“Polisiye dünyada da Türkiye’de de küçümsenirdi. Ben 1996’da ‘iyi polisiye iyi edebiyattır’ diyerek çıktım. Bunun altını çizdim. Gelinen yer müthiş. Türkiye’de polisiye roman yükselecek, bunun öncülerinden biri olmak çok güzel bir duygu.”

İyi polisiye iyi edebiyattır

MUSTAFA KÖMÜŞ

Fotoğraflar: Ahmet Toğaç

Türkiye’nin en iyi polisiye yazarlarından Ahmet Ümit’in son kitabı ‘Aşkımız Eski Bir Roman’ geçen hafta raflardaki yerini aldı. Üç uzun öyküden oluşan kitapta ilişkiler üzerinden cinayetler anlatılıyor. Ümit’in daha önce de birçok kitabında yer alan Başkomser Nevzat bu kitapta da katilleri rahat bırakmıyor. Oldukça akıcı olan üç öyküde de ‘katil kim? sorusu okurun kafasını meşgul ediyor. Ümit kitaba da adını veren ‘Aşkımız Eski Bir Roman’ öyküsünde aynı zamanda edebiyat tarihine bir selam gönderiyor. Ümit’le kitabını ve öykülerin anlattığı yan temalar ile diğer projelerini konuştuk.

► İlk hikâyede Agatha Christie’ye bir atıf var. Agatha Christie bir polisiye yazarı olarak sizin için ne önem taşıyor?
Agatha Christie polisiye edebiyattaki en önemli yazarlardan, kurucu yazarlardan biri. Klasik polisiyeye baktığımızda Poe’yu görüyoruz. Sonra Arthur Conan Doyle geliyor, Sherlock Holmes’u yaratıyor. Agatha Christie de kuruculardan bir tanesi. Bunların polisiyesi daha çok analitik düşünmek üzerine. Gördükleri kanıtlardan, delillerden yola çıkarak gerçeği ve hakikati bulmak üzerine. Gerçek bir suç yerine yaratılan bir suç var. Agatha Christie gizemli bir cinayet nasıl çözülür meselesi üzerine kafa yoran, bunun üzerine eserler üreten o üç büyük yazardan bir tanesi. O nedenle Poe ve Agatha Christie beni çok yakından etkiliyor. Sürekli onlara göndermede bulunan metinler yazıyorum. Agatha Christie’nin bir dönem İstanbul’a gelmiş olması, İstanbul’da bazı otellerde kalıyor olması beni etkiliyor. Göndermeler yapıyorum.

► Yine ilk hikâyede bir edebiyat tarihi var aslında. Birçok yazardan, birçok eserden söz ediliyor. Sizin için orada geçen isimler ne kadar önemli?
Hepsi çok önemli tabii ki. Çünkü aslında bu hikâye aynı zamanda Türkiye ve dünya edebiyat tarihine bir gönderme. Sadece polisiye değil, bütün edebiyat tarihine gönderme. Oradaki yazarlar benim çok sevdiğim ve çok önemli gördüğüm yazarlar. Aslında bütün edebiyatseverlerin bir şekilde dokunduğu, ilgilendiği yazarlar. Ben öteki yazarlara laf atmayı, takdir etmeyi, onlarla buluşmayı, eserlerinde gezinmeyi çok seviyorum. Çünkü ben şuna inanıyorum ki, aslında hepimiz aynı romanı yazıyoruz. Gılgamış Destanı’ndan bu yana edebiyatın insan ruhuna dair sorduğu bütün soruları aslında hepimiz farklı konular ve üsluplarla ifade ediyoruz.

► Üç hikâyede de ilişkiler ve ilişkilerin boyutları var. Sizin birçok eserinizde bu durumu gözlemliyoruz. Burada da erkek kadın ilişkisinin bazen yüzeyselliği, bazen de derinliği işlenmiş. Neler söylemek istersiniz?
Üçünde de bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Bu çok önemli bir şey. Aşk, hayatımızda çok önemli bir yer tutuyor. Ancak aşk hiçbir zaman yalnızca aşk değil. Aynı zamanda ülkede yaşanan sosyoekonomik, sosyal psikolojinin açığa çıkması, insan ruhunun açığa çıkması… Nitekim ilk öyküde Edip’in küçükken yaşadığı travma, roman karakterleri aracılığıyla kadınlarla özel ilişki kurabilme durumu... İkinci hikâyede overlokçu kızın fakir ama kendi bedenini kullanarak, deyim yerindeyse aşkı kullanarak sınıf atlama, kendini kurtarma hikâyesi. Üçüncü hikayede kaybettiği aşkı yeniden kazanmaya çalışan iki insan ve bunun trajik sonuçları hep birlikte ele alınıyor. Bunların hepsine baktığımız zaman gerçekten şu ortaya çıkıyor ki, aşk aslında hayatı yansıtan bir turnusol. Biz aşka baktığımız zaman yaşadığımız toplumu görüyoruz, toplumdaki ilişkileri görüyoruz. Örneğin overlokçu kız başlı başına İstanbul’a göç ve bu göçün yarattığı ahlaki moral değerlerinin bozulması, eski köy kültürünün bozulması ama yerine yeni bir şehir kültürünün konulamaması. Yahut küçük üretimle büyümeye çalışan tekstil atölyesi sahipleri, onların çevresinde nemalanmaya çalışan insanlar, küçük mafya grupları... Bunları anlatıyoruz. Öte yandan Edip’in hikâyesinde aslında çok da olmayan ama Aristokrat olmaya çalışan varlıklı bir kesimden söz ediyoruz. İlişkilerde bunların hepsinin karmaşasını anlatıyoruz.

► Overlokçu kız hikâyesinde sınıfsal bir durum da var. Bugünün Türkiye’sinde de bu çok yaygın bir olay anlatılıyor. Peki Bağcılar, Gaziosmanpaşa, Esenler, Gazi Mahallesi’nde yaşayan insanlar, İstanbul’un durumunu ne kadar özetliyor? Kurtuluş’tan, Beyoğlu’ndan İstanbul’un varoşlarını ne kadar görebiliyoruz?
Aslında göremiyoruz çünkü gerçekten İstanbul büyük bir devlet gibi ve adeta her semti başka bir kültürü yansıtıyor. Etiler’deki hayat başka, Gaziosmanpaşa’daki, Nişantaşı’ndaki hayat başka. Son derece farklı, birbiriyle tamamen tezat kültürler bir arada yaşıyor. Bu gerçeği anlamak lazım. Bu hikâye biraz onlara değinen bir hikâye olarak yer alıyor. Beni çok mutlu eden hikâyelerden birisi. Bir tür Orhan Kemal romanlarına bir gönderme gibi düşünebiliriz. Bir polisiye hikâye var ama atölye sahipleri, onların bozulmuş değerleri, yoksul insanlar ortaya çıkıyor. Orhan Kemal daha önce Adana’dan İstanbul’a gelen insanlar üzerinden çok şey anlatmıştı.

iyi-polisiye-iyi-edebiyattir-630666-1.

► Sizin ‘Evlilik aşkı öldürüyor’ diye bir sözünüz var. Kitapta da Ali ile Zeynep’in evlilik hazırlıklarından bahsediliyor. Daha önce de hiç evlenmeyeceklerini dile getirmiştiniz. Nevzat ve Evgenia’da da aynı olayla karşılaşacak mıyız?
Aşk çok özel bir duygu ama geçici. Siz o kadınla evlenseniz de evlenmeseniz de aşk bitiyor. Bir zaman sonra sevgiye dönüşür. Ama sevgi aşkın yerini tutabilir mi, bu da çok tartışmalı bir konu. Sevgi daha mantıklı bir şey bana göre. Dayanışma içerisindesin, hayatı sürdürüyorsun. Ama aşk böyle bir şey değil. Aşk, akıl dışı bir şey. O nedenle benim karakterlerim evlenmeyecektir. Bunun biraz da nedeni yaşlanmamaları. Sonuçta bunlar roman kahramanları. Şu anda yaşlandırmayı düşünmüyorum. Ali ile Zeynep’i de evlendirmeyeceğim. Evgenia ile Nevzat böyle devam edecek. Suriyeliler konusundaki ırkçı tavırları protesto için Azez diye bir karakter yarattım ben. Azez Suriyeli bir çocuk. Anne ve babası patlamalarda ölmüş. Onu Evgenia ile Nevzat evlatlık aldılar..

► Irkçılıktan bahsettiniz, kitapta da geçiyor. Azez’e okul müdürünün yaptığı baskı üzerinde bunu görüyoruz. Şu an yaşadığımız her yerde Suriyeli komşularımız var ve ciddi bir ırkçılık da söz konusu. Biz düşman mıyız bu insanlara?
Biz düşman değiliz. Son dönemde Türkçülük meselesi o kadar abartıldı ki, bunun kendisi bizim artık yabancı bir dil duyduğumuzda nefret etmemizi sağlayacak hale geldi. Arap düşmanlığı var bizde geleneksel olarak. Batıya karşı yok ama Ortadoğulu olduğumuz halde onları küçümseme durumu var. Bunların hepsi bugün ırkçılığı besliyor. Suriyeli insanlar bugün geliyorlar, kendi kültürlerini yaşamak istiyorlar. Onlar da yanlış yapıyor olabilir ama Türkler de bir o kadar yanlış yapıyor. Suç oranı belki de bizde daha fazla. Bunu bahane ederek bu insanlara saldırıyorlar. Bazı siyasi partiler de rant elde edebilmek adına saldırıyorlar. Farklı kültürleri olabilir, sosyoekonomik olarak birtakım gerilikleri olabilir, bu normal. Nasıl ki Almanya’da Türklere yapılan ırkçılığa karşı çıkıyorsak, Türkiye’de de Kürtlere, Suriyelilere, Ermenilere yapılan ırkçılığa karşı çıkmak zorundayız.

►‘Jerkovski’ye Ne Oldu’ hikayesinde işin içine MİT de dahil oluyor. Komplo teorileri var. Klasik istihbaratçı tavırları var fakat olay çok sıradan bir şekilde sonuçlanıyor. Burada bir oyun mu yaptınız?
Parodi. Türkiye’de zihinler komplo teorisiyle çalışır. Mesela Ekrem İmamoğlu çıkıyor, proje diyorlar. Bilmem kim çıkıyor, evet bunun arkasında Amerikalılar var diyorlar. Buna bayılıyoruz çünkü hayatın kendi dinamiğini görmek işimize gelmiyor. Esas olarak ülke komplo teorisiyle yaşıyor. Burada benim anlatmaya çalıştığım, devasa sandığımız şeyler çok basit bir şey de olabilir. Bunu görmek lazım. Ama gerek Türkiye, gerek dünyada öyle olaylar var ki küçücük şeyler kocaman sonuçlar doğurabiliyor. Biraz onu da anlatmak istedim. Bu hikâyeler benim saf polisiyelerim. Bir cinayet, Başkomser Nevzat bu cinayetleri çözmeye çalışıyor. Yapı Kredi’ye geçtim, peş peşe 3 kitap çıkacak. Büyüklere masallar çıkacak, asıl büyük roman Bergama Berlin romanı olacak.

► Polisiye edebiyat Türkiye’de artık belli bir noktaya geldi. Celil Oker’i de yakın zamanda kaybettik. Yeni polisiye yazarlar artık sizi, Celil Oker’i örnek alıyor. Polisiye edebiyat daha da gelişecek mi sizce?
Ahmet Mithat 1800’lü yıllarda ilk polisiye eseri yazdı. Bakarsak aslında bayağı erken başlamış. Fakat sonra garip bir şekilde polisiye romandan uzaklaşılıyor. Dünyada da böyleydi aslında. Polisiye roman küçümsendi yıllarca. Agatha Christie edebiyattan sayılmadı. 68’den sonra polisiye roman tümüyle bir içerik değiştirdi ve toplumsal eleştirinin kaynağı olmaya başladı. Fransa’da, İspanya’da anarşistler, troçkistler, devrimciler sistemi eleştirmenin aracı olarak polisiye romanı kullandı. Aynı şekilde de entelektüeller de yazmaya başladı. Kim onlar? Umberto Eco Gülün Adı’n ı yazdı, Borges polisiye romana dair hikayeler yazdı. Pesua’nın hikayeleri var polisiye üzerine. Türkiye’de de yıllarca polisiye küçümsendi. Kemal Tahir Bay Kamber’i yazdı doğrudan kendi ismini kullanmadan, Peyami Safa Cingöz Recai’yi yazdı kendi ismini kullanmadan. Yani, bir şekilde polisiye romandan utanç duyuyorlardı. Ben şunu yaptım 1996 yılında Sis ve Gece yazarken iyi polisiye iyi edebiyattır diye ortaya çıktım. Yani ben polisiye yazıyorum ama yazdığım şey edebiyattır diye ortaya çıktım. Bunun altını çizdim. Gelinen yer müthiş. 96’dan buraya geçen süreç 23 yılda bu oturdu. Daha önce yabancı yazarlar okurduk, yabancı yazarlar bizden çok satardı. Ama artık bir Türk yazarlar Dan Brown’dan daha çok satıyor. Artık Türk polisiyesi Türkçe yazılmış polisiye okunmaya başlandı. Aşağıdan Celil Oker çıktı. Öncesinde Osman Aysu da vardı. Ardından genç kuşaktan çok kıymetli yazarlar geldi. Türkiye’de polisiye roman yükselecek, gelişmeler olacak. Bunun öncülerinden biri olmak çok güzel bir duygu.

iyi-polisiye-iyi-edebiyattir-630667-1.

► Kitap bir Başkomser Nevzat kitabı. Başkomser Nevzat kimdir, sizin için önemi nedir?
Başkomser Nevzat rastlantıyla ortaya çıkmış bir karakter aslında. 2 film karakteri ve 1 gerçek karakterden yaratıldı. Film karakterleri Ah Güzel İstanbul’daki Haşmet İbriktaroğlu ve Yavuz Turgul’un Muhsin Bey karakteri. Öteki de 1978’de öldürülen Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul. Benim aslında Türkiye’deki emniyete önerim. Polise saygı duyulmasını istiyorsanız Başkomser Nevzat gibi polislere yöneticilere sahip olmalısınız. Benim Başkomser Nevzat’ım eski bir İstanbullu. Geleneklerine bağlı bir insan. Balat’ta oturuyor, orada bir evi var oradan çıkmıyor. Cinayet masasının en iyi komiseri olduğu söyleniyor ama hala karısının ve kızının katilini bulamadı. Aslında çoktan emniyet müdürü olması gerekiyordu ama sürekli kendi bildiğini okuduğu için işinde yükselemiyor. Başkomser Nevzat, Ali, Zeynep, Evgenia, Azez… Köpekleri de var bir de Bahtiyar. Eski bir arabası var, emektarı, İstanbulda dolaşan bir karakter. Aslında Ahmet Ümit’in hem okurlara beyin jimnastiği yatırmak hem de bazı sorunları anlatmak için kullandığı bir gariban bir işçi.

***

küçük İskender yaşadığı gibi öldü

► Kitabınızı küçük İskender’e adamışsınız. Çok yakın zamanda kaybettik kendisini. Bizim edebiyatımız açısından küçük İskender ne anlama geliyor?
Bence benzersiz şairlerden biriydi. Onun gibi olan bir şair yok. Öteki şairler daha kötü yazıyor anlamında söylemiyorum ama gerçekten çok orijinal ve özgün bir insandı. Kimliğini hiçbir zaman gizlemedi. Eşcinseldi ve hiçbir zaman saklamadı. Marjinaldi. Ötekiler gizler, saklar buna da bir şey diyemeyiz elbette ama İskender o kimlikle ortaya çıktı, onunla cesurca yaşadı. O anlamda bir samimiyet abidesi. Hilenin, hurdanın olmadığı bir insandır İskender. İnsanlar onu sert bulabilir, yaşamını yadırgayabilir ama son derece dürüst ve tutarlı yaşayan bir adamdan bahsediyoruz. Bence Türkiye’nin en önemli şairlerinden biriydi. O yanıyla toplumun dönüştürülmesinde çok önemli bir rol oynadı. Aktif politik bir tavrı yoktu İskender’in ama şiirleri bence politik bir amaca hizmet ediyordu. Kendisi arkadaşımdı, çok severdim, ona adamak istedim. İskender yaşadığı gibi öldü.