Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş’a 143 yıl, Figen Yüksekdağ’a 83 yıl (toplam 228 yıl) hapis cezaları isteniyor.

Daha önce Diyarbakır milletvekili Nursel Aydoğan için 103 yıl hapis cezası istenmişti.

Dava konusu olan “suç”ların tamamı milletvekili dokunulmazlığına sahip olan siyasetçilerin basın açıklamaları, miting konuşmaları, röportajları gibi sözel eylemler.

Zaten HDP ve daha önceki partileri BDP, DEP, HADEP, HEP hakkında açılan davalar ve verilen cezaların tümü siyasi konuşmalar üzerinde yürütüldü.

Ortada; çalma, çırpma, götürme, cebe indirme, devlet malına zarar verme, bankaları boşaltma gibi akçeli suçlar yok. Hiç de olmadı!

Kürt siyasetçileri “lafları” için yargılayan tüm iktidarların tamamına yakını üzerlerinde soru işaretleri olan izler bıraktılar. Bazıları yargılandılar. Bazıları mahkum oldular. Bazıları kaçtılar. Ama hepsinin ortak yanı “kurtulmuş” olmalarıdır!

Milletvekili ne için yasama dokunulmazlığına sahip olur?

Özgürce siyasi mücadelesini yapsın diye!

Yutkunmasın!

Her şeyi söylesin.

Ama bazıları bu dokunulmazlığın “her şeyi götürmek” için sağlandığını düşünüyorlar. Gün bizim günümüz, ne götürürsek kârdır!..

Geçmişte böyle düşünenlerin hepsinin “günleri” bitti. Arkalarında kara lekeler bıraktılar.

İlerde biyografileri yazılırken, bu marifetleri de kalın siyah harflerle o dosyalara eklenecek.

Geçenlerde ünlü bir şair büyüğümüz ile karşılaştık. Hakkında başlatılan soruşturma nedeniyle mal varlığı incelemesi yapılmış. Kirada oturduğunu kendine ait bir gayrimenkulün bulunmadığını öğrenen soruşturma görevlisi şaşırmış:

-Hiç bir şeyiniz yok sizin!

Sonra da eklemiş:

-Bu kadar yıl boşuna mı yaşadınız?

-Olur mu hiç evladım, onlarca kitabım var. Yüzlerce makalem, binlerce okurum, öğrencim var. Az servet midir bu?

Anlamamış tabii… Dünyaları para olanlara böylesi şeyler ne ifade eder ki?

En alttan en üste kadar böyle olunca nitelikli toplum olma yolunda bir milim ilerleyemiyorsunuz.

Kelimeler üzerinden ceza yağdıran sistem göz göre göre yapılan yağmalar konusunda suskun kalabiliyor.

Mesela Söke’de bir gece de 6 bin zeytin ağacını yüksek yargının “yapamazsınız” kararına karşın söktüler. Ertesi gün mahkemenin kararı gelince de ağaçları öylece bırakıp gittiler.

Bu hunharlığa hiçbir cezai yaptırım uygulanmadı.

Şimdi Türkiye yepyeni bir döneme giriyor.

Ünlü oyuncu, şair, yazar Orhan Alkaya, Hrant Dink anması sonrasında arkadaşlarına diyordu ki:

-Önümüzde 20 yıl değerinde 2 ay var!

Anayasa için yapılacak referandumu kastediyordu.

Hiç olmazsa bu sefer eski “aymazlıklar” yapılmasın istiyordu. Mesela “Anayasa’ya aykırı ama” dedikten sonra milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması için AKP-MHP ile birlikte hareket eden “siyaseten sorumsuz”, siyasi lider davranışları gibi…

Halka iletilecek ve destek bulacak o kadar çok talep var ki:

*Evlatlarımız ölmesin!

*Kimse işinden atılmasın!

*Yarınından endişe etmesin!

*Bombalar patlamasın!

*Katliamlar olmasın!

*Akademisyenler üniversitelere geri dönsün!

*Gazeteciler serbest bırakılsın!

*Kapatılan yayın organları yeniden faaliyete geçsin!

*Siyasetçiler hapishanede değil Meclis’te olsunlar!

*OHAL kaldırılsın!

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında bunların hepsi vardı. Artık birer “demokrasi talebi” haline geldi.

Bütün bunlardan kim sorumlu?

Hepsini talep edip, bir tek vaadimiz olsun:

*İyilik tedavüle girsin!