Dünyanın, yaşamın, insanın ne kadarı kötüdür? Bu yazıyı kaleme alan kişi olarak ben yüzdelikli bir önermede bulunayım ama yönünü belirtmeyeyim siz tahmin edin. Altmışa kırk. Bu elbette bir uzman görüşü değil, tamamen kişisel değerlendirmem. Bu değerlendirmenin durumdan duruma ve dönemden döneme değişebileceğini belirtmek gerekir

İyilik ve kötülük dünyayı ne kadar kaplar?

NESLİ ZAĞLI

“Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir. İnsanlar kötü olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu değildir. Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da kusur denilen şeyin; umut kırıcı unsur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve insan her tür sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir şey olamaz”

Albert Camus- Veba

İnsan ve yaşam üzerine düşünmenin tarihi ne kadar eski ise iyilik ve kötülük üzerine bir ayrım yapma ihtiyacı da o kadar eskidir. Çünkü insanın anlamlandırmak istediği şeye dair zihinsel bir bölme işlemi yapmaya ihtiyacı vardır ki; iyi ve kötüyü ayırmak en arkaik ihtiyaçlarımızdandır. İyiyi içinde sımsıkı tutarken kötüyü öteki olarak adlandırmak evrimsel bir işlev görür; bizi tehlikeli kötülere karşı korumak gibi. Bu nedenledir ki insanlara ve dünyaya şöyle bir kuş bakışı baktığımızda kötüleri ve yaptıkları kötülükleri görme olasılığımız da artar. Oysa dünyada irili ufaklı iyilikler ve güzellikler de vardır. Ancak onlara tutunmak, onlardan medet ummak kötülük hâkim olduğunda ne kadar da zorlaşır. Hele derin bir depresyonda iken başta kendin olmak üzere herkes kötü, her şey karanlık ve her yol çıkmazdır. Bir depresyon kadar travmatik bir olayda, bir felakette, bir savaşta, bir yasta ve bir salgında da iyilik ve kötülüğe dair iç muhasebemiz bozulur ve içimizdeki iyinin üstümüze çöken karanlıkla yavaş yavaş güdükleştiğini hissederiz. Kötülüğün kaynağı doğa da olsa, insan da olsa yaşanılan kötülüğe şeytani bir vasıf atfederiz, onu lanetleriz ve bir şeyi ne kadar lanetlersek o kadar ötekileştirir, o derece dışımızda hissederiz. Hâlâ yaşamakta olduğumuz pandemi sürecinde de arka arkaya kayıplar yaşarken bizi ayakta tutan tek şey aslında insancıl bir isyan korosunu hep bir kulaktan dinlemek…

Psikanalitik anlamda iyilik insanın özünden gelen değil, özündeki kötüye karşı bir savunma, bir yanıt gibi algılanır. Freud’dan sonra gelen Winnicott gibi kuramcılar insanın özünde iyilik olduğunu dile getirmişseler de temelde psikanalitik kökenli çoğu kuram insanda içgüdüsel olana, dürtüsel olana ve dolayısıyla da çiğ ve saldırgan olana vurgu yapar. Freud’dan sonra gelen Melanie Klein gibi kuramcılar ile bu iyi veya kötü öze dair süreçler ayrıntılandırılmış ve bebeklikten itibaren duyulan iyi nesne ihtiyacı vurgulanmıştır. Kısaca özetlemek gerekirse iyi olanı içe almak, içte tutmak ve sürekliliğini sağlamak bir ihtiyaçtır. Bu bakışla ömrümüz iyi olanı tekrar tekrar bulma, kendimize katma ve yola bir iyilik stokuyla devam etme sürecidir. İyiliği sürdürmek mi daha zor, kötülüğü uzak tutmak mı? Bu sorunun net yanıtını bilmesem de şunu söyleyebilirim: En zoru içimdeki ve dışımdaki iyiliği ve kötülüğü ayırt edebilmektir. Kendim ve diğerlerinin (dış dünyanın, insanların, doğanın, sistemin vb.) ne kadar iyi veya ne kadar kötü olduğunu hesap edebilmek dünyaya ne zaman bir meteor çarpabileceğini hesap etmekten daha zor. Peki, o halde hesaplamalardan uzak bir şekilde sadece anlık bir sağduyuyla yanıtlanabilecek bir soru soralım: İyilik ve Kötülük dünyanın ne kadarını kaplar? Bu soruya en sonda geri dönelim.

İyilik ve kötülükten ne anladığımız çok göreceli. İyilik dendiğinde duyarlılık, insancıllık, mütevazılık, yardımseverlik gibi onlarca özellik sayılabilir. Kötülük dediğimizde ise akla saldırganlık, şiddet, yalancılık, dolandırıcılık gibi kavramlar gelir. Bir insan, bir sistem veya bir hayat için bu özelliklerin birbirine karışıp bulaşmaz şekilde bir arada olması ne kadar mümkün? Bendeki iyiyi ve güzeli tüm karanlık ve kötücül özelliklerden ayırmam ne kadar mümkün? Bunların çok net hatlarıyla ayrılabildiği bir hal zaten ruh sağlığı açısından patolojik bir durumdur. Yani eğer bir insan tüm insancıl özellikleriyle kendini ortaya koyar ve tüm “şeytani yönlerini” bölüp parçalayıp ruhunun çekmecelerinde saklarsa nasıl sağlıklı olabilir? İyinin ve kötünün harmanlanmadığı bir hal gerçekçi olmadığı gibi bastırılmış ve yok sayılmış bir karanlığın sürekli tehdididir. İnsandaki bu iyi ve kötüyü kapsama hali insanlık tarihindeki savaş, soykırım ve insan elinden çıkan diğer felaketler için geçerli değildir. İnsan hayatına ve bütünlüğüne kast etmiş her olay ve durum katıksız bir şekilde kötücüldür. Bir zulmün, zalimin kötücül amaçları dışında hiçbir iyi yanı olamaz. Bu nedenledir ki insan canlısı içindeki iyiyi korumaya çalıştığı hayatını yaşarken hep kendini derdest edecek bir kötülüğün bilincindedir. Kötülük doğadan da, insandan da gelse hep aynı çaresizlik hissini yaşatacaktır; iyiyi muhafaza edememenin çaresizliğini. Çoğu dinler kötü olayları Tanrı’nın bir uyarısı, işareti gibi hikmetli bir şey olarak görse de şunu belirtmek gerekir ki kötülük dinler tarihinden daha eskidir.

Yukarıdaki soruya tekrar dönersek; dünyanın, yaşamın, insanın ne kadarı kötüdür? Bu yazıyı kaleme alan kişi olarak ben yüzdelikli bir önermede bulunayım ama yönünü belirtmeyeyim siz tahmin edin. Altmışa kırk. Bu elbette bir uzman görüşü değil, tamamen kişisel değerlendirmem. Bu değerlendirmenin durumdan duruma ve dönemden döneme değişebileceğini belirtmek gerekir. İnancım o dur ki; dünyada olup biten her türlü şiddet ve cinayet insanın doğasına atfedilen yıkıcı dürtülerden değil, dünyanın aksak düzenine dair sistemli bir kötülükten kaynaklanır. Örneğin ensest, pedofili, tacizin ruhsal (içgüdüsel) bir bozukluk değil de sisteme dadanarak insancıllığı semiren sistemli bir kötülük olması gibi. Kabul edelim oranı ne olursa olsun dünya kötülüklerle dolu ve iyiyi korumak bu düzende her geçen gün daha zor oluyor. Bu nedenle iyiliği yeniden ve yeniden üretmek lazım, filizlerinden çoğaltmak, çok daha geniş ve verimli topraklara ekmek. Bu ülkede ve dünyada başlı başına iyilik fabrikası veya en hafifinden küçük esnafı gibi çalışan insanlar var. Bu çaba ne kadar hararetli olursa olsun başka bir takım insanlar izbe atölyelerde fason kötülük üretecek. İyilik de hiç bitmeyecek, kötülük de. Camus’nun Veba adlı kitabında söylediği gibi kötülük her yerde tümgüçlülüğünü kanıtlamaya çalışacak. Sağduyu ve insancıllık ne kadar iyi direnirse iyilik cephesi o kadar güçlü kalacak. Bu çağ belki bizi daha “iyi” kılmadı ancak kötülüğü daha iyi tanıyıp tanımlayabileceğimiz fırsatlar verdi. İçimizdeki kötüyü de reddetmeden kötülüğe “kötülük” deme zamanı geldi. Ne içimizdeki ne de dışımızdaki kötülükten korkmaya gerek yok. İyi de kötü de bizde ve elimizin, ruhumuzun değdiği her şeyde hep oldu ve olacak. Burada kritik nokta sadece oran da değil, oranı esnetebilmek. Her yeni iyilik ve kötülük rastlaşmasında bunu güncelleyebilmek. Gördüğümüz iyi şeyler değiştirsin bizi, müsaade edelim. İyi ve kötü diye ayırmaya gerek duymadan tüm hacmiyle dünyayı deneyimleyelim…