacalara meraklıydım. Her şeyin kurgusu olsun, çözmeye çalışalım, sonu bir yere bağlansın isterim. Müzik kliplerinin bile hikâyeli olanını severim. Okumaya ve yazmaya da düşkünümdür. Bulmaca çözme merakı ile edebiyat merakının ideal bileşimi polisiye olduğu için, polisiyeye yönelmem kaçınılmazdı sanırım. İlk gençlik yıllarımdan beri polisiyeyle ilgileniyorum: Okuyorum, yazıyorum, polisiye sevgisinin yaygınlaşması için çaba gösteriyorum.

Yazmak doğal bir dürtü. İçinizde varsa, düşünmeden alıyorsunuz kalemi elinize. Fakat bir işe başlamaktan ziyade, o işe devam edecek kararlılığı göstermek fark yaratıyor. Bu noktada tereddüt yaşadım. Yazdıklarının basılıp basılmayacağını, okunup okunmayacağını bilemiyor insan. Motivasyonu canlı tutmak, koca bir romanı bitirecek disipline sahip olmak zor. Ucunda ışık görünmeyen bir tünelde ilerlemek gibi; sağa sola yalpalıyorsunuz. Yapılacak tek şey, karanlığa aldırmadan yola devam etmek.

»Romanınızda bir gizin izini sürdüğümüz kadar bir fikrin de izini sürüyoruz. Erkek şiddeti üzerine, kadın düşmanlığı üzerine düşünüyoruz. Bu sizin için bilinçli bir tercih mi, yoksa bu romanınızda kendiliğinden mi yerini buldu?

Derler ki; kitabın ne verdiğinden ziyade, okurun ne aldığı önemlidir. Çok doğru. Aynı metin için yüz farklı okuma yapılabilir, her birisinden farklı mesaj çıkar. Örneğin, siz bu hikâyede kadın düşmanlığı hissetmişsiniz. Hâlbuki ben bu mesajı verdiğimin farkında değilim. Şiddet öğeleri kullandığım doğrudur; ama bunları kadına yöneltme çabam olmadı. Demek ki bazı subliminal öğeler var size bu hissi veren… Benim yazma sürecim açısından da subliminal olabilir bunlar.

»Demet’in başına gelenleri dinlerken iş yaşamındaki vahşi rekabeti, Anya’nın yaşadıklarına tanık olurken Sovyetler’in çöküş sancısını da hissediyoruz. Erkek karakterlerde sosyal siyasal koşulların etkisi hissedilmiyor. Kadınlar toplumdaki sarsıntılardan, olumsuzluklardan daha fazla mı etkileniyor?

Kültürel önyargılar nedeniyle kadınlar toplumda erkeklerden daha az yer buluyor; bu doğru. Ancak ben, insanı insan yapan özellikler bakımından kadınlarla erkeklerin eşit olduğuna yürekten inanıyorum. Erkeklerin duyguları daha az veya daha yüzeysel yaşadığı savını bir kadın olarak kabul etmiyorum. Bu açıdan bakınca; toplumsal olumsuzlukların kadın, erkek, çocuk, herkese acı verdiğini düşünüyorum.

Günümüz kurumsal iş hayatı, kadınlar kadar erkekler için de yıpratıcı. Sovyetlerin belli dönemlerinde yaşananlar, Sovyet erkeklerini de çok yaraladı. Aytmatov romanlarındaki kadar kuvvetli örnekler veremesem de; Aleksey’i yazdım mesela. Bana göre Anya ve Aleksey’in bu bakımdan farkı yok. Demet ve Anya, öyküdeki sosyal arka planların nesnesi oldular. Kadındılar. Ama Demir ve Anton olsalardı da onlara benzer acıları çektirirdim.

»Botulinum toksin üzerinden kurduğunuz kurgu hayranlık uyandırıcı. Mesleğinizi merak etmekten kendimi alamadım. Bir de kitap sonunda verdiğiniz kaynakçaya bakarak yazmadan önce hazırlık yaptığınızı söyleyebiliriz. Bu süreçte hangi yöntemleri izlediniz ve süreç ne kadar sürdü?

Bana, “Sen kimya şirketinde çalışmıyor muydun?” gibi sorular soruyorlar. Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemem ama istatistikçiyim ben. Üzerine de Türk Dili ve Edebiyatı okudum.

Pozitif bilimlere hep merak duymuşumdur. Çocukken dedemle Bilim Teknik okurduk. Şimdi de akademik tıp dergilerindeki makaleleri okuyorum. Başkalarına sıkıcı gelebilir, ama benim ilgimi çekiyorlar.

Bir yazı yazmadan önce aklımda kurguya dair sadece bir siluet oluyor. Bu siluetin şekillenmesi için iyi görebilmem lazım. Daha fazla veri elde etmek için daha çok okuyorum. İster roman, ister öykü, ister köşe yazısı olsun… Ben araştırma yapmadan hiçbir şey yazamam. Belki de hayal gücüm yeterince zengin olmadığı içindir.

Diğer taraftan; bilim ve teknoloji tarihi, devletlerin güç savaşı, silah teknolojilerinin gelişimi, benim diyen hayalperestin fantezi dünyasını zorlayacak tuhaflıklarla dolu. Her türlü garipliğin yaşanabildiği bir dünyadayız. Okudukça hayretim artıyor; daha çok okumak istiyorum. Ve daha çok yazmak…

Herhangi bir yazıya ayırdığım toplam sürenin yarısına yakınını kaynak taramaya ayırdığımı söylersem abartmış olmam. Kendimce bazı basit sistemlerim var: Öncelikle araştıracağım konunun alt başlıklarını çıkarırım, bu başlıklarla ilgili kaynakları derlerim. Sonra oturup elime fosforlu kalemimi alırım…

»’Düşünen hayatta kalır’ Metin’in mottosu. Siz romanın adını ‘Her İşte Bir Hayır Vardır’ derken bu mottoyo antitez geliştirmiş gibisiniz. Ne dersiniz?

Bu roman Metin’in ve düşündüklerinin romanı. Çünkü Metin dünya tarihinde iz bırakacak vizyona sahip bir karakter.

Ama yaşamda iyi şeylerin olacağına, yanlışların eninde sonunda iyiye vesile olacağına inanmamız gerekiyor. Yoksa hayat çekilmez bir hâl alır. Kadercilik de burada devreye giriyor. ‘Her İşte Bir Hayır Vardır’ olumlu önermesini doğrulayan bir kurgu hayal ettiğim için yazdım bu romanı. Tesadüflerin kaderi şekillendirdiği bir hikâye ortaya çıktı. Tesadüflerin ve olasılıkların hikâyesi. İstatistikçi olmam burada devreye girmiş olabilir… Üniversiteden mezuniyetimiz sırasında yaptığı konuşmasında kıdemli bir hocamız, “Yaşamınız boyunca her baktığınız yerde istatistik görebilmenizi istiyoruz” demişti. Mezuniyeti nerede kutlayacağımızdan başka gündemimizin olmadığı o yaşta çok anlamsız gelmişti bu söylediği. Ancak şimdi ne demek istediğini idrak edebiliyorum. Nur içinde yatsın Ömer Hoca.

»Romanınızın diğer bir özelliği tatlı bir ironinin elden bırakılmamış olması. Demet’in karakter olduğu bir romanda bu kaçınılmaz mıydı?

Kitaptaki en prototip karakter aslında Demet. Yüksek bir kariyer beklentisiyle yola çıkıp yolda telef olacak, yirmi yıl sonra emekliliğine gün sayar hale gelecek ve orta düzey koltuğunu bir yıl daha korumayı beceri sanacak, standart bir beyaz yakalı. Bugün pek çoğumuz bu döngüsel hayatı yaşıyoruz. Ben de dâhilim bu güruha…

Bu hayatın dışına çıkıp belli bir mesafeden bakabilsek, ne kadar absürt olduğunu daha iyi görürüz. Bu acınası halimiz aslında epeyce komik. Yazdığım ilk bitmiş metin, ‘Sıkıntı’ adında bir öyküydü. Kurumu tarafından kişisel gelişim eğitimine gönderilen genç bir kadının bir gününü anlatıyordu. İroniyi asıl orada görecektiniz!

»Has edebiyatla polisiyenin kesiştiği ya da ayrıldığı yönler olduğunu düşünüyor musunuz?

Polisiye edebiyat has edebiyat değil midir ki kesişsinler?

Tüm türlerin edebî açıdan zengin örneklerinin yanı sıra baştan savma yazılmış, ticari kaygılarla üretilmiş örnekleri var. Polisiye de bu açıdan farklı değil.

Hele bir de edebî değeri, metnin içerdiği ideolojik alt mesajlara endeksleyen bir akım var ki; külliyen karşıyım.

Polisiye, bilimkurgu, fantezi türlerinin edebiyat elitleri tarafından hâkir görülmesine yönelik mücadelemiz sürüyor, sürecek. İyi polisiye iyi edebiyattır.

» Polisiye türünde Türkiye ve dünya edebiyatında okuduğunuz kadın yazarlar kimlerdir?

Polisiyenin her janrını okumaya gayret ediyorum. Polisiye dünyası çokuluslu ve çok renkli. Kuzeyden Karin Alvtegen, Ada’dan Minette Walters, güncel Amerikan tarzından Kathy Reichs tavsiye edeyim ilgilenenlere. Elbette altın çağın taçsız kraliçelerini, Agatha Christie, Dorothy L. Sayers ve çağdaşlarını okuduğunuzu düşünüyorum.

Türk polisiyesinde de çok kuvvetli kadın kalemler var. Nihan Taştekin’in dilinden ziyadesiyle hoşlanıyorum. Son dönemdeki favorim ise, ‘police procedural’ türünü Türkiye’de harika şekilde uygulayan Nuray Atacık. Fener Balığı’nı mutlaka okuyun. Bizim altın çağ kraliçemiz Zuhal Kuyaş da yeniden basıldı. Okuyalım.

»Yeni bir çalışmanız var mı?

Ben de fikir çok… Fakat önceki cevaplarımda da söylediğim gibi, disiplin ve sıkı çalışma olmadıktan sonra fikrin bini bir para. Maalesef çok hızlı ilerlediğimi iddia edemem. İkinci roman üzerinde çalışmaya başladığımı söyleyebilirim sadece… Oyun sevgisine övgü niteliğinde bir polisiye olacak bu roman.

221B Polisiye Kültür Dergisi’nde ‘Polisiyelerin Ölümsüz Silahları’ diye bir köşeye başladım. Her sayıda polisiyelerde öne çıkan başka bir silahı inceliyorum.

İlaveten cinairoman.com sitesinde de yazılar yazıyorum. Sitemiz yepyeni görüntüsüyle sevenlerine kavuşacak çok yakın zamanda. Bol okuma, bol araştırma, daha çok polisiye…