“İzahın bittiği yerde mizah başlar” derler ya, galiba biz de son yıllarda o sınıra gelmiş bulunuyoruz. Gerçekten de bu ülkede yaşananlar artık insanda daha çok mizah duygularını kamçılıyor. İzaha mizah katmak sonunda bu ülkede bazı şeyleri anlatmak için en uygun metot haline geldi. Ülke olarak bir süredir dünyadan koptuk, başıboş gök cisimleri gibi uzayda dolaşıyoruz. Tam bir özgürlük içinde!.. Ne FETÖ var boşlukta, ne PKK, ne de CIA; hatta Merkel ve Almanlar bile yok. Elde fener, Hazreti Ömer’i arıyoruz…

• • •

Ömer’den Erdoğan söz etti; partisindeki ‘metal yorgunluğu’nu anlatırken. “Kimse gücenmesin, kırılmasın” dedi; “Bu değişmesi gerekenleri, kusura bakmayın, değiştirmek durumundayız. İlimizin Ömer’lerini bulacağız ve Ömer’lerle teşkilatları kuracağız. Yeni listeler açıklandığı zaman halk ‘Bu hırsızı nereden buldun?’ dememelidir”. Güzel, sevindirici vaatler! Demek ki bundan böyle içimizdeki hırsızları artık biz yakalayacağız. Onları -örneğin Deniz Feneri’nde olduğu gibi- Almanların –ya da kimi terör örgütlerinin- yakalamasına asla izin vermeyeceğiz. Kazara elimizden kaçırdıklarımız olursa, onları da tekrar ensesinden tutup hâkim huzuruna çıkaracağız.

• • •

Güzel de, bu ‘metal yorgunluğu’ tartışmaları biraz da kafa karıştırmaya başladı. Bugün yandaş gazetelere bakınca, o cephede de kafalarının hayli karışmış olduğunu gördüm. Örneğin bir Yeni Şafak yazarı, yorulanın “Erdoğan’ın davası mı yoksa Erdoğancılık mı? olduğunu anlamak için her türlü olasılığı tartmış ve şu karara varmış: “(…) Ak Parti’nin davasının ne olduğu en başta Ak Partililere iyice anlatılmadan, idrak ettirilmeden, gerekli şuur kazandırılmadan devam edilirse racon kesenlerin de, makam mevki için orada olanların da önü alınamaz. Onların bile kafasının karışmış olduğunu gördüm ve kararımı verdim.” Ne kararıysa? Üstelik AKP’de böyle düşünenler hiç de az değil.

• • •

Aslında siyasal jargonumuzda ‘metal yorgunluğu’ diye bir söz yoktu; yeni çıktı. Siyaset bilimine bir katkı niteliğinde! Menderes daha çok “odun” sözcüğünden hoşlanırdı. 1954 seçimlerini yüzde 57 gibi bir oranla kazandıktan sonra “Ben seçimlerde odunu bile aday göstersem seçilirler” dediği o günlerde basına sızmıştı. “Ben” diyor başka bir şey demiyor, Parlamento’ya adeta bir ‘odunluk’ gibi bakıyordu. Ne var ki işler beklediği gibi gitmedi.

Neden?

• • •

Nedenini –görebildiğim kadar- bu konuyla ilgili makalelerimde anlatmıştım; şu anda aklıma daha çok metal ile odun arasındaki bir benzerlik geliyor. İkisi de fazla hararete dayanamıyorlar. Biri yanıyor; öbürü ise eriyor. Rahmetli Menderes son yıllarında ülkede harareti artırdıkça artırmıştı. İkazlara, tenkitlere kulak asmıyor; her kurumu, herkesi tehdit ediyordu. “Ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim” bile dedi. Sonunda bu kadar hararete ‘odun’lar da dayanamadı, yandılar.

Bugünlerde hararet hızla arttıkça kaygılar, korkular da artıyor. Üstelik Başkan sadece yerli değil, yabancı siyasetçileri de tehdit etmeye, onlara hadlerini bildirmeye başladı. Merkel ve Gabriel’in artık bu ülkeye adım atmalarını kimse beklemesin. Her an tutuklanabilirler. Ama dikkat! Başka ve daha büyük bir tehlike daha var ufukta: Giderek metalin erime derecesine yaklaşıyoruz. Bu da bir kanun. Üstelik siyaset değil, doğa kanunu! Aman dikkat; felaket olur.

Kim bilir kurtuluş belki de yine ‘yanma’ devrine dönmekle gerçekleşecek? Fakat Menderes’in ‘odun’ları değil, Nâzım’ın ‘çıra’ları bu yolu açacak... Açmaya başladılar bile… Hani “sen yanmasan, ben yanmasam..” diyordu ya büyük şair… ‘Aydınlığa’ da –kimse kuşku duymasın- son yıllarda sayıları hızla artan bu kahramanlar sayesinde ulaşacağız…